Biz bu iddianamenin,yazani Turkiye Cumhuriyeti Sayin.Bassavcisina,Kahraman Turk Silahli Kuvvetleri gibi tarafiz..DUN BENIM DOGMAMIS BEBEKLERIMIN KIRKBIN INSANIMIN KATILI BOLUCU TEROR ORGUTUNUN ISTEMLERINE,POLITIKALARINA DEVLET POLITIKASI KOSTUMU GIYDIREREK YONETMESI KENDINE BUYUK,KATILLERIN SEVDALISI OLACAK ULKEMIZI BOLMEYE HAZIRLANAN BIR PARTIYI SABIKALI YAPAN IDDIANAME..T.C.YARGITAYCUMHURİYET BA�SAVCILI�ISP. Hz.2008/01 14/03/2008İ D D İ A N A M EANAYASA MAHKEMESİ BA�KANLI�INAA- GİRİ�Toplumların yerleşik bir yaşama geçmeleri giderek örgütlenmelerini gerektirmiş; örgütlü toplumlarda ise yönetime katılma istekleri, ortak paydalar çerçevesinde bir araya gelen siyasal yapılanmaları doğurmuşturOrtak düşünce sahibi bireylerden oluşan yapılanmaların yönetimde yer alma ve siyasi iradeyi kullanma istekleri, bu amaca ulaşabilmek için siyasi parti denilen örgütlenmeleri ortaya çıkarmıştır. Hatta giderek düşüncelerin farklılaşması karşısında, çoğulculuk içerisinde bu parçalar, farklı siyasi partilerin oluşmasını sağlamıştır. Demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez ögeleri olmalarına karşılık modern siyasi partiler toplumsal yaşamdaki yerlerini 19 ncu Yüzyılda almışlardır. Tarihsel evrimleri sonucunda günümüzdeki siyasal partiler belirli siyasal düşünce ve amaçlar çerçevesinde birleşen yurttaşların, özgürce kurdukları ve özgürce katılıp ayrılabildikleri kuruluşlardır. Kamuoyunun oluşmasında diğer kurumlardan daha güçlü etkisi bulunan siyasal partiler, yurttaşların ülke yönetimine ilişkin istem ve özlemlerinin gerçekleşmesine çalışan ve siyasal katılımı somutlaştıran hukuksal yapılardır.Demokrasinin vazgeçilmezleri, olmazsa olmaz kurumları olarak nitelenen, özgürlük, siyasal katılım ve hukuksallığın ulusal araçları durumunda bulunan siyasi partilerin, devlet yönetimindeki etkinlikleri ve ulusal istencin gerçekleşmesindeki rolleri nedeni ile, anayasakoyucu, partileri öteki tüzel kişilerden farklı değerlendirerek, kurulmalarından başlayıp çalışmalarında uyacakları esasları ve kapatılmalarında izlenecek yöntem ve kuralları özel olarak belirlemiştir. Temel hak ve özgürlüklerin ve özellikle örgütlenme özgürlüğünün kullanılmasındaki kurumsal önem ve işlevleri çerçevesinde uluslararası sözleşmelerde de siyasi partiler hakkında düzenlemelere yer verilmiştir.Siyasal partilerin, uyacakları esasların Anayasa’da yer alması, çalışmalarının anayasa ve yasalara uygunluğunun özel biçimde denetlenmesi, onların olağan bir dernek sayılmadıklarını, demokratik yaşamın vazgeçilmez öğesi olduklarını doğrulamaktadır.Ancak siyasi partilerin demokratik siyasi yaşamın vazgeçilmez öğeleri olmaları, devlet örgütü ve kamu hizmetleriyle yoğun ilişki içinde bulunmaları, onlara sınırsız bir faaliyet alanı ve özgürlük olanağı sunmaz. Siyasal partilerin baskı ve engellerden uzak kalmasını sağlamaya yönelik “kurulma ve çalışma özgürlüğü�, Anayasa ve bu alanı düzenleyen yasalarla sınırlıdır. Uluslararası sözleşmelere uygun yorumlanan bu düzenlemeler çerçevesinde, varlık nedeni demokrasi olan siyasi partilerin demokrasi düşüncesinden uzaklaşmaları ve demokrasiyi yok etmeye çalışmaları durumunda, yaptırımlarla karşılaşmaları söz konusudur. Eylemlerinin yoğunluğu ve sosyal gereksinim yönünden başvurulacak son yöntem ise demokrasi düşüncesiyle bağdaşmayan eylemlerin odağı olan bir siyasi partinin kapatılmasıdır.B- SİYASİ PARTİ KAPATMA NEDENLERİ1- Uluslararası hukuk yönündenKorporatif hukuk bağlamında örgütlenme özgürlüğü içerisinde değerlendirilen siyasi partiler, kural olarak BM Kişisel ve Siyasal Haklar Sözleşmesi ve İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi (İHAS) tarafından korunmaktadır. Her iki sözleşmedeki düzenlemeler ana hatlarıyla aynı paralel de olup, siyasi partiler konusunda İHAS’ın öngördüğü koruma, ana hatlarıyla şöyledir:İHAS’ın 11 nci maddesinde konu düzenlenmiştir. Ancak, madde de açıkça siyasi partilerden kurum olarak söz edilmemiştir. Siyasi Partiler İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM) tarafından dernekler kapsamında değerlendirilmektedir.İHAM’a göre, 11 nci madde ile bir siyasi partinin kurulmasından başka ve faaliyetlerini özgürce sürdürmesi de korunmaktadır (TBKP/Türkiye Kararı). Çünkü İHAS, sözleşmede yer alan hakları teorik ve hayali olarak değil, pratikte ve etkin olarak koruma amacına dayalıdır (Artico/İtalya Kararı). Bu nedenle sözleşme sadece siyasi partilerin kurulmalarını değil, özgürce faaliyette bulunabilmelerini de koruma altına almıştır. Ancak bu özgürlük, sınırsız olmayıp nispi niteliktedir.Yukarıda değinildiği üzere siyasi partilere tanınan bu özgürlük kuşkusuz sınırlandırılamayan bir özgürlük değildir. Avrupa kamu düzenini oluşturan ve koruyan sözleşme uyarınca, bir siyasi partinin eylemlerinin, Avrupa kamu düzeniyle çatışması ve sözleşmeyle korunan alanın dışına taşması durumunda, yine sözleşmede öngörülen nedenlere dayalı olarak yasaklama ve sınırlandırmalar öngörülebilecektir.İHAS’ın “temel haklar� kapsamında görerek, 11 nci maddesinin birinci fıkrasıyla koruduğu siyasi partiler konusunda, aynı maddenin ikinci fıkrasındaki “Bu hakların kullanılması, demokratik bir toplumda zorunlu tedbirler niteliğinde olarak, ulusal güvenliğin, kamu emniyetinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amaçlarıyla ve ancak yasayla sınırlanabilir. Bu madde, bu hakların kullanılmasında silahlı kuvvetler, kolluk mensupları veya devletin idare mekanizmasında görevli olanlar hakkında meşru sınırlamalar konmasına engel değildir� biçimindeki düzenlemeden hareketle, siyasi partiler hakkında yaptırımlar ve bu bağlamda kapatma yaptırımı uygulanması olasıdır.Bu düzenleme gözetildiğinde, ülkedeki demokratik rejimi tehlikeye sokacak siyasi projesi bulunan ve/veya siyasi amaçlar için gerektiğinde şiddete başvurmayı amaçlayan siyasi parti için kapatma yaptırımı öngörülmesi İHAS’a aykırı değildir (Emek Partisi/Türkiye kararı).İHAS’ın 11 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan nedenlere dayanarak bir siyasi partinin kapatılması konusu, Avrupa Konseyi Venedik Komisyonu tarafından incelenerek “Venedik İlkeleri� adıyla da raporlaştırılmıştır. Buna göre, ifade özgürlüğünü düzenleyen İHAS’ın 10 ncu maddesiyle çok yakın ilişkisi olan 11 nci madde uyarınca bir siyasi partinin, “ırkçılığı, terörü, yabancı düşmanlığını, şiddeti, şiddet çağrısını teşvik etmesi veya hoşgörüsüzlüğe dayanması� halinde, İHAS’ın 11 nci maddesinin bir ve ikinci fıkrasındaki düzenlemelerden hareket ile kapatılması gündeme gelebilecektir.Siyasi partilere uygulanacak yaptırımlar arasında kuşkusuz en ağırı, bir siyasi partinin kapatılmasıdır. Ancak kapatma yaptırımının, bir siyasi partiye uygulanabilecek en radikal yaptırım olması karşısında, bu yaptırımın uygulanabilmesi, eylemlerin belirli bir ağırlığa ulaşması koşulunu da beraberinde getirmektedir.Bir siyasi partinin kapatılması, örgütlenme özgürlüğüne müdahale niteliğindedir. Bu nedenle bir siyasi parti hakkında uygulanacak kapatma yaptırımının İHAS’ a uygun olarak değerlendirilebilmesi, yani bu müdahalenin haklı sayılabilmesi için İHAM kararları ışığında konuya yaklaşılmalıdır.Bu bağlamda;Müdahalenin haklılığı, kapatma yaptırımını içeren yasanın, herkesçe erişilebilir, bilinebilir, anlaşılabilir, öngörülebilir, açık ve kesin ifadeler içeren ve ilan edilen bir yasa olmasını gerektirmektedir (Refah Partisi/Türkiye Kararı).Kapatma yaptırımı, amaca uygun olmalı; yani İHAS’ın 11 nci maddesinin ikinci fıkrasında sayılan neden veya nedenlere dayanmalıdır. Kapatma yaptırımının, bir siyasi partiye uygulanabilecek en radikal yaptırım olması, bu yaptırımın inandırıcı ve zorlayıcı koşulların varlığı durumunda uygulanmasını gerektirmektedir. İHAS’ın 11 nci maddesinin ikinci fıkrasındaki nedenlerin, kapatma yaptırımı söz konusu olduğunda, dar ve katı bir biçimde yorumlanması zorunludur (TBKP/Türkiye, ÖZDEP/Türkiye, HEP/Türkiye, RP/Türkiye Kararları).Kapatma yaptırımı ile birlikte siyasi yasaklamalar öngörülmesi için de, bu yasaklamaların, “ilgili ve yeterli� olması gerekmektedir (RP/Türkiye kararı).Müdahalenin haklılığı için, uygulanan kapatma yaptırımı “demokratik toplum gereklerine uygun olmalıdır�. Burada kastedilen çoğulcu demokrasidir. Siyasi partiler hedeflerine şiddeti teşvik ederek değil, mevcut yasal sistem içerisinde ulaşmayı amaç edinmelidir (TBKP/Türkiye, ÖZDEP/Türkiye, HEP/Türkiye Kararları). Siyasi partiler devletin hukuksal, anayasal ve yasal yapısını değiştirmek için mücadele edebilmelidirler. Ancak bu mücadele için kullanılan araçlar herhalde hukuka uygun olmalı, demokratik araçlara dayanmalı, önerilen değişim temel demokratik ilkelere uyumlu olmalıdır (TBKP/Türkiye Kararı). Bu çerçevede olaylar, ulusal mercilerce kabul edilebilir şekilde değerlendirilmiş olmalıdır (ÖZDEP/Türkiye Kararı).iHAM’a göre bir siyasi parti, mevzuatın veya yasal ve anayasal yapının değiştirilmesi konusunda iki koşulda kampanya yürütebilir: Bunlardan birincisi, kullanılan bütün yollar her bakımdan yasal ve demokratik olmalıdır. İkincisi ise, önerilen değişikliğin kendisi temel demokratik prensiplerle bağdaşmalıdır. Bu kuraldan hareketle, sorumluları şiddete başvurmayı teşvik eden veya demokrasinin bir veya birçok kuralına uymayan veya demokrasiyi yıkmayı amaçlayan ve de demokrasinin tanıdığı hak ve özgürlükleri tanımayan “siyasi bir projeyi öneren� partinin, bu nitelikteki eylemleri, kapatma yaptırımına konu olabileceği gibi, bu nedenle uygulanacak yaptırıma karşı da ilgili siyasi parti İHAS korumasından yararlanamaz (RP/Türkiye, Emek Partisi/Türkiye Kararları).Kapatma yaptırımı boyutundaki müdahale, takip edilen meşru amaçla orantılı, uygun ve yeterli olmalı, sosyal bir ihtiyaca cevap vermelidir, yani demokratik bir toplumda gerekli olmalıdır (TBKP/Türkiye, Sosyalist parti/Türkiye, ÖZDEP/Türkiye, HEP/Türkiye, RP/Türkiye Kararları).Müdahalenin orantılılığı için, müdahalenin özü ve ağırlığına bakılmalı, kapatma yaptırımı en ciddi durumlarda uygulanmalı, radikal bir önlem niteliğinde olmamalıdır. Bu konuda tarihsel şartlardan kaynaklanan ihtiyaçlar dikkate alınmalıdır (RP/Türkiye, ÖZDEP/Türkiye, TBKP/Türkiye Kararları).Zorlayıcı sosyal gereksinim yönünden aranılacak hususlar ise şunlardır; demokrasiye yönelen tehdidin varlığına ve yeterince yakın olduğuna ilişkin kanıtlar inandırıcı olmalı; siyasi parti lider ve üyelerinin konuşma ve eylemleri, partiye isnat edilebilmeli; isnat edilebilen eylem ve konuşmalar, “demokratik toplum “ kavramıyla çelişen parti tarafından algılanan ve savunulan toplum modelinin, sarih bir resmini çizen bir bütün oluşturmalıdır (RP/Türkiye Kararı). Zorlayıcı sosyal gereksinim yönünden, ülkelerin takdir hakkı da bulunmaktadır. Takdir hakkı, İHAM tarafından somut olay bazında ve ilgili ülkedeki koşullar da gözetilerek değerlendirilmektedir (RP/Türkiye, Lingens/Avusturya Kararları).Kuşkusuz hiç kimse, demokratik bir toplumun ideallerini ve değerlerini zayıflatmak ya da yok etmek amacıyla sözleşme hükümlerine dayanamaz. Modern Avrupa tarihinde de görüldüğü üzere, siyasi partiler şeklinde örgütlenen totaliter hareketlerin, demokratik rejim içerisinde güçlendikten sonra demokrasiden kurtulmak isteyeceklerinin olasılık dâhilinde olduğu düşünülmelidir. Böyle bir durum ulusal makamlarca titizlikle tespit edildiğinde, kuşkusuz sözleşme ve demokrasinin standartlarıyla çelişen somut adımlar henüz atılmadan, ulusal makamlar bunları engelleme hakkına sahiptir. Bir devlet, medeni barışa, ülkenin demokratik rejimine zarar verebilecek somut adımlar atılmadan önce, sözleşme hükümleriyle çelişen böyle bir uygulamayı makul biçimde engellemekle yetkilidir. Örneğin iktidardaki bir siyasi partinin, planlarını gerçekleştirmek için yasama organından yasaları geçirmesini beklemek gerekmemektedir. Bu noktada uygun bir zamanlama seçilmelidir (RP/Türkiye Kararı).Bir siyasi parti eylemlerinin kapatma yaptırımına konu olabilmesi, her şeyden önce bu eylemlerin niteliği ve siyasi partiye isnat edilebilirliği sorununu gündeme getirmektedir. Konu İHAS yönünden İHAM kararlarıyla açıklığa kavuşturulmuştur. İHAM kararlarına göre;Kapatma yönünden tüzük ve programdaki aykırılık tek başına yeterli olmayıp, eylem de olmalıdır (RP/Türkiye Kararı). Bir siyasi partinin tüzük ve programındaki aleni hedeflerinden farklı hedef ve niyetlerinin varlığı olasıdır. Bu nedenle programın içeriği ile sahibinin eylem ve tutumlarını karşılaştırmak gerekmektedir (TBKP/Türkiye Kararı). Türk toplumu ve devleti için gerçek bir tehlike oluşturduğuna ilişkin somut kanıtlar ortaya konulmalıdır (TBKP/Türkiye Kararı) Eylemler aşırı uç ve terörist grupları teşvik etmeye yönelik olmalıdır (Sosyalist Parti/Türkiye Kararı). Yine Avrupa kamu düzeniyle bağdaşmayan şeriatı yerleştirme amacıyla çoğulcu demokrasinin argümanlarından yararlanarak işlenen eylemler de kapatma yaptırımına dayanak olarak kullanılabilir (RP/Türkiye Kararı).Siyasi parti, çoğulcu demokrasiyle çatışmayan hedeflerini, sadece yasal araçlarla elde etmeye çalışmalıdır. Demokratik ve çoksesli sistemin ortadan kaldırılması amaçlanmamalı, temel insan hakları ihlali teşvik edilmemelidir (ÖZDEP/Türkiye Kararı).Bir genel başkanın açıklama ve eylemleri partiyi tartışmasız olarak bağlayıcıdır. Çünkü genel başkan partinin simgesel figürüdür. Genel başkanın siyasi veya hassas konularda açıkladığı düşüncelerin, kişisel görüşü olduğu vurgulanmadığı sürece, kurumlar ve kamuoyu tarafından partinin görüşünü yansıttığı şekilde yorumlanır ve partiye isnat edilebilir. Genel başkan için söylenenler, genel başkan yardımcıları içinde geçerlidir. Milletvekilleri veya yerel yönetimlerde görev üstlenen üyeler de, partinin amaç ve eğilimlerini sergileyen ve yaratmak istedikleri toplum modeline ilişkin bir imajı yansıtan bütünü oluşturan eylemleri sergilemeleri durumunda, bunlar da partiye isnat edilebilir. Bu tür eylemler soyut programlara göre potansiyel seçmenler üzerinde daha etkilidirler. Bu tür eylem ve konuşmalardan parti kendini uzaklaştırmadığı sürece, bunlar da partiye isnat edilebilir (Refah Partisi/Türkiye Kararı).Yukarıda belirtilen nitelikteki eylemlerden parti kaçınmamış, bu fiilleri işleyenler için disiplin işlemi yapmamış ve eleştirmemiş, göstermelik olarak disiplin soruşturması yapmış veya öngörülenden daha az bir disiplin yaptırımı uygulamış ise bu eylemler de partiye isnat edilebilir (RP/Türkiye Kararı).2- İç hukuk yönündenBir siyasi parti hakkında uygulanacak en radikal yaptırım kuşkusuz kapatma yaptırımıdır. İç hukukta siyasi partilere uygulanacak yaptırımlar düzenlenirken, bu yaptırımlar arasında siyasi partinin kapatılmasına da yer verilmiştir.a- Anayasal düzenlemeSiyasi parti kapatma yaptırımı ve bu yaptırımın hangi hallerde söz konusu olabileceği Anayasa’nın 69 ncu maddesinde düzenlenmiştir. Böylece anayasakoyucu kapatma yaptırımı nedenlerinin yasa ile artırılmasını engellemiştir.Anayasa’nın 69 ncu maddesinin dördüncü fıkrasına göre, siyasi partilerin kapatılması, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın açacağı dava üzerine Anayasa Mahkemesi’nce kesin olarak karara bağlanır.Anayasa’nın 69 ncu maddesine göre siyasi partilerin kapatılması ancak üç nedenle söz konusu olabilmektedir. Buna göre:Bir siyasi partinin tüzük ve programının Anayasa’nın 68 nci maddesinin dördüncü fıkrası hükümlerine aykırı olması (Anayasa md 69/5),Bir siyasi partinin Anayasa’nın 68 nci maddesinin dördüncü fıkrasına aykırı eylemlerin odağı durumuna gelmesi (Anayasa md 69/6)Bir siyasi partinin, yabancı devletlerden, uluslararası kuruluşlardan ve Türk uyrukluğunda olmayan gerçek ve tüzel kişilerden maddi yardım alması (Anayasa md 69/10)halinde siyasi partinin kapatılmasına hükmedilmesi gerekmektedir.Anayasa’nın 68 nci maddesinin dördüncü fıkrasında, “siyasi partilerin tüzük ve programları ile eylemleri, Devletin bağımsızlığına, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, insan haklarına, eşitlik ve hukuk devleti ilkelerine, millet egemenliğine, demokratik ve lâik Cumhuriyet ilkelerine aykırı olamaz; sınıf veya zümre diktatörlüğünü veya herhangi bir tür diktatörlüğü savunmayı ve yerleştirmeyi amaçlayamaz; suç işlenmesini teşvik edemez.� denilmektedir.Bir siyasi partinin Anayasa’nın 68 nci maddesinin dördüncü fıkrasına aykırı eylemlerin odağı haline gelmesi ise, 69 ncu maddenin altıncı fıkrasındaki düzenleme uyarınca “68 nci maddenin dördüncü fıkrasına aykırı fiillerin, o partinin üyelerince yoğun bir şekilde işlenmesi ve bu durumun, o partinin büyük kongre veya genel başkan veya merkez karar veya yönetim organları veya Türkiye Büyük Millet Meclisindeki grup genel kurulu veya grup yönetim kurulunca zımnen veya açıkça benimsenmesi yahut bu fiillerin doğrudan doğruya anılan parti organlarınca kararlılık içinde işlenmesi durumunda� söz konusudur.b- Yasal düzenlemeSPY’ndaki hükümler, Anayasa’nın 69 ncu maddesinin son fıkrasından hareketle, Anayasa’daki esaslar çerçevesinde düzenlenmiş, bu bağlamda siyasi partilerin kapatılmasına ilişkin düzenlemeler de, Anayasa’nın 68 nci ve 69 ncu maddesindeki esaslar gözetilerek 2820 sayılı Siyasi Partiler Yasası’nda da (SPY) yer almıştır.SPY’nda, siyasi partiler hakkında uygulanacak yaptırımlar;Devlet yardımından kısmen veya tamamen yoksun bırakılmasıVe siyasi partinin kapatılmasıolarak düzenlenmiştir.SPY’nda Anayasaya paralel olarak yapılan düzenlemelere göre, bir siyasi partinin kapatılması, ancak Anayasa’daki yasaklara aykırılık durumunda ve üç nedenle olasıdır. SPY’nın 101 nci maddesindeki düzenlemelere göre;Bir siyasi partinin tüzük ve programının Devletin bağımsızlığına, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, insan haklarına, eşitlik ve hukuk devleti ilkelerine, millet egemenliğine, demokratik ve laik cumhuriyet ilkelerine aykırı olması, sınıf veya zümre diktatörlüğünü veya herhangi bir tür diktatörlüğü savunmayı ve yerleştirmeyi amaçlaması, suç işlenmesini teşvik etmesi,Bir siyasi partinin, Anayasanın 68 inci maddesinin dördüncü fıkrasına aykırı eylemlerin işlendiği odak haline geldiğinin Anayasa Mahkemesince tespiti,Bir siyasi partinin, yabancı devletlerden, uluslararası kuruluşlardan ve Türk uyrukluğunda olmayan gerçek ve tüzel kişilerden maddi yardım alması,durumlarında, siyasi parti hakkında kapatma kararı verilmesi gerekmektedir. Ancak belirtilen ilk iki durumda, kapatma yaptırımı yerine dava konusu eylemlerin ağırlığına göre, siyasi partinin almakta olduğu son yıllık devlet yardımı miktarının kısmen veya tamamen yoksun bırakılmasına karar verilebilmektedir.Yukarıda belirtilen ikinci nedene dayanarak bir siyasi partinin kapatılması, ancak Anayasa’nın 68 nci maddesinin dördüncü fıkrasına aykırı eylemlerin odağı durumuna gelmesi koşuluna bağlıdır. Odak haline gelmiş sayılmak ise, Anayasa’nın 68 ve 69 ncu maddelerindeki düzenlemelerle aynı paralelde, SPY’nın 103 ncü maddesinde düzenlenmiştir.SPY’nın “siyasi partilerle ilgili yasaklar� başlıklı dördüncü kısmının;Birinci bölümü, “amaçlar ve faaliyetlerle ilgili yasaklar� başlığını taşımaktadır. Bu bölüm tek maddeden oluşmakta olup, 78 nci maddede “demokratik devlet düzeninin korunması yönünden� öngörülen yasaklamalara yer verilmiştir.İkinci bölümü, “milli devlet niteliğinin korunması� başlığını taşımaktadır. Bu bölümde, bağımsızlığın korunmasına (md 79), devletin tekliğinin korunmasına (md 80), azınlık yaratılmasının önlenmesine (md 81), bölgecilik ve ırkçılık yasağına (md 82) ve eşitlik ilkesinin korunmasına (md 83) yönelik yasaklamalar gösterilmiştir.Üçüncü bölümü ise, “Atatürk ilke ve inkılâplarının ve laik devlet niteliğinin korunması� başlığını taşımaktadır. Bu bölümde ise, Atatürk ilke ve inkılâplarının korunması (md 84), Atatürk’e saygı (md 85), laiklik ilkesinin korunması ve halifeliğin istenemeyeceği (md 86), din ve dince kutsal sayılan şeyleri istismar yasağı (md 87), dini gösteri yasağı (md 88) ve Diyanet İşleri Başkanlığı’nı yerinin korunması (md 89) konusunda yasaklamalar açıklanmıştır.3- Anayasa’nın 90/son maddesi çerçevesinde siyasi partiler hakkındaki kapatma yaptırımında uluslararası sözleşmelerin gözetilmesiAnayasa’nın 90 ncı maddesinin son fıkrasında, “yöntemince yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası antlaşmalarla yasaların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda, uluslararası antlaşma hükümleri esas alınır� denilmektedir.1982 Anayasası’nın nitelemesine göre, Anayasa’nın 12 nci ila 74 ncü maddeleri arasında yer alan hakların hepsi “temel hak ve özgürlüklerden� olup, Anayasa’nın 68 nci ve 69 ncu maddelerinde siyasi haklar kapsamında düzenlenen siyasi partiler de, temel hak ve özgürlükler kapsamındadır. Aynı şekilde temel hak ve özgürlüklerin bir bölümünü konu alan İHAS’a göre, siyasi partiler İHAM’ın yorumlarıyla bu sözleşmenin 11 nci maddesi kapsamında temel hak ve özgürlükler içerisinde kabul edilmiştir.Bu bağlamda SPY’nın öncelikle İHAS gözetilerek ve Anayasa hükümleri de İHAS’a göre yorumlanarak, siyasi partiler hakkındaki kapatma yaptırımın irdelenmesi gerekmektedir.4- Siyasi parti kapatma davalarının ve kapatma yaptırımının hukuksal niteliğiAnayasa’nın 69 ncu maddesinin dördüncü fıkrası ile SPY’nın 98 nci maddesine göre, siyasi partilerin kapatılması Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın açacağı dava üzerine Anayasa Mahkemesi’nce kesin olarak karara bağlanmaktadır.Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkındaki Yasa’nın 33 ncü maddesi gereğince, açılan bu davalar Ceza Muhakemesi Yasası hükümleri uygulanmak suretiyle, dosya üzerinde incelenerek kesin olarak karara bağlanmaktadır.Kapatma davalarında Ceza Muhakemesi Yasası hükümlerinin uygulanması demek, bu davaların bir ceza davası ve yaptırımın da ceza hukuku kapsamında bir ceza olduğu anlamında değildir. Aksine, siyasi parti kapatma davaları, ceza davası olmayıp, kendine özgü nitelikte bir dava türü olduğundan, bu davalarda uygulanacak usul kurallarının açıklanması gereği duyulmuş ve maddi gerçeği araştırmak yönünden, siyasi partilerin lehine olarak bu davalarda Ceza Muhakemesi Yasası kurallarının uygulanacağı belirtilmiştir (Anayasa Mahkemesi’nin 22.6.2001 tarih ve 2/2 sayılı kararı). Bu düşünceden hareketle, siyasi parti kapatma davasına yönelik iddianame düzenlenmesinden önce, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın hangi yetkileri kullanarak dava açabileceği de özel olarak SPY’nın 98 nci maddesinde gösterilmiştir.Siyasi parti kapatma davalarının, ceza muhakemesi hukuku anlamında ceza davası olmaması, kapatmaya konu eylemlerin de ceza hukuku kapsamında suç olma zorunluluğunu gerektirmemektedir. Anayasa’nın 69 ncu maddesinin altıncı fıkrası ile SPY’nın 101 ve 103 ncü maddesindeki düzenlemelere göre, kapatmaya konu eylemlerin “sadece işlenmiş� olması yeterli olup, bu eylemlerin hükmen sabit olması koşulu da aranmamaktadır. Bu nedenle kapatmaya konu eylemler hakkında açılmış ve mahkümiyetle sonuçlanmış davaların bulunmaması sonuca etkili değildir.C- LAİKLİ�E AYKIRI EYLEMLERİN ODA�I OLMAK DURUMUNDA SİYASİ PARTİ KAPATMA NEDENLERİNİN İRDELENMESİ1- Kapatma nedeninin hukuksal yönden irdelenmesiKısaca “laikliğe aykırı eylemlerin odağı durumuna gelmek� olarak isimlendiren kapatma nedeni, Anayasa’nın 69 ncu maddesinin altıncı fıkrası yoluyla, 68 nci maddesinin dördüncü fıkrasında düzenlenmiş bulunmaktadır.Ancak siyasi parti kapatma nedenlerinden birisi olan “laikliğe aykırı eylemlerin odağı olmak� olgusunun Anayasal ve yasal düzenlemelerden hareketle değerlendirilmesine geçmeden önce laiklikten ne anlaşılması gerektiği, bu ilkenin Anayasa’da ve Anayasa Mahkemesi kararlarında ne şekilde yer aldığı hususlarında açıklama yapılmasında fayda bulunmaktadır.Lâiklik, ortaçağ dogmatizmini yıkarak aklın öncülüğü, bilimin aydınlığı ile gelişen özgürlük ve demokrasi anlayışının, uluslaşmanın, bağımsızlığın, ulusal egemenliğin ve insanlık idealinin temeli olan bir uygar yaşam biçimidir. Çağdaş bilim, skolâstik düşünce tarzının yıkılmasıyla doğmuş ve gelişmiştir. Lâiklik, toplumların düşünsel ve örgütsel evrimlerinin son aşaması; ulusal egemenliğe, demokrasiye, özgürlüğe ve bilime dayanan siyasal, sosyal ve kültürel yaşamın çağdaş düzenleyicisidir. İnsanı kul olmaktan çıkarıp birey yapan, bireye kişiliğini geliştirmesi için özgür düşünce olanaklarını veren, bu yolla siyaset-din ve inanç ayrımını gerekli kılarak din ve vicdan özgürlüğünü sağlayan ilkedir. Dinsel düşünce ve değerlendirmelerin geçerli olduğu dine dayalı toplumlarda, siyasal örgütlenme ve düzenlemeler de dinsel niteliklidir. Lâik düzende ise din, siyasallaşmadan kurtarılır, yönetim aracı olmaktan çıkarılır, gerçek ve saygın yerinde tutularak kişilerin vicdanlarına bırakılır. Dünya işlerinin lâik hukukla, din işlerinin de (inanç ve ibadet çerçevesinde) kendi kurallarıyla yürütülmesi, çağdaş demokrasilerin dayandığı temellerden biridir. Bu bağlamda; laik devlet düzeninde kamusal düzenlemelerin kaynağı dinî kurallar olamaz ve bu düzenlemelerin dinî kurallara göre yapılması düşünülemez.Demokratik ve lâik devlet, bireyler arasında inançlarına göre ayırım gözetemez. Herkes, dinini seçmekte, inançlarını açıklamakta, din ve vicdan özgürlüğü sınırları içerisinde serbesttir. Lâik bir toplumda, Devletin dinlerden birini tercih fikri, ayrı dinlere bağlı yurttaşların yasa önünde eşitliğine de aykırı düşer. Lâik ülkelerde, gerçek vicdan özgürlüğünden söz edilebilmesi, lâikliğin bu özgürlüğün de güvencesi olduğunu göstermektedir. Ayrıca devletin, her dinin mensuplarının kendi dinsel kurallarına tabi olarak yönetilmesini benimsemesi, çok hukukluğunun geçerlilik kazanması anlamındadır. Bu durum ise, devleti dışlayıcıdır ve dinler yönünden de ayrımcılık yaratmaktadır.Laik düzende, devlet dinlere karşı tarafsız olup, devletin tarafsızlığı dinsel özgürlüklerin sınırsızlığı anlamında değildir. Devlet, hak ve özgürlüklerin korunması yönünden bu alanda düzenlemeler yapabilir ve sınırlamalar öngörebilir. Ancak bu sınırlamalar yapılırken kuşkusuz, bir dinin korunması ya da baskılanması amaçlanmaz; demokratik toplum gereklerine göre hareket edilir.Türkiye’de lâiklik ilkesinin uygulanması, kimi batılı ülkelerdeki lâiklik uygulamalarından farklıdır. Lâiklik ilkesinin, her ülkenin içinde bulunduğu koşullarla her dinin özelliklerinden esinlenmesi ve buna göre değişik nitelikleri ve uygulamaları ortaya çıkarması doğaldır. İslâm ve Hıristiyan dinlerinin farklı özellikleri gereği, ülkemizde ve batı ülkelerindeki uygulamalar farklı olmuştur. Kaldı ki, aynı dinî benimseyen batı ülkelerinde de lâiklik anlayışı ayrılıklar göstermiş, değişik ülkelerde ayrı ayrı yorumlandığı gibi aynı ülkede farklı dönemlerde, kimi kesimlerce kendi anlayışları ve siyasal tercihleri doğrultusunda değişik biçimde yorumlanabilmiştir. Yalnızca felsefi bir kavram olmayıp yasalarla yaşama geçirilerek hukuksal bir değer kazanan lâiklik, uygulandığı ülkelerin, dinsel, sosyal ve siyasal koşullarından etkilenmektedir. Tarihsel gelişiminin farklılığı nedeniyle Türkiye için ayrı bir özellik taşıyan lâiklik, Anayasa ile benimsenen ve korunan bir ilkedir.Bu bağlamda Türkiye’deki siyasal İslamı esas alan partiler ile Avrupa’daki Hıristiyan Demokrat Partiler arasında hiçbir benzerlik bulunmamaktadır. Türkiye’de siyasal İslam, yalnızca kişi ile Tanrı arasındaki alanla sınırlı kalmayarak, devlet ve toplum kurallarını da düzenleme iddiasındadır. Siyasal İslam7ın temel düsturu şeriattır. İslam şeriatı kişinin inanç dünyasına ilişkin kurallar kadar dünyevi yaşamını ve bunun ötesinde devlet ve toplum yaşamını da düzenleyen, bu kuralları Tanrı buyruğu olarak kabul edip değiştirilmesi bir yana tartışılmasını bile yasaklayan kurallar bütünüdür. Bu nedenle siyasal İslam ve onun anayasası niteliğindeki şeriat demokratik değil, totaliterdir. Siyasal İslam demokrasiyi bir araç, şeriatı da bir amaç edindiği için demokrasinin kendisini korumaya ilişkin kural ve kurumlarının takibinden kurtulmak için kaynağını da yine şeriat düzeninden alan takiyye yöntemini kullanmaktadır.Türkiye Cumhuriyeti’nin ve çağdaş demokrasilerin en önemli yapı taşlarından olan lâiklik ilkesi ile devletin akla ve bilim kurallarına göre kurumsallaşması amaçlanmıştır. Laik devlet, ilkelerine, hükümet icraat ve prensiplerini, kanun ve nizamlarını dini kayıt ve düşüncelerle bağlı olmayarak doğrudan doğruya bilimin verilerinden yararlanarak, kişi ve toplum gereksinmelerini göz önünde bulundurarak oluşturur. Dini kurallar Devlet yönetim ve prensiplerinden tamamen ayrılır ve kişilerin vicdanlarında yerini bulur. Karşılıklı saygı, hoşgörü ve anlayışa katkıda bulunan lâiklik, ulusal birliğin de temelini oluşturmuştur. Batı aydınlamasının da temeli olan lâikliğin, insana, dine saygısı, dinî kendi yerinde tutan anlayışı, aklın ve bilimin öncülüğünde çağdaşlaşmayı gerçekleştirmiştir. Oysa tarih, dini kural ve prensiplerle yönetilen hiçbir ülkede demokrasinin ve tüm insanlığın ortak kazanımları olan temel hak ve özgürlüklerin yaşama geçirildiğine tanıklık etmemiştir. Demokrasinin ve çağdaşlığın temeli olan demokratik ve laik Cumhuriyet sayesinde Türk insanı ümmetten ulusa, kulluktan yurttaşlığa, geçebilmiştir.Lâiklik ilkesinin kabulüyle, dogmatizmin katı ve değişmez kalıpları yerine akla ve bilime dayanan değerler geçmiş, dinsel duygular sahibinin vicdanında dokunulmaz yerini almıştır. Değişik inançlara sahip olanlar, inançlarına sağlanan güvence sayesinde birlikte yaşama gereğini benimseyerek devletin kendilerine karşı eşit yaklaşımından güven duymuşlardır. Böylece, iç barış sağlanarak vatandaşlar, ulus bilinciyle, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türk Ulusu’nun bireyleri olmuşlardır. Hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü ilkesi, gücünü lâiklikten almış, milliyetçilik ilkesi lâiklikle tamamlanmış, Türk Devrimi lâiklikle anlam kazanmıştır. Anayasa’da da bu ilkenin değiştirilemeyeceği öngörülmüştür. Lâiklik, devlet etkinliklerinde dinin, bilimin yerine geçmesini önleyerek çağdaşlaşmayı hızlandırmıştır.Devlete, dinsel konularda denetim ve gözetim hakkı tanınması, din ve vicdan özgürlüğünün, demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı bir sınırlama sayılamaz. Devlet-din özdeşliğinin yol açtığı zararlar lâiklikle önlenmiş, çağdaş uygarlık yolu lâiklik ilkesiyle açılmış, bağımsız bir hukuk kurumu olarak yeni yapısına kavuşmuştur. Demokrasiye geçişin de aracı olan lâiklik, Türkiye’nin yaşam felsefesidir. Lâik devlette, kutsal din duyguları politikaya, dünya işlerine, hukuksal düzenlemelere kesinlikle karıştırılamaz. Bu tür düzenlemeler, dinsel gerekler ve düşüncelerle değil, bilimsel verilerden yararlanılarak kişi ve toplum gereksinimlerine göre yapılır<SEE FOOTNOTE>.<FOOTNOTE> Anayasa Mahkemesi’nin 16.1.1998 günlü ve 1/1 sayılı kararı.2 AMK, E.1988/64, E.1990/2, E. 1988/62, E. 1990/3.Laiklik ilkesi; 5 �ubat 1937 tarih ve 2115 sayılı Yasa ile Türkiye Cumhuriyeti’nin nitelikleri arasında yer almıştır. Laik devlet ilkesinin cumhuriyetin temel nitelikleri arasında yer verilmesine 1961 ve 1982 Anayasalarında devam edilmiş ve her iki Anayasa laiklik ilkesini sıkı bir korumaya almıştır.Laiklik, Türkiye Cumhuriyeti’nin en temel özelliğidir. Devlet düzenini yansıtan anayasa ve dolayısıyla hukuk düzeni, laiklik ilkesine göre biçimlenmiştir. Bu durum, Anayasa’nın başlangıç bölümünde ve birçok maddesinde ifade edilmiştir.1982 Anayasa’sının, Başlangıç kısmının 7. paragrafında: “Hiçbir faaliyetin Türk milli menfaatlerinin, Türk varlığının, Devleti ve ülkesiyle bölünmezliği esasının, Türklüğün tarihi ve manevi değerlerinin, Atatürk milliyetçiliği, ilke ve inkılâpları ve medeniyetçiliğinin karşısında korunma göremeyeceği ve lâiklik ilkesinin gereği olarak kutsal din duygularının, Devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılamayacağı� ifadesine yer verilerek, laiklik ilkesinin, anayasanın dayandığı temel değer ve prensiplerden biri olduğu ilan edilmiş, kutsal din duygularının devlet işlerine ve politikaya karıştırılamayacağı belirtilmiştir.Anayasanın 176. maddesi göre, Anayasa metnine dâhil olan ve uygulanabilirlik açısından diğer maddelerden bir farkı bulunmayan Başlangıç bölümü Anayasa Mahkemesinin ifadesiyle “Anayasanın dayandığı temel görüş ve ilkeleri içermekle Anayasa maddelerinin amacını ve yönünü belirleyen bir kaynak�tır.<SEE FOOTNOTE><FOOTNOTE>Laiklik ilkesi, Anayasa’nın 4. maddesine göre “değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez� vasfa sahip 2. maddede Cumhuriyetin nitelikleri arasında da sayılmıştır.Anayasanın 2. maddesinde, “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir.� hükmüne yer verilmiştir.Ancak Başlangıç Kısım 7. paragraf dikkate alındığında laikliğin sadece cumhuriyetin niteliklerinden biri olmanın ötesinde cumhuriyetin temeli olduğu anlaşılır.Laiklik 2. maddenin gerekçesinde şöyle açıklanmaktadır “Hiçbir zaman dinsizlik anlamına gelmeyen laiklik, her ferdin istediği inanca, mezhebe sahip olabilmesi, ibadetini yapabilmesi ve dini inançlarından dolayı diğer vatandaşlardan farklı bir muameleye tabi kılınmaması anlamına gelir.� Görülüyor ki gerekçede vurgu yapılan laikliğin “dinsizlik� olarak yorumlanamayacağı, başka bir ifadeyle laikliğin toplumsal ilişkilerin manevi değerlerden soyutlanmasını gerektirmediğidir.Anayasanın 6. maddesinde yer alan “Egemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir.�,�Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.� hükümleriyle egemenliğin ilahi değil beşeri bir iradeden kaynaklandığını ifade edilerek laikliğe vurgu yapılmaktadır. Yasama yetkisi, Ulus adına TBMM’nin olup; yürütme yetki ve görevi ise Anayasa ve yasalara uygun olarak kullanılarak yerine getirilir. Bu anlamda, Ulus devlette, kaynağını bizatihi dinden alan bir yetki kullanılamaz ve böyle bir görev yerine getirilemez.Laikliğin bir başka gerekliliği olan eşitlik ilkesi Anayasa 10. maddede şöyle ifade edilmiştir: “ Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir… Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.�11 nci maddede Anayasa hükümlerinin herkesi bağladığı, 12. maddede ise temel hak ve özgürlüklerin kişinin topluma, ailesine ve diğer kişilere karşı ödev ve sorumluluklarını da içerdiği hükme bağlanmıştır.Anayasa’nın 13 ncü maddesine göre, temel haklar da sınırlama yapılırken, bu sınırlamalar demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine ve de ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.Anayasa 14. madde 1. fıkrasında yer alan “Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve laik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz.� hükmü ile temel hak ve özgürlüklerin kötüye kullanılmasının hiçbir koşulda koruma göremeyeceği, bu yolla laik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetlere girişilemeyeceği öngörülmüştür.Anayasanın “Din ve vicdan hürriyeti� başlıklı 24. maddesi 1. fıkrasında “Herkes, vicdan, dini inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir.� cümlesiyle din ve vicdan özgürlüğü tanınmış, ikinci fıkrada “14 üncü madde hükümlerine aykırı olmamak şartıyla ibadet, dini âyin ve törenler serbesttir� ifadesiyle dinin uygulama kısmına bir sınırlama getirilmiştir. Maddenin 3. fıkrasında “Kimse, ibadete, dini âyin ve törenlere katılmaya, dini inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; dini inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz ve suçlanamaz.� denilerek dini inanç ve kanaat özgürlüğü düzenlenmiştir. Maddenin 5. fıkrasında ise “Kimse, Devletin sosyal, ekonomik, siyasi veya hukuki temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasi veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun, dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz� hükmü öngörülerek dinin ve dini duyguların siyasi amaçlara alet edilmesi yasaklanmıştır. Bu yasakla amaçlanan; dinin ve din duygularının şahsi veya siyasi nüfuz elde etmek amacıyla dinin aldatma aracı haline getirilmesinin önlenmesidir.Anayasa’nın 26 ncı maddesinde düzenlenen düşünce özgürlüğü ile 34 ncü maddesinde düzenlenen toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı da, başkalarının hak ve özgürlüklerini korumak amacıyla yasayla sınırlanabilmektedir. Bu bağlamda laik düzenin ortadan kaldırılmasına dayalı olarak başkalarının hak ve özgürlüklerini korumaya dayanarak, yasayla bu özgürlükle sınırlanabilecektir.Anayasa’nın 42 nci maddesi uyarınca, eğitim ve öğretim Atatürk ilke ve devrimleri doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre yerine getirilebilir ve eğitim ve öğretim özgürlüğü Anayasaya sadakat borcunu ortadan kaldırmaz.Anayasanın 58 nci maddesinde gençlerin pozitif bilim ve Atatürk ilke ve devrimleri çerçevesinde yetiştirileceği, 130 ncu maddesinde ise yükseköğretimde çağdaş eğitim ve öğretim esaslarına dayanan bir düzen içerisinde bilimsel ilkelere uygun olarak eğitim, öğretim ve araştırmalar yapılabileceği öngörülmüştür.Anayasanın 174. maddesinde, Türkiye Cumhuriyetinin laiklik niteliğini koruma amacını güden devrim yasalarının hükümlerinin, Anayasaya aykırı olduğu şeklinde anlaşılamayacağı ve yorumlanmayacağı belirtilmiştir.1961 Anayasası’nın 153. maddesi, 1982 Anayasası’na 174. madde olarak alınmış, ayrıca 1982 Anayasası’nın Başlangıcıyla kimi maddelerinde açıkça yer verilerek laiklik anlayışı benimsenmiştir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi gerek 1961 Anayasası gerekse 1982 Anayasası döneminde birçok kararında ayrıntılarıyla açıkladığı laiklik ilkesinin Anayasal düzenin temeli ve Anayasa’da benimsenmiş bütün temel ilkelere egemen bir düşünce olduğunu belirtmiş, laikliğin koruması yönünde son derece hassas davranmıştır<SEE FOOTNOTE>.<FOOTNOTE> 20.5.1971 günlü, 7/1 sayılı; 21.10.1971 günlü, 53/76 sayılı; 3.7.1980 günlü, 19/48 sayılı; 25.10.1983 günlü, 2/2 sayılı; 4.11.1986 günlü, 11/26 sayılı; 7.3.1989 günlü, 1/12 sayılı; 9.4.1991 günlü 36/8 sayılı; 2.2.1996 günlü, 15/5 sayılı; 16.1.1998 günlü ve 1/1 sayılı; 22.6.2001 günlü ve 2/2 sayılı.Kararlarda ilk göze çarpan unsur batı dünyasından alınan laiklik kavramının Türkiye’de farklı bir anlam taşıması bu nedenle farklı bir uygulama şeklinin gerekliliğidir. Uygulama farklılığı ülkelerin içinde bulundukları özgün şartlar, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasında laikliğin önemi, modern devlet yaratma sürecinde laikliğin rolü ya da İslam dininin öznel yapısı ile gerekçelendirilmiştir;“Her şeyden önce şurasını belirtilmelidir ki, laiklik ilkesi din ve Devlet ilişkilerini düzenleyen bir ilke olması nedeniyle, her ülkenin içinde bulunduğu ve her dinin bünyesinin oluşturduğu koşullar arasındaki ayrılıkların, laiklik anlayışında da ortaya ayrımlar çıkarması zorunlu bir sonuçtur.�<SEE FOOTNOTE><FOOTNOTE> AMK., E. 1970/53, K. 1971/76, k.t.21.10.1971.“Türkiye’de laiklik ilkesinin uygulanması, rejimleri değişik kimi batılı ülkelerdeki laiklik uygulamalarından farklıdır. Laiklik ilkesinin, her ülkenin içinde bulunduğu koşullarla her dinin özelliklerinden esinlenmesi, bu koşullarla özellikler arasındaki uyum ya da uyumsuzlukların laiklik anlayışına da yansıyarak değişik nitelikleri ve uygulamaları ortaya çıkarması doğaldır.�<SEE FOOTNOTE><FOOTNOTE> AMK., E. 1989/1, K. 1989/12, k.t.7.3.1989.“İslamlık bireylerin yalnız vicdanlarına ilişkin olan dinî inanç bölümünü düzenlemekle kalmamış, aynı zamanda bütün toplum ilişkilerini, devlet faaliyetlerini ve hukuku da tanzim etmiştir�<SEE FOOTNOTE><FOOTNOTE> AMK., E. 1995/17, K. 1995/16, k.t.21.06.1995.Anayasa Mahkemesi değişik kararlarında tekrar ettiği laiklik anlayışını şöyle açıklamaktadır:<SEE FOOTNOTE><FOOTNOTE> AMK., E. 1989/1, K. 1989/12, k.t.7.3.1989; E. 1995/17, K. 1995/16, k.t.21.06.1995.1-Dinin devlet işlerinde etkili ve egemen olmaması,2-Dinin, bireyin manevi yaşamına ilişkin olan dini inanç bölümünde, aralarında ayrım gözetilmeksizin, sınırsız bir özgürlük tanınarak dinlerin anayasal güvence altına alınması,3-Dinin, bireyin manevi yaşamını aşarak toplumsal yaşamı etkileyen eylem ve davranışlara ilişkin bölümlerinde, kamu düzenini, güvenliğini ve yararını korumak amacıyla sınırlamalar yapılması ve dinin kötüye kullanılmasının ve sömürülmesinin yasaklanması,4-Kamu düzeninin ve haklarının koruyucusu sıfatıyla, dinsel hak ve özgürlükler konusunda devlete denetim yetkisi tanınması.Görülüyor ki Anayasa Mahkemesi din ile devletin birbirinden ayrılmasını laikliğin gereği saymıştır: “Hukuki yönden, klasik anlamda laiklik, din ve Devlet işlerinin birbirinden ayrılması anlamına gelmektedir. Ayrılık, dinin Devlet işlerine, Devletin de din işlerine karışmaması biçimindedir. ...�<SEE FOOTNOTE><FOOTNOTE> AMK., E. 1970/53, K. 1971/ 76, k.t.21.10.1971“Devlete, dinsel konularda denetim ve gözetim hakkı tanınması, din ve vicdan özgürlüğünün demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı bir sınırlama sayılamaz.�<SEE FOOTNOTE><FOOTNOTE> AMK., E.1989/1, K. 1989/12, k.t.7.3.1989“Laik düzende özgün bir sosyal kurum olan din, devlet kuruluşuna ve yönetimine egemen olamaz� “… sınırsız, denetimsiz bir din hürriyeti ve bağımsız bir dini örgütlenme anlayışının ülkemiz için pek ağır tehlikelerle yüklü olduğu uzak ve yayın tarihi tecrübelerle anlaşılmıştır. Bu nedenlerle Anayasa Koyucu, mabedin ve din işleriyle uğraşan kimselerin özerkliği veya bağımsızlığı biçiminde sınırsız ve Devlet denetimi dışında kalan bir din hürriyeti anlayışının Anayasa’da kabul edilen laiklik düzeni ve ilkelerine uygun görmemiştir�<SEE FOOTNOTE><FOOTNOTE> AMK., E.1995/17, K. 1995/16, k.t.21.06.1995Temel hak ve özgürlükler açısından konuya yaklaştığımızda Anayasa Mahkemesi’nin, devlet yönetiminde din kurallarından esinlenilmemesi gerektiği biçimindeki en geniş laiklik anlayışına bağlı kaldığını görüyoruz:“laik devlette, kutsal din duyguları politikaya, dünya işlerine, hukuksal düzenlemelere kesinlikle karıştırılamaz. Bu tür düzenlemeler, dinsel gerekler ve düşüncelerle değil, bilimsel verilerden yararlanılarak kişi ve toplum gereksinimlerine göre yapılır.... Dinsel kurallardan arındırılmış, akla ve bilime dayanan, dinsel inancı kişilerin vicdanlarına bırakan laik devlette, hukuk düzeninin dinsel gereklerle sağlanıp sürdürülmesi benimsenemez.... Yasalar dine dayanamaz ve bağlanamaz. Yasalar ilkelerini dinden değil, yaşamdan ve hukuktan almazlarsa hukuk devleti niteliği zedelenir. Yasalar dinsel temele oturtulamaz.�<SEE FOOTNOTE><FOOTNOTE> AMK., E.1989/1, K. 1989/12, k.t. 7.3.1989; E.1990/36, K. 1991/8, k.t. 9.4.1991.“Anayasa’daki laiklik ilkesine ... karşı eylemlerin demokratik bir hak olduğu savunulamaz. Anayasal ayrıcalığa sahip laiklik ilkesi, demokrasiye aykırı olmadığı gibi tüm hak ve özgürlüklerin de bu temel ilke ele alınarak değerlendirilmesi zorunludur.... laiklik ilkesine özel bir önem ve üstünlük tanıyan Anayasa, özgürlüklere karşı laiklik ilkesini özenle korumayı amaçlamış ve bu ilkenin özgürlüklere kıydırılmasına olanak tanımamıştır.�<SEE FOOTNOTE><FOOTNOTE> AMK., E:1989/1, K. 1989/12, k.t. 7.3.1989“Türk Ulusu’nun yücelmesi bakımından laikliğin Anayasa’da öngörülen kimi sınırlamaları zorunlu kılan bir neden, Anayasa’da benimsenmiş bütün temel ilkelere egemen bir düşünce olduğu yinelenerek ortaya konulmuştur.�<SEE FOOTNOTE><FOOTNOTE> AMK., E. 1989/1, K. 1989/12, k.t. 7.3.1989“… laiklik karşıtı beyan ve davranışlarıyla, demokratik hak ve özgürlükleri, demokrasiyi ortadan kaldıracak olan şeriat düzeninin getirilmesi için araç olarak kullandıkları anlaşılmıştır. Bu tür davranışların, . . .korunmaları olanaksızdır�.<SEE FOOTNOTE><FOOTNOTE> AMK., E.1997/1 K.1998/1, k.t. 16.1.1998Bu tavır laiklikle Cumhuriyet’in diğer nitelikleri arasında ilişki kuran Mahkeme kararlarında açıkça görülmektedir.“Demokratik düzen, dinsel gerekleri egemen kılmayı amaçlayan şeriat düzeninin karşıtıdır. Dinsel gereklere yönetimde ağırlık veren bir düzenleme demokratik olamaz. Demokratik devlet ancak laik devlettir�<SEE FOOTNOTE><FOOTNOTE> AMK., E:1989/1, K. 1989/12, k.t. 7.3.1989“Hukuk Devleti, hukukun üstünlüğü ilkesi gücünü laiklikten almış, milliyetçilik ilkesi laiklikle tamamlanmış, Türk Devrimi laiklikle anlam kazanmıştır.�<SEE FOOTNOTE><FOOTNOTE> AMK., E:1989/1, K. 1989/12, k.t. 7.3.1989“Laikliğin, Türk Devrimi’nin, Cumhuriyetin özü ve ulusal yaşamın temeli olduğu bir gerçektir.�<SEE FOOTNOTE><FOOTNOTE> AMK., E. 1989/1, K. 1989/12, k.t.7.3.1989“Gerçekte laiklik din-devlet işleri ayrılığı biçiminde daraltılamaz. Boyutları daha büyük, alanı daha geniş bir uygarlık, özgürlük ve çağdaşlık ortamıdır. Türkiye’nin modernleşme felsefesi, insanca yaşama yöntemidir, insanlık idealidir.�<SEE FOOTNOTE><FOOTNOTE> AMK., E.1989/1, K.1989/12, k.t. 7.3.1989“Laiklik, orta çağ dogmatizmini yıkarak aklın öncülüğü, bilimin aydınlığı ile gelişen özgürlük ve demokrasi anlayışını, uluslaşmanın, bağımsızlığın, ulusal egemenliğin ve insanlık idealinin temeli kılan bir uygar yaşam biçimidir. Çağdaş bilim, skolâstik düşünce tarzının yıkılmasıyla doğmuş ve gelişmiştir�<SEE FOOTNOTE><FOOTNOTE> AMK., E.1989/1, K.1989/12, k.t.7.3.1989“Devlete egemen ve etkin güç, dinsel kurallar ve gerekler değil, akıl ve bilimdir. Din, kendi alanında, vicdanlardaki yerinde, Tanrı-insan arasındaki inanış olgusudur. Kişinin iç inanç dünyasının düzenleyicisi olan dinin, devlet işlerinde söz sahibi ve çağdaş değerlerle, hukukun yerine geçerek yasal düzenlemelerin kaynağı ve dayanağı olması düşünülemez.�<SEE FOOTNOTE><FOOTNOTE> AMK., E.1989/1, K.1989/12, k.t. 7.3.1989“Çağdaşlaşmayı hızlandıran ve Türk Devrimi'nin kaynağı olan laiklik ilkesi toplumun akıl ve bilim dışı düşüncelerle yargılardan uzak kalmasını amaçlar�<SEE FOOTNOTE><FOOTNOTE> AMK., E.1989/1, K.1989/12, k.t.7.3.1989Bu açıklamalardan sonra, “laikliğe aykırı eylemlerin odağı olmak� olgusunun Anayasal ve yasal düzenlemelerden hareketle değerlendirilmesi gerekmektedir.Anayasa’nın 68 nci maddesinin dördüncü fıkrasına göre “siyasi partilerin tüzük ve programları ile eylemleri, … insan haklarına, eşitlik ve hukuk devleti ilkelerine, millet egemenliğine, demokratik ve lâik Cumhuriyet ilkelerine aykırı olamaz; sınıf veya zümre diktatörlüğünü veya herhangi bir tür diktatörlüğü savunmayı ve yerleştirmeyi amaçlayamaz; suç işlenmesini teşvik edemez.� Belirtilen bu kurallara aykırı eylemlerin odağı durumuna gelmek kapatma nedenidir.Anayasa’nın 68 nci ve 69 ncu maddelerine göre, siyasi partiler demokratik hayatın vazgeçilmez unsurlarından olup, çalışmaları ve faaliyetleri demokrasi esaslarına aykırı olamaz.Anayasa ile kastedilen demokrasi, kuşkusuz çoğulcu ve laik demokrasidir. Anayasa ve yasaların Atatürk’e, Atatürk ilke ve devrimlerine, Atatürk milliyetçiliğine özel önem vermesi ise, konumuz yönünden kuşkusuz Atatürk’ün bir İslam toplumunda ilk kez şeri düzeni ortadan kaldırıp laik hukuk düzenine dayalı Ulus devlet olan Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve simgesi olmasıdır. Laikliğe aykırılığın odaklığı irdelenirken, Atatürk’e yönelik saldırı ve eylemler özellikle bu yönüyle ele alınmalıdır.SPY’da laikliğin korunmasına özel önem vererek bu konuda düzenlemeler getirmiştir.Buna ilişkin olarak :Yasanın 3 üncü maddesinde siyasi partilerin çağdaş medeniyet düzeyine ulaşmayı amaç edinmeleri hükme bağlanmış, 4 ncü maddesinde ise demokratik siyasi hayatın vazgeçilmezi olan siyasi partilerin, Atatürk ilke ve devrimlerine ve Anayasa’daki demokrasi esaslarına bağlı olarak çalışmaları gerektiği belirtilmiştir.SPY’nın 78 nci maddesi uyarınca siyasi partiler, Türkiye Devletinin Cumhuriyet olan şeklini; Anayasanın başlangıç kısmında ve 2 nci maddesinde belirtilen esaslarını; egemenliğin kayıtsız şartsız Türk Milletine ait olduğu ve bunun ancak, Anayasanın koyduğu esaslara göre yetkili organları eliyle kullanılabileceği esasını; hiçbir kimse veya organın, kaynağını Anayasadan almayan bir devlet yetkisi kullanamayacağı hükmünü değiştirmek; Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, dil, ırk, renk, din ve mezhep ayrımı yaratmak veya sair herhangi bir yoldan bu kavram ve görüşlere dayanan bir devlet düzeni kurmak amacını güdemezler veya bu amaca yönelik faaliyette bulunamazlar, başkalarını bu yolda tahrik ve teşvik edemezler. Yine bu maddeye göre, bölge, ırk, belli kişi, aile, zümre veya cemaat, din, mezhep veya tarikat esaslarına dayanamaz veya adlarını kullanamazlar. Herhangi bir tür diktatörlüğü savunmayı ve yerleştirmeyi amaçlayamazlar ve bu amaca yönelik faaliyette bulunamazlar. Anayasanın hiçbir hükmünü, Anayasada yer alan hak ve hürriyetleri yok etmeye yörelik bir faaliyette bulunma hakkını verir şekilde yorumlayamazlar.SPY’nın 81 nci maddesine göre dini kültür veya mezhep farklılığına dayalı azınlıklar bulunduğunu ileri süremeyecekleri gibi; 83 ncü madde hükmü gereğince felsefi inanç, din ve mezhep ayrımı gözetilmeksizin herkesin yasa önünde eşit olduklarına aykırı amaç güdemezler ve faaliyette bulunamazlar.Siyasi partiler SPY’nın 84 ncü ila 89 ncu maddeleri uyarınca; Türkiye Cumhuriyeti’nin laiklik niteliğini koruma amacı güden devrim yasalarına aykırı amaç güdemezler ve faaliyette bulunamazlar. Türk Ulusu’nun Kurtarıcısı, Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Atatürk'ün şahsiyet ve faaliyetlerini veya hatırasını kötülemek veya küçük düşürmek amacını güdemez ve buna yol açabilecek davranış ve faaliyetlerde bulunamazlar. Türkiye Cumhuriyetinin laiklik niteliğinin değiştirilmesi ve halifeliğin yeniden kurulması amacını güdemez ve bu amaca yönelik faaliyetlerde bulunamazlar. Devletin sosyal veya ekonomik veya siyasi veya hukuki temel düzenini, kısmen de olsa dini esas ve inançlara uydurmak amacıyla veya siyasi amaçla veya siyasi menfaat temin ve tesis eylemek maksadıyla dini veya dini hissiyatı veya dince mukaddes tanınan şeyleri alet ederek her ne suretle olursa olsun propaganda yapamaz, istismar edemez veya kötüye kullanamazlar. Siyasi partiler, herhangi bir şekilde dini tören ve ayin tertipleyemez veya parti sıfatıyla bu gibi tören ve ayinlere katılamazlar. Dini bayramlar, ayinleri ve cenaze törenlerini parti gösterilerine ve propagandalarına vesile yapamazlar.Bu çerçevede Türkiye Cumhuriyeti yönünden olmazsa olmaz değer taşıyan laiklik ilkesini korumak amacıyla getirilen düzenlemelere, siyasi partiler uymak; hatta laikliği pekiştirici iş ve işlemlerde bulunmak durumundadırlar. Bu cümleden olarak; siyasi partilerin Anayasa’da tarif edilen laiklik ilkesinin içeriğini boşaltmaya, değiştirmeye yönelik düşünce açıklamaları, insan haklarına, eşitlik ve hukuk devleti ilkelerine, ulus egemenliğine, demokratik ve laik Cumhuriyet ilkesine aykırı eylemlerde bulunmaları, yine herhangi bir tür diktatörlüğü/totalitarizmi savunarak, bu çerçevede suç işlenmesini özendirmeleri de temel de laikliğe aykırılık oluşturmaktadır. �öyle ki, laiklik ilkesi, çoğulcu demokratik düzenin olmazsa olmaz koşuludur. Çoğulcu demokrasi de ise, egemenliğin kaynağı Tanrı değil, Ulustur. Çoğulcu demokrasi, insan haklarını ve eşitlik ilkesini koruyan ve içselleştiren bir hukuk devletinin varlığını da gerektirir. �eriat, din egemenliği ve totalitarizm boyutu nedeniyle, ayrıca buna ulaşmak için mevcut düzene aykırı ve suç teşkil eden eylemlerin işlenmesi de bu çerçevede değerlendirilmektedir. Bu konuların biri, bir kaçı ya da hepsine aykırı eylemlerin odağı olmak, sonuçta laikliğe aykırı eylemlerin odağı olmak anlamındadır.Bir siyasi partinin laikliğe aykırı eylemlerin odağı olması ise, Anayasa’nın 69 ncu maddesinin altıncı fıkrası ve SPY’nın 101 nci maddesi gereğince, kapatma nedenidir. Tarihi deneyimleri nedeniyle laiklik ilkesi, Türkiye için çok özel bir öneme sahiptir ve bu konuda Türkiye’nin takdir hakkı da geniştir. Takdir hakkının genişliği, temel hak ve özgürlükler alanındaki sınırlamaların en dar anlamıyla yorumlanması gerektiği yolundaki İHAM görüşüne aykırılık oluşturmamaktadır. Bu nedenden dolayı bir siyasi partinin kapatılması, İHAS’ın 11 nci maddesinin ikinci fıkrası kapsamındaki yasal amaçlara uygundur. Laiklik kavramı, Avrupa kamu düzeni içerisinde de koruma görmektedir. Bu bağlamda şeriat ta Avrupa kamu düzeniyle bağdaşmamaktadır(RP/Türkiye Kararı). Avrupa kamu düzeni içerisinde yer alan Türkiye yönünden, açıklanan kapatma nedeni, hem bu bütünün parçası olmasının, hem de ayrıca kendi hukuk düzeninin bir gereğidir.2- Kapatma yaptırımına konu eylemler ve siyasi partiye isnat edilebilirliğiBir siyasi partinin, laikliğe aykırı eylemlerin odağı durumuna gelmesi ve bu nedenle kapatılabilmesi için, bu eylemlerin, Anayasa’nın 69 ncu maddesinin altıncı fıkrası ve SPY’nın 103 ncü maddesine göre;Bu eylemlerin, o partinin üyelerince yoğun bir biçimde işlenmesi ve bu durumun da, o partinin büyük kongre veya genel başkan veya merkez karar veya yönetim organları veya Türkiye Büyük Millet Meclisindeki grup genel kurulu veya grup yönetim kurulunca zımnen veya açıkça benimsenmesi,Ya da bu eylemlerin, doğrudan doğruya anılan parti organlarınca kararlılık içinde işlenmesi,gerekmektedir.Bir siyasi partinin kapatılmasını gerektiren eylemlerin, aleniyet kazanmış, belli bir konuyu ihtiva etmesi yeterli olup, ceza hukuku kapsamında mutlaka suç olarak düzenlenmiş ve bu konudaki davaların da mahkumiyetle sonuçlanmış olması gerekmemektedir. Ancak eylem aynı zamanda ceza hukuku kapsamında suç olarak düzenlenmiş ise, bu konuda ceza mahkemesindeki davaların sonuçlanmasını beklemeye gerek bulunmamaktadır. Ceza mahkemesinde sonuçlanarak kesinleşen davalarda verilen kararlar ise, sadece eylemin kesin olarak işlenmemiş olduğu veya işlenmiş olduğu yönündeki tespitler yönünden bağlayıcıdır.Siyasi partiler, demokratik bir rejimde hak ve özgürlüklerden en çok yararlanması gereken örgütlerdir. Bu durum siyasi partiler için daha geniş bir faaliyet alanını ortaya çıkarmaktadır. Geniş faaliyet alanının bulunması demek ise, siyasi partilerin eylemleri için farklı bir değerlendirme yapılmasını gerektirmektedir.Siyasi partinin geniş hareket sahasının bulunması, ona isnat edilen eylem aynı zamanda suç teşkil ediyorsa, toplum ve hukuk düzeni yönünden kınanan bu davranışın, siyasi parti yönünden kınanmayarak hukuka uygun değerlendirilmesini gerektirmez. Ancak toplum ve hukuk düzeni tarafından açıkça kınanmayan ve suç olarak düzenlenmeyen davranış ve eylemlerin, daha çok hak ve özgürlüklere sahip olan siyasi partiler yönünden kapatma davasına konu edilebilmesi, çok özel ve sınırlı durumlarda söz konusudur ki, bunlar da Anayasa’nın 68 nci maddesinin 4 ncü fıkrasına ve İHAS’ın 11 nci maddesinin ikinci fıkrasına uygun nitelikteki, yoğunluk ve kararlılıkla işlenen eylemlerdir.Hukuk düzeninin suç olarak öngörmediği eylem, bu eylemin bir siyasi parti tarafından veya siyasi parti aracı kılınmak yoluyla işlenmesi durumunda, yarattığı ve kaçınılmaz olarak yaratacağı sonuçları gözetildiğinde, siyasi parti için yasaklama gerektirebilir. Eylemin suç olarak düzenlenmemesi, o eylemin hiçbir biçimde kınanamaması sonucunu doğurmaz.Kaldı ki Anayasa’nın 68 nci maddesinin dördüncü fıkrasına dayanan ve bu fıkrayı açıklayarak siyasi partiler hakkındaki yasaklamaları sıralayan SPY’nın 78 nci ila 89 ncu maddeleri arasındaki düzenlemelere aykırılık, SPY’nın 117 nci maddesinde suç olarak ta öngörülmüştür. Siyasi partiye isnat edilen eylem hakkında, ceza davasının veya soruşturmasının açılmamış veya dokunulmazlık gibi yasal engeller nedeniyle açılamamış olması da, sonuca etkili değildir.Kapatma davasına konu edilen eylemlerin işlendiği tarihlerin bir önemi bulunmamaktadır. Eylemlerin üzerinden ne kadar süre geçse de, bu eylemlere, “odaklığın� ortaya konulması yönünden iddianamede dayanılması olasıdır.İHAS irdelenirken, siyasi parti kapatma yaptırımı ile ilgili olarak eylemlerin niteliği ve isnat edilebilirliği konusunda açıklanan durumlar, burada da geçerlidir.Siyasi partinin genel merkez organlarının (SPY md 13), il ve ilçe teşkilatlarının (SPY md 19, 20), TBMM grup genel kurulu ve grup yönetim kurulunun (SPY md 24, 25), üyelerinin (SPY md 12) eylemleri; o siyasi partinin, yasa, anayasa ve İHAS tarafından korunmayan, hedeflediği amaç veya siyasi projeyi gerçekleştirmek, kolaylaştırmak, altyapı hazırlamak veya bunları ifadeye yönelik ise, siyasi partiye isnat edilebilecektir. Bu noktada şunu da belirtmek gerekmektedir ki, partiyi temsil eden organlarca gerçekleştirilen eylem veya söylemlerin, partinin değil kendi kişisel görüşleri olduğu açıklanmadıkça, bu söylem ve eylemler de partiye isnat edilebilecektir. Ancak, siyasi partiyi sorumluluktan kurtarmak adına, siyasi partinin amaç ve hedefleriyle örtüşen eylem ve söylemlerin, kendi kişisel görüşleri olduğunun açıklanması da, kuşkusuz siyasi partiyi sorumluluktan kurtarmayacaktır.Yine eylem ve söylemlerin özellikle bir iktidar partisi yönünden somutlaşması yani sonuçlarının ortaya çıkması gerekmemektedir. Yasama organında çoğunluğa sahip bir siyasi partinin, bu eylem ve söylemleri her an için gerçekleştirebilecek konumda olması karşısında, bu eylem ve söylemlerin gerçekleşebilir olması karşısında, soyut olarak varlığı dahi, kapatma yaptırımına dayanak olabilecektir.Ancak özellik arzeden aşağıdaki konuların da açıklanması gerekmektedir.Bir siyasi parti üyesi olup, yerel yönetimlerde görev alanların eylemleri de, o siyasi partinin hedeflediği siyasi projeyi gerçekleştirmek veya ifade etmek amacına yönelikse, siyasi partiye isnat edilebilir.İktidarda bulunan bir siyasi parti, kuşkusuz kendi kadrolarını da, (bir örnek olarak bakan düzeyinde) devlet birimlerine taşımaktadır. Bu noktada, siyasi parti mensuplarına organik anlamda yakın planda çalışan, böylece siyasi partililerle yakın ve/veya yoğun ilişkide bulunan kamu görevlilerinin eylemlerinin, siyasi partiye isnat edilebilir olup olmadığının açıklanması gerekmektedir.Devletin idare mekanizması, söz konusu görevlinin bulunduğu makamın ışığında, ancak dar bir yoruma tabi tutulmalıdır (Vogt/Almanya Kararı). Bu bağlamda, devlet birimlerinde siyasi parti mensuplarına yakın planda çalışan (müsteşar, genel müdür gibi) kişilerin eylemleri, siyasi partinin amaçlarını ifadeye yönelikse, bu eylemler o birim üstü parti mensuplarınca ve ayrıca/dolayısıyla siyasi parti organlarınca zımnen veya açıkça benimseniyorsa, bunlarda siyasi partiye isnat edilebilecektir. Çünkü, siyasi partinin özellikle iktidardaki siyasi partinin amaçladığı modeli oluşturmak adına, bir bütünlük içerisinde ve bir bütünün parçalarını oluşturmak adına bu eylemler gerçekleştirilmektedir. Dolayısıyla devlet kadrolarında yer alan anılan görevlilerin belirtilen eylemleri de, siyasi partinin bakış açısına ve bunun bir gereği olarak ortaya çıktığından, biçimlendiğinden, siyasi partiye isnat edilebilecektir.Bu bağlamda halen Adalet ve Kalkınma Partisi Milletvekilli olan eski Başbakanlık Müsteşarı’nın konumu nedeniyle anılan kişinin iş ve işlemleri, ayrıca önem taşımaktadır. Bürokrasinin en tepesindeki bu kişinin de etkisiyle yapılanan kadrolarda, iktidar partisinin eylem ve söylemleri gerçekleştiriliyor veya dile getiriliyorsa, siyasi partinin kendisini sorumlu kılmamak adına, devlet mekanizması gereğince yakın ilişkide bulunduğu bu kadrolardaki kişilerin, siyasi parti tarafından da benimsenen iş ve işlemleri, tartışmasız olarak siyasi partiye eylem olarak isnat edilebilecektir.Yine TBMM Başkanı ve Başkanvekillerinin de konumları itibarıyla, eylemlerinin mensubu oldukları siyasi partiye isnat edilebilirliği önem taşımaktadır. Anayasa’nın 94 ncü maddesinin altıncı fıkrasına ve SPY’nın 24 ncü maddesinin ikinci fıkrasına göre, “TBMM Başkanı ve Başkanvekilleri, üyesi bulundukları siyasi partinin ve parti grubunun Meclis içinde veya dışındaki faaliyetlerine; görevlerinin gereği olan haller dışında, Meclis tartışmalarına katılamazlar; Başkanı ve oturumu yöneten Başkanvekili oy kullanamazlar.� Ancak TBMM Başkanı ve Başkanvekillerine yönelik bu düzenleme, Başkan ve Başkanvekillerinin hiçbir eyleminin siyasi partiye isnat edilemeyeceği sonucunu doğurmamaktadır. Eğer Başkan ve Başkanvekillerinin eylemleri, açıkça bu kuralı da ihlal ederek, mensubu oldukları siyasi partinin eylem ve söylemiyle örtüşüyor ve bu kişiler, siyasi partinin gerçekleştirmek istediği projeyi ifade ve bu projeye destek anlamında diğer parti mensupları gibi hareket ediyorlar ise, siyasi parti tarafından kabul gören bu eylemler de siyasi partiye isnat edilebilecektir.Diğer taraftan parti üyeliğinden ayrılanların fiil ve söylemleri de partiye isnat edilebilir. Bu anlamda Abdullah Gül’ün, parti kurucu üyesi, başbakan, başbakan yardımcısı ve dışişleri bakanı olarak eylem ve beyanları da partiye yüklenebilecektir.Bir iktidar partisi yönünden, hükümetin icraatları, siyasi parti söylemiyle biçimlendiğinden, bu bağlamdaki iş ve işlemler de siyasi partinin eylemi olarak, o siyasi partiye isnat edilebilecektir. Bu bağlamda, yasa tasarıları, eğer siyasi partinin kapatmaya konu olan eylemlerinin yöneldiği amacı gerçekleştirmeye veya kolaylaştırmaya yönelikse, bu tasarılar da siyasi parti eylemi olarak o siyasi partiye isnat edilebilecektir. İHAM kararlarında da açıklandığı üzere, TBMM’nde çoğunluğu oluşturan siyasi parti için, bu tasarıların eylem olarak isnadiyeti için, yasalaştırılmalarını beklemek zorunluluğu bulunmamaktadır. Çünkü bu eylemlerin yasalaşması yani somuta indirgenmesi, yasama organın da çoğunluğa sahip bir iktidar partisi yönünden her an için olasıdır. İsnat edilebilen eylem niteliğindeki bu tasarıların yasalaşması da, eylemin yasama organı işlemi niteliğine geldiğinden bahisle, siyasi partiye isnadiyeti ortadan kaldırmamaktadır. Aksine, siyasi partinin eylemini sürdürmesi niteliğindedir (RP/Türkiye Kararı).Bu bağlamda, o siyasi partiye mensup milletvekilleri tarafından sunulan yasa teklifleri de, siyasi partinin kapatma yaptırımına konu olan siyasi projesiyle veya eylemleriyle örtüşüyorsa, yasama organın da çoğunluğu oluşturan bir siyasi partiye, bu tekliflerin yasalaşmalarını beklemeden isnat edilebilecektir.Anayasa’nın 83 ncü maddesinin birinci fıkrası, yasa tasarısı veya yasa teklifleri hatta yasa olarak ortaya çıkan bu eylemler nedeniyle siyasi partinin sorumlu tutulmasını bertaraf etmemektedir. Bireysel anlamda mutlak dokunulmazlık yaratan madde kapsamındaki eylemler, siyasi parti yönünden bu maddenin koruma alanında kalmamaktadır (RP/Türkiye Kararı)Siyasi partinin hedef ve amaçlarıyla bağdaşmayan eylem veya söylemler nedeniyle ilgili kişilerin eleştirilmemesi ve haklarında disiplin soruşturmasının başlatılmaması, bu eylem ve söylemlerin o siyasi parti tarafından benimsendiği anlamındadır.Siyasi partinin hedef ve amaçlarıyla açıkça örtüşen eylem ve söylemler nedeniyle siyasi partinin bu eylem veya söylem sahiplerini eleştirmesi veya haklarında soruşturma yapması, sadece partinin kendisini bu eylemlerden sorumlu kılmamak amacına yönelik olduğunda, bu eylem ve söylemler de siyasi partiye isnat edilebilecektir. Göstermelik olarak başlatılan, sonuçsuz kalan veya öngörülenden daha az yaptırımla sonuçlanan soruşturmalar da, o siyasi partiyi sorumluluktan kurtarmamaktadır.D- DAVALI SİYASİ PARTİ HAKKINDAKİ İSTEMİN İRDELENMESİ:1- Adalet ve Kalkınma PartisiDavalı siyasi parti, gerekli bildirim ve belgeleri 14.08.2001 tarihinde İçişleri Bakanlığı’na vererek 2820 sayılı Siyasi Partiler Yasası’nın 8 inci maddesine göre tüzel kişilik kazanmıştır.Tüzel kişilik kazanmasından sonra 03 Kasım 2002 ve 22 Temmuz 2007 Milletvekili Genel seçimleri sonucunda Parlamento çoğunluğunu elde ederek tek başına iktidar olmuştur.Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, daha önce Refah Partisi’nde siyaset yaparken, bu parti listesinden beş yıl süre için 1994 İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçilmiş, ancak 06.12.1997 tarihinde Siirt�te yaptığı konuşma nedeniyle halkı din ayrımı gözeterek kin ve düşmanlığa açıkça tahrik etmek suçundan on ay hapis cezasına mahkûm edilmiştir. Bu mahkûmiyeti nedeniyle 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanununun 11 nci maddesi gereğince siyasi parti kurucusu (veya üyesi) olmasına yasal engel bulunmasına rağmen, Adalet ve Kalkınma Partisi’nde kurucu üye olmuş ve bilahare partinin genel başkanı seçilmiştir.Bu durumun yasal olarak olanaksızlığı karşısında Başsavcılığımızca 21.8.2001 tarihli başvuru üzerine Yüksek Mahkemenizce, 09.01.2002 tarih ve 8/9 sayılı kararla adı geçenin parti kurucu üyesi olamayacağı belirtilerek mevcut aykırılığın giderilmesi konusunda ihtar kararı verilmiştir. Bu ihtar kararında öngörülen altı aylık süre içerisinde aykırılık giderilmediğinden, Başsavcılığımızca SPY’nin 02.01.2003 tarih ve 4778 sayılı yasa ile değişiklik yapılmadan önceki 104 ncü maddesi uyarınca adı geçen parti hakkında 23.10.2002 tarihinde kapatma davası açılmıştır.Adalet ve Kalkınma Partisi, 27.12.2002 tarih ve 4777 sayılı yasa ile Anayasa’nın 76 ncı maddesinde; 02.01.2003 tarih ve 4778 sayılı yasa ile SPY’nin 8 nci, 11 nci, 104 ncü ve Milletvekili Seçim Yasası’nın 11 nci maddelerinde değişiklik yapmış, ayrıca adli sicil kaydından kaynaklanan yasal engeli bertaraf etmek için (veto edilen 4779 sayılı yasa yerine) 4809 sayılı yasayı da çıkartmıştır. Yasalardaki ve Anayasa’daki bu değişikliklerle Recep Tayyip Erdoğan hakkında söz konusu olan mevzuat engelleri ortadan kaldırılmıştır. Açılan kapatma davasında karar halen açıklanmamış ise de, yasa değişikliği ile bu davaya konu SPY’nin 104 ncü maddesindeki yaptırım devlet yardımından yoksunluğa dönüştürülmüştür.Recep Tayyip Erdoğan, Adalet ve Kalkınma Partisi kurulmadan önce, laikliğe aykırı eylemlerin odağı oldukları için Anayasa Mahkemesi’nce 1998 yılında kapatılan Refah Partisi ve 2001 yılında kapatılan Fazilet Partisi’nde siyaset yapmıştır.Adalet ve Kalkınma Partisi tarafından 18.11.2002 ila 14.3.2003 tarihleri arasında kurulan 58. hükümette Başbakanlık görevini Abdullah Gül, siyasi yasaklılığının mevzuat değişikliği ile kalkması sonrasında yapılan ara seçimde milletvekili seçilmesi üzerine 14.3.2003 tarihinde kurulan 59 ncu ve daha sonra kurulan 60.ncı hükümetlerde ise Başbakanlık görevini Recep Tayyip Erdoğan üstlenmiştir.Abdullah Gül, Abdüllatif �ener, Mehmet Ali �ahin, Abdülkadir Aksu, Ali Coşkun ve Zeki Ergezen daha önce Refah Partisi ve Fazilet Partisi’nde siyaset yapmışlardır. Cemil Çiçek, Mehmet Vecdi Gönül ise Fazilet Partisi’nde siyaset yapmışlardır.22. dönemde TBMM Başkanı olan Bülent Arınç daha önce Refah ve Fazilet Partisi’nde siyaset yapmıştır. TBMM Başkanvekillerinden İsmail Alptekin daha önce Fazilet Partisi kurucu genel başkanlığı görevinde bulunmuştur.Laikliğe aykırı eylemleri nedeniyle 1997 yılında Kırıkkale Üniversitesi Rektörlüğü görevinden alınan Beşir Atalay ise 58 nci ve 59 ncu hükümette Devlet Bakanı, 60 ncı hükümette İçişleri Bakanı olarak görev almıştır.Recep Tayyip Erdoğan’ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu dönemde, aynı belediyenin şirketleri olan İDO Genel Müdürü Binali Yıldırım Ulaştırma Bakanı, İGDA� yönetim kurulu üyesi Mehmet Hilmi Güler ise Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı, yine aynı belediyenin Veteriner İşleri Müdürü Mehmet Mehdi Eker Tarım ve Köyişleri Bakanı olarak görev almışlardır. TBMM Başkanvekili Nevzat Pakdil, Erdoğan’ın belediye başkanı olduğu dönemde belediyeye bağlı İETT Genel Müdürlüğü görevinde bulunmuşturMilletvekilleri, örgütler, yerel yönetimler ve üyeler bağlamında ise, Adalet ve Kalkınma Partisi’nde halen siyaset yapanlardan, geçmişte başka bir siyasi parti ile bağlantısı olanlar esas alındığında; geçmişte siyaset yapılan partiler sıralamasında Refah Partisi - Fazilet Partisi ilk sırada yer almaktadır.Adalet ve Kalkınma Partisi’nin tüzük ve programı incelendiğinde, soyut metinlerde hedeflenen laiklik karşıtı modele yönelik hükümlerin yer almadığı görülmektedir. Ancak davalı parti, laiklik karşıtı eylem ve söylemleriyle yasalara ve Anayasa’ya aykırı olarak tüzük ve programının ötesine geçmiştir.2- Adalet ve Kalkınma Partisinin davaya konu eylemleria- Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın laiklik ilkesine aykırı eylem ve demeçleri1) 2003 yılı Mayıs ayında Malezya’ya yapmış olduğu gezide bu ülkede yayımlanan News Straits Times adlı gazeteye demeç veren Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘‘Modern bir İslam devleti olarak Türkiye, medeniyetlerin uyumuna örnek olabilir’’ dediği, (Ek.1)2) Yargıtay Onursal Yargıtay Başkanı Eraslan Özkaya’nın ülkede yaşanan gelişmeleri ve gidişatı da gözeterek 2003 Yılı Adli Yıl açılış konuşmasında, “…Sınırsız din ve vicdan özgürlüğü isteyenlerle İslami devlet kurmak isteyenlerin amaçları aynı…" şeklindeki tespitine, Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın " …Bu bir defa çirkin ve olumsuz bir yaklaşım, Bir defa özgürlükleri farklı bir noktada olan kişinin özgürlük alanına kadar o alana giremezsiniz. Siz bir dinin mensubuysanız, farklı bir dinin mensubunun olduğu alana giremezsiniz. İnancınızın gereği neyse, bu inanca saygı duymak yönetimlerin görevidir.(…) Kaldı ki, şu anda yaşanan süreçte gerek Türkiye’de, gerek Batı’da, gerek Dünya’da tamamıyla dinlere saygılı olan bir anlayışın egemen kılınması, aynı şekilde düşünceye ve örgütlenmeye saygılı yapıların, özgürlüklerin oluşmasına fırsat verilmesini devamlı olarak imkânını hazırlıyor. Biz de böyle bir gayretin içindeyiz …" diye beyanda bulunduğu, (Ek.2)3) Genelkurmay 2. Başkanı Org. İlker Başbuğ’un imam hatip lisesi mezunlarıyla ilgili askerlerin rahatsızlığını ortaya koymasından sonra, Üniversitelerarası Kurul üyesi profesörler ve Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök ile görüşen Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın 16.10.2003 tarihinde yazılı basında yer alan ifadesinde, Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in acil olarak çıkarılmasını savunduğu imam hatip lisesi mezunlarının üniversiteye girişini zorlaştıran katsayı engelini ortadan kaldırması amacıyla YÖK Yasasında yapılacak değişikliğe ilişkin tasarıyı “acelemiz yok� diyerek geri çektiklerini bildirdiği, tasarının TBMM Milli Eğitim Komisyonu Başkanı Tayyar Altıkulaç tarafından YÖK Yasa taslağı içerisinde değerlendirilmek üzere alt komisyona gönderildiği, (Ek.3)4) Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın 29.05.2004 tarihinde Oxford Üniversitesinde yaptığı konuşma sonrası verdiği demeçte imam hatip liselilerin önünü açan YÖK Yasası'nı laikliğe aykırı olduğu gerekçesiyle veto eden Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'e, "Bu okullar çok partili dönemden beri var. Dün laikliğe aykırı değildiler, bugün niye aykırı oldular? Bunun laiklikle alakası yok" …"Normal liselerde okutulan birçok ders İHL'de de okutuluyor. Ayrıca din dersi için de bir yıl fazla okuyorlar. Bu tür bir eğitim almak laikliğe aykırı mı?� diye söylediği, "Son 5 yılda bu yasağı koymak hangi adalet duygusuyla bağdaşır?,," "Sizin için ılımlı İslamcı deniyor. Biz Avrupalılar bu tanıma şaşırıyoruz. Hem İslamcı hem laik birbiriyle nasıl bağdaşır?" sorusuna "Ilımlı denilince, ılımlı olmayanı varmış gibi oluyor. Sadece bir İslam vardır. Önüne bir şey konulamaz. Bu İslamı zedelemeye yönelik bir tezdir. Laiklik çok farklı bir konudur. Laik olduğumuz Anayasa'da belirtilmiştir. İnsanlar dini gereklerini böylece yerine getirebilir. İslam ile laikliği yan yana tanım olarak getirmek yanlış olur. Kişiler laik olmaz." yanıtını verdiği, (Ek.4 )5) RP İstanbul İl Başkanı olarak Ümraniye'de 1994 tarihinde yaptığı konuşmanın kasedinin Kanal D'de yayınlanması üzerine Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 22.08.2001 tarihli Akşam gazetesinde yayınlanan açıklamasında, söz konusu konuşmayı günün şartları içinde, üyesi bulunduğu partinin söylemleri ve disiplini gereği gerçekleştirdiğini ifade ederek, “Bazıları laikliği din gibi algılıyor. Laiklik din olursa aynı anda Müslüman olunamaz. İnsan iki dine mensup olamaz. Asıl itibarıyla laiklik bir sistemdir ve fertlerin değil, devletin laikliği söz konusudur. Dine mensupluksa ferdi bir tasarruftur. O manada söyledim." dediği, (Ek.5)6) Christchurch kentinde, "Ulusal Avrupa Etütleri Merkezi" tarafından düzenlenen konferansa katılan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, "Türkiye'de Türkü vardır, Kürdü vardır, Lazı vardır, Çerkezi vardır, Gürcüsü vardır, Abhazı vardır, aklınıza ne gelirse. Bizdeki etnik unsurları birbirine bağlayan önemli bir din bağı vardır. Çünkü Türkiye'nin yüzde 99'u Müslüman'dır. Bizdeki etnik unsurları birbirinden ayıran ya da bağlayan bağ, Yugoslavya'daki gibi Hırvat, Boşnak, Sırp gibi değildir. Yugoslavya'da savaşlar başladığı zaman birbirlerinden boşanmışlardır, ayrılmışlardır. Türkiye'de Kürt kökenli vatandaşlarımızın sorunu, Türk vatandaşın sorunu kadardır, Laz kökenli vatandaşımın sorunu ne kadarsa Kürt kökenli vatandaşımın sorunu da o kadardır." şeklindeki beyanlarının 6.12.2005 tarihli basın yayın organlarında yer aldığı, (Ek.6)7) Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, Avustralya’nın Sydney Kentini gezerken, “Herkes kendi kimliğiyle övünebilir. Bu onun en doğal hakkıdır. Kürt Kürtlüğüyle, Türk Türklüğüyle, Çerkez Çerkezliğiyle, Laz Lazlığıyla övünebilir. Etnik kimlik anlamında söylüyorum. Ama bizi üstte birbirimize bağlayan üst kimlik TC vatandaşlığıdır. Bu ortak paydadır�...�Hepimizi yaratan mutlak yaratıcı Allah’tır. Ayrıma ne gerek var. O üst ortak paydada birleşip el ele vereceğiz� dediği, (Ek.7)8) Yeni Zelanda ve Avustralya’ya yaptığı ziyareti tamamlayarak Ankara’ya dönen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Esenboğa Havaalanı'nda 11.12.2005 tarihinde yaptığı basın toplantısında; “Türkiye’de etnik unsurları birleştiren ana unsur dindir’ şeklinde bir ifadeniz oldu mu, yoksa yanlış anlaşılma mı oldu?� sorusu üzerine, “Ben ne söylediğimi çok iyi biliyorum. Bakın bunu ne zaman, ne üzerine söyledim. İşin başını, arkasını bir tarafa koyup ortasını almayın. Biliyorsunuz konu, Sayın Baykal’ın Yugoslavya benzetmesi üzerine söylenmiştir. Türkiye, bir Yugoslavya değildir. Orada Sırp, Hırvat, Boşnak hepsi ayrı dinlerin mensuplarıdır. Aynı dinde olup farklı mezheplerde olanlar da vardır. Ama Türkiye’de ise 30’a yakın etnik unsur var. Bunu her zaman sizler de yazıyorsunuz, yüzde 99’u Müslüman bir ülke Türkiye’de din bir çimentodur.� cevabını verdiği,Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın bugüne kadar “din bir üst kimliktir� ifadesi kullanmadığını vurgulayarak, “Üst kimlik olarak kullandığım ifade; Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığıdır ve bunun defaatle açıklamalarını yaptık. Ama buna rağmen bazıları anlamak istemiyor. Yine söylüyorum, din bir çimentodur ve şu anda en önemli birleştirici unsurumuzdur. Tarih boyunca bu böyledir….� diye söylediği, (Ek.8)9) 2005 yılı Mayıs ayında Kazakistan ziyareti dönüşü Atatürk Havalimanı’nda gazetecilerin sorularını yanıtlayan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın; izinsiz açılan Kuran kurslarıyla ilgili olarak“Bir defa, şu ifade, çok çirkin bir ifade(…) Kaçak Kur’an kursu diye bir ifade olmaz. Yanlış bir şey. Bir defa, kanunun ruhuna aykırı. Kur’an öğrenilir. Kuranı öğrenmede kimse suç ifadesi kullanmaz. Bu millet Müslüman’dır ve Müslüman olan millet, kendi kitabı Kuranı da rahatlıkla öğrenebilir. ‘Kaçak Kuran kursları’ diye bir kanun maddesi yok. Ortada olan madde şudur; kanuna aykırı eğitim kurumlarıyla ilgilidir. Bu, birçok alanda eğitim veren kurumları kapsamaktadır. Bu tür yanlışlarla ülkemizi, halkının yüzde 99’u Müslüman olan bir ülkede, kendi kitabını öğrenme konusunda, kalkıp da böyle laflar kullanmayalım. Ondan sonra da kalkıp ’efendim niye İncil dağıtılıyor’ diye bağırmanın bir anlamı yoktur. Önce bu millet, Müslüman olarak, tabiî ki kendi kitabını öğrenecektir, bilecektir ama onun ruhunu kavrayacaktır. Onun ruhunu kavramasına yönelik de kendi çarelerini bu millet, yasalar içerisinde, tabiî ki üretecektir.�…Türban konusunda ise; “ben toplumun talebini çok iyi biliyorum ve duyarlılığı çok iyi anlıyorum. Bu duyarlılığın bilinci içerisinde de geleceğe bakıyorum. Çünkü ben yaşıyorum, ben konuşmuyorum� şeklinde beyanda bulunduğu, (Ek.9)10) 2005 yılı Haziran ayında Amerika’ya giderken uçakta Dünden Bugüne Tercüman gazetesinden Nazlı Ilıcak ile görüşen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın laiklik konusunda, "Laikliği din haline getirirseniz halkı üzersiniz"…"Bizim laiklikle derdimiz yok. 1982 Anayasası'nın laikliği düzenleyen maddesinin gerekçesinde bir tanım mevcut. Gerekçe, 'bütün dinlere eşit mesafede olmak' diyor. İnançlar, devlet güvencesinde. Tekrar ediyorum: Ben insan olarak laik değilim; devlet laiktir. Buna mukabil laik düzeni korumakla yükümlüyüm. Ama siz laikliği bir din gibi takdim ederseniz, bu ülkenin halkını üzersiniz. Türkiye iyiye gidiyor, hükümet başarılı, laikliği gündeme getirip, bundan nemalanmak isteyenler var. Türkiye'de 'niyet okuyucuları' haksız isnadlar ortaya atıyor�…“Eski TCK'daki 261. madde yerine, 263. madde ikame edildi. Biz sadece cezayı 1 yıla indirdik veyahut hâkimin takdirine bağlı olarak para cezası koyduk. �unu söyleyeyim ki, bu madde eğitim ve öğretim özgürlüğü açısından hatalı. Eğitim ve öğretim nasıl kanuna aykırı olur? Artık kendimize güvenen toplum olmak zorundayız. ABD'de, İngiltere'de, örgün eğitimin dışında, çocuk evinde oturuyor, eğitimi evde alıyor, ona diplomayı da veriyorlar. Biz ise, oradan buradan buduyoruz, okuma imkânlarını kısıtlıyoruz. Sonra da 700 bin kız, okuma yazma bilmiyor diye feryat ediyoruz. Aslında, 263. maddeye "Kaçak Kur'an kursu" maddesi demek çok çirkin. Eğitim ve öğretim, suç kapsamına sokulmaz ama, bazı hassasiyetlere saygımız olduğundan, hafifletmekle birlikte, kanuna aykırı eğitim kurumlarına verilen cezayı kaldırmadık.� dediği, (Ek.10)11) 2005 yılı Haziran ayında Beyrut'tan İstanbul'a dönerken, uçakta gazetecilere, açıklamalarda bulunan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, Kur'an kursları için yaş sınırı konulmasına karşı olduğunu söylerken, kendisinin de 7 yaşında Kur'an kursuna gittiğini hatırlatarak, “Çok açık net bir şey söylemek istiyorum. Bir defa eğitimin kanuna aykırılığının tartışılması lazım. Adı üzerinde eğitim kurumu. Burada eninde sonunda eğitim yapılıyor. Bu kişileri silahlı eyleme götüren bir olaysa, zaten başka maddelerde bu var. Nedir eğitim? Çünkü bugüne kadar bizim en büyük sıkıntımız madde konur, kelime orda durur, ama nedir diye geldiğinizde tanımda yok. Orada biz arkadaşlara dedik ki bu eğitim kurumunun gerekçede tanımını yapalım. Bu tanım orada açıkça yapılıyor. Bu kadar açık ve net olduğuna göre, bunu başka bir yere saptırmak gerçekten de çirkin. Kaldı ki Kuran öğrenecek. Kuran'ın eğitimi olmaz. Kuran'ın öğrenimi olur. Yani bir taraftan kalkacağız diyeceğiz ki, yani işte misyonerler geldi şunu bunu yapıyor, İncil dağıtıyor, Tevrat dağıtıyor, ama öte yandan geleceksin Kuran'ı öğrenmeyi yasaklayacaksın. Bir şey söyleyeyim. Çeşitli yazılarınızda mesela Orhan Pamuk un kitabında (Sütlüce Kaymakamı'nın kitabın toplatılması isteği) ne yaptınız, hep beraber isyan ettiniz. Öbür tarafta şiir okuyan bir çocukla ilgili bir durum oldu. Hepiniz dediniz ki böyle bir şey olmaz. Peki bir Müslüman'ın kendi arzusuyla, Kuran'ı öğrenmesine niçin karşı çıkıyoruz…Kuran öğrenimi konusundaki tartışmalar gerginliğe yol açıyor. Ondan sonra bunun sorumluları kimse bunları aramaya başlıyor. Bir çocuğun Kuran'ı öğrenmesinin ona getireceği olumsuz ne olabilir? Burada bir yaş sınırı getirildiği zaman öğrenme kolay olsun diye değil, tam tersine bunun önünü nasıl keseriz; bu anlayışla getirildi. �u anda Diyanet konu üzerinde çalışıyor. Milli Eğitim de çalışıyor. Birisinde 12 yaş, diğerinde 15 yaş. Diyor ki bu yaşlardan önce öğretemezsin. Bırakılım kitabını, Kuran'ı öğrensin. Bu durumdan niye rahatsız olalım. Bırakalım rahat rahat öğrensin. Tommiks-Teksas okumaya hiç kimse mani olmuyor ama kendi kitabını öğrenmesine niye mani oluyoruz."… "Benim tezgâhımdan geçmiş olanların, ülkeme ne zararı var ki. Bunu öğrenenlerin ülkelerine ne zararı var. Varsa üzerinde duralım. Ben, ülkeme zarar verecek bir şeyi niye yapayım? Deli miyim?..." Din kültürü, ahlâk bilgisi dersinde Kur'an öğrenmiyorlar ki. Ben biliyorum, sûre ezberleme problemi olan çocuklar aradı. �imdi bakın, burada namazla ilgili bahislerde, namazla ilgili bazı sureleri öğretmenler öğretebilir. Ama, bu, Kur'an öğretmek değil. Orada birkaç tane sûreyi öğretmişsin; başka bir şey değil. Kur'an dersi dediğimiz zaman bunda tecvid var, tilavet var, tefsir var; bunlar ayrı şeylerdir" dediği,Başörtüsü konusunda ise "Ülkenin bir gerçeği olduğuna inanıyorum"…"Toplumda mutabakat olduğuna göre, kurumlar arasındaki, kuruluşlar arasındaki uyumsuzluğu anlamak mümkün değil. Ülkede toplumsal mutabakatı tesis etmişsin. Kurumsal mutabakat da tesis edilsin ki, birbirine şüpheyle bakan bir ülke olmayalım" dediği, Başbakan, "türban sorunu"nu nihai kertede aşmak için referanduma gidilmesi gereğinin de "zaman zaman kendi düşünce dünyasına girdiğini" söylerken, "Tabii, bunun taymingi (zamanlama) önemli. Olayın sosyal boyutu var, siyasal boyutu var. Bütün bunların değerlendirmesini, analizini aramızda hükümet olarak, parti olarak yapmamız lazım. Diğer partilerle bunu değerlendirmemiz lazım. Ben yaptım oldu, şeklinde olmaz" diye söylediği, (Ek.11)12) a-Başbakan Recep Tayip Erdoğan'ın basına yansıyan geçmişteki beyanlarında:* Fanilere kul olmayacağız, dedik. Biz sadece bir zihniyetin, bir sistemin bu ülkede iktidarı için çalışıyoruz. Bu zihniyet, bu sistem er geç bu ülkede iktidar olacak. Dolayısıyla kula kul olmayacağız, çıkara kul olmayacağız. Fanilere kul olmayacağız, sadece Allah'a kul olmanın hazzını yaşayacağız.* Türkiye'de şu anda birilerinin şeriatı var. Ama bu şeriat tükendi. �u anda kahrolsun şeriat diyenler, kendi kendilerine kahroluyorlar.* Ben İstanbul’un imamıyım.* Elhamdülillah şeriatçıyım.* Yılbaşına karşıyım.* Ata' ya saygı duruşunda sap gibi ayakta durmaya gerek yok.* Bizim için günah dosyası hazırlamışlar. Bizim günah dosyamızda ne var, İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi'ni fatiha ile açmak var. Bir Meclis'i fatihayla açtık. Fatiha ile Meclis'i açmak nedir? Önce bunu açıklayalım... Fatihanın manası nedir? Fatiha, karanlığı aydınlığa açmaktır.* Yirmi yıl önce, yirmi beş yıl önce deselerdi, pop yıldızlarının çılgınlıklarını sergiledikleri Gülhane Parkı'nda bir gün gelecek, Allah'a âşık olanlar, ona sadık olanlar, muhlisler bu çınarların altını dolduracak ve buradan dünyaya nasıl ortaçağın karanlıklarından bir yeni çağ açmışlarsa, Allah'ın izniyle bir yeni çağ açılmışsa, Allah'ın izniyle yeni bir çağ, zulüm çağı kapatılacak, aydınlık bir çağ açılacaktır.* İmamlar da nikâh kıysın.* Minareler süngü, kubbeler miğfer, camiler kışlamız, müminler asker.* Ben tekkeye değil dergâha gittim….,şeklinde ifadelerde bulunduğu,RP İstanbul İl Başkanı olduğu 1994 yılında Refah Partisi'nin Ümraniye İlçe Örgütü'nün yeni hizmet binasının açılış töreninde:“…1 Kasım bir dönüm noktasının adıdır. Zafer değil. Zafer böyle yakalanmaz. �u anda daha henüz bir yoldayız. İnanıyorum ki yeşil ışıklar gözükmüştür. Fakat biliniz ki oraya kadar daha çok işaretler var. Ama inanıyorum ki zafer Allahın lütfuyla er geç bizim olacaktır. Çünkü vahi ilahi böyledir bunun işaretleri gözüküyor. Biz Cezayir gibi olmayız. Biz hazmettire hazmettire geliyoruz. Allahın izniyle.""Bir buçuk milyarlık İslam alemi Müslüman Türk milletinin ayağa kalkmasını bekliyor. Kalkacağız. �u anda içte onun ışıkları göründü. Allahın izniyle. Bu kıyam başlayacak. Koşmaya mecbursun. çalışmaya mecbursun. Eğer çileyi çekmezsen gelmez. Eğer çocuklarınız, eğer mallarınız, eğer zevceleriniz sizi bu davadan gayretten alıkoyuyorsa bu zaferi beklemeyin değerli kardeşlerim. Bunu aşmaya mecbursun. Bunu aştığımız gün zaferin ışıkları bize yakın olacaktır. Ve o zaman hak nurunu tamamlayacaktır.""Bu ülkenin yüzde 99'u Müslüman. Hem laik, hem Müslüman olunmaz. Ya Müslüman olacaksın, ya laik. İkisi bir arada olduğu zaman adeta ters mıknatıslanma yapar. Mümkün değil, ikisinin bir arada olması. Durum böyle olunca ben Müslüman’ım diyenin tekrar yanına gelip bir de aynı zamanda da laikim demesi mümkün değil. Niye? Çünkü Müslüman’ın yaratıcısı olan Allah kesin hakimiyet sahibidir. Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Bak yalan koskoca bir yalan.""Tutturmuşlar laiklik elden gidiyor, laiklik elden gidiyor. Yahu, bu millet istedikten sonra tabii elden gidecek yahu! Sen bunun önüne geçemezsin ki. Yani zorla bu milletin elinde tutmaya gücün yetmez. Millete rağmen bu yürümez zaten. Sonra nedir bu laiklik Allah aşkına. Bir tarif edin diyorsun, tarif etmiyor. Bugün her kavramın lugatta bir tarifi vardır. Ama çıkıyor içişleri bakanı devlet dine karışır. Eee!... Gerisini niye, söylemiyorsun. Din de devlete karışır niye demiyor.""Belediyelerimiz hastaneler, doğumevleri yapıyor. Doğumevlerinde sadece kadın doktorlar çalışacak. Adil düzenin sağlık anlayışı da görülecek. Psikolojide, çocuk bakımında, öğretmenlikte yetişmiş başörtülü kızlarımız var. �imdi işe alınmayan bu başörtülü kızlarımız anaokullarında yavrularımızı yetiştirecek..." diye söylediği, (Ek.12)b- Adalet ve Kalkınma Partisi iktidara geldikten sonra sürekli ''gelişerek değiştiğini'' savunan ve Milli Görüş için ''Biz o gömleği çıkardık'' biçiminde beyanda bulunan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın TRT 1 de 21.06.2006 tarihinde yayınlanan “Enine Boyuna� programında söylem değiştirerek; ''Siyasete girerken farklı, siyasetten sonra farklı bir yaşam tarzı mı uygulayacağım, halkımı mı aldatacağım? Dün neysem, bugün de oyum, değişemem, değişmedim'' dediği, (Ek.12)13) 9 Temmuz 2004 tarihinde Kanal D isimli yayın kuruluşunun “Teke Tek� isimli programına katılan Başbakan Recep Tayip Erdoğan’ın, NATO Zirvesinde yaşanan türban gerginliğini değerlendirerek, "Kamusal alan sadece bizde var.(…) Sivil toplum örgütleri vakıf üniversitelerinde başörtülü eğitime ilişkin bir dayanışma ortaya koyarlarsa, burada hazır bir hükümet var. Bunu zorlayamam.(…) Özel üniversitelerde türbanla eğitimi serbest bırakalım. Devlet'te görev verilmesin. Özel sektörde çalışsınlar."…''Türkiye'de kavramlar kargaşası var. İşimize geldiği zaman sahipleniyoruz, işimize gelmediği zaman sahiplenmiyoruz. Bu konunun Türkiye'de uzmanları var. Önüne gelen, ağzı olan konuşuyor. İlgisi alakası olan, olmayan, din, diyanet bilmeyen konuşuyor. Bir toplumun dini değerlerle ilgili ihtiyacı var. Yok mu?. Anayasamızın 24. maddesi çok açık, bütün bunlara rağmen bütün bunları işine geldiği gibi yorumlayanlar var. Bir ülkede devletin en önemli görevlerinden bir tanesi de o ülke halkına dini eğitimi, öğretimini vermektir. Ama diyorlar ki yapmayın. Siz bunu vermediğiniz zaman illegal yapanlar devreye girer. Sizin yasak koyduğunuz o yapılar kendileri için müşteri bulmaya başlar, yeraltına girer.''…�Bizde ülkenin ileri gelenleri caminin semtine uğramazlar. Uğradığı zaman bazı değerlerini kaybettiğini düşünür veya elden gidiyor diye düşünür. Eski ABD Başkanı Ronald Reagan'ın cenaze töreninde ABD'nin en büyük katedralinin içindeydik. Herkese dağıtılan ilahi kitabı vardı, ilahilere katılarak, okudular. Hiçbir kutsalları veya değerleri kaybolmadı, ellerinden gitmedi. Bizde ise bu endişe niye, niçin biz bu noktada rahat olamıyoruz. Bu değerlerimizi kaybetmek mi iyi, yoksa yakalamak mı iyi. Doğru, gerçek olduğu şekilde yakalamak.''…''Biz de ortada yönetim tarzını icra ediyoruz. O dediğimiz zihniyetler aynı şeyi bizim için de söylüyorlar. Yahu kardeşim ben senin yaşadığın gibi yaşamaya mecbur muyum, değilim ya...�diye beyanda bulunduğu, Konuşmasında ‘Haydi Kızlar Okula’ kampanyası sırasında yaşadığı ilginç bir olayı anlatarak, genç kızların okula gönderilmesini istediklerinde bir kızın “Okula gideyim; ama başörtüm var!� cevabını verdiğinden söz ederek; “Başörtülüyü devlet okuluna sokmuyorsun, bari bırak özelde okusun. Gelin bunun önünü açalım. Sen yarın yine bu çocukları devlette işe alma, özel sektörde çalışsın. �imdi bunların mantığı şöyle; ‘Sen başörtünle tarlada çalış, çapa yap; ama sosyolog olma, psikolog olma.’ Bunu artık aşmamız lazım.� diye söylediği (Ek.13)14) Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, Alman Welt am Sonntag gazetesine 2005 yılı �ubat ayında verdiği demeçte, kızlarının neden türban taktığı sorusunu, kızları Sümeyye Erdoğan ve Esra Albayrak'ın Kuran'a uyduğunu dile getirerek "İnançlı Müslümanlarız. Kuran'da kadının toplum içinde türban takması gerektiği yazıyor"…"Bundan, din ve devlet işlerinin ayrılmasına karşı olduğum anlamı çıkmaz. Ayrıca kızım türbanı şık buluyor" “Yüksekokullardaki türban yasağını hata olarak görüyorum. Bir demokratik ülke din özgürlüğünü sağlamalı. Buna, vatandaşların dinlerini yasalara saygı koşuluyla semboller vasıtasıyla ifade etmesi de dâhildir. Türban yasağı liberal değildir.� biçiminde yanıtladığı,Yasağı değiştirerek, yüksekokullarda türbana izin vermeyi istiyor musunuz? sorusuna; “Evet, bunu araştırıyoruz. Bu adımı, vatandaşa daha çok din özgürlüğü verilmesi açısından doğru buluyorum.�AB'yi İslamlaştırmaya çalışacak mısınız? sorusuna; “Biz dini misyonerler değiliz... Türkiye'de laiklik geleneği var. Avrupa bir Hıristiyan kulübü değildir. İslami haçlı seferleri asla olmadı. Bizim topraklarımızdan ne dini, ne de askeri şiddet çıkmayacaktır�, Fransa'daki başörtüsü yasağı konusunda ise "Yasaklama, Fransızların kullandığı bir yöntem. Türkler, laikliğin Anglo-sakson yorumunu daha uygun buluyor. İnsanlara 21. yüzyılda bir şeyleri yasaklamayı saçma buluyoruz." yanıtını verdiği,Başbakan Recep Tayip Erdoğan, daha sonra bu röportajın ''aslı astarı'' olmadığını açıklamış, röportajı yapan gazetecinin ses kaydının olduğunu söylemesi üzerine ise basın danışmanı Ahmet Tezcan’ın, yazının doğru, ancak eksik olduğunu, yazıda Başbakan'ın ''toplumsal mutabakat şartıyla'' sözlerine yer verilmediğini açıkladığı, (Ek.14)15) Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, 2004 yılı Ocak ayında New York'taki Dış İlişkiler Konseyi'nde "Türkiye'nin dış politikası" konulu bir konuşma yaptıktan sonra “Fransa'daki başörtüsü yasağını hatırlatan bir katılımcının, Türkiye'deki durumu sorması� üzerine; "Başörtüsü, yüzde 98'i Müslüman olan Türkiye'de gerek millet ve gerekse kurumların ortak sorunu. Biz bunu toplumsal mutabakatla çözmek istiyoruz. Ama sonuçta şunu da söylemek zorundayım ki, bu sorun Türkiye'de vardır."…"Farklı olan bu yaklaşımın, Avrupa Birliği'nin (AB) temel ilkesi olan Kopenhag kriterleriyle, yani din ve vicdan özgürlükleriyle, inanç özgürlüğüyle açıklanması nasıl olur, merak ediyorum?� dediği, (Ek.15)16) Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, Adalet ve Kalkınma Partisi Kadın Kolları Başkanlığı'nın 2004 yılı Mart ayında Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla Dedeman Otel'de düzenlediği ‘Siyaset ve Kadın’ konulu panelin açılışında yaptığı konuşmada, türban sorununa dikkat çekerek ‘‘Her gün üniversite kapılarından töre cinayetlerine, fabrikadan mahkeme salonlarına, gazete sütunlarından televizyon ekranlarına yürekleri yakan binlerce dram karşımızdayken, yılda bir kez Kadınlar Günü kutlamanın bana göre anlamı yok. Kadına karşı ayrımcılık, ırkçılıktan daha tehlikeli, daha ilkel bir tutumdur. Her tür ayrımcılığa karşı mücadele etmek zorundayız. Kadına ve kız çocuklarına karşı ayrımcılık insanlığın cahiliye dönemlerinden kalma meselesidir.’’ diye söylediği, (Ek.16)17) Başbakan Recep Tayyip Erdoğan 2004 yılı Nisan ayında Ukrayna ziyareti sırasında kaldığı otelde bu ülkede okuyan ikisi türbanlı Türk öğrencilerinin denklik sorununu gündeme getirmesi üzerine; “Bu soruyu her yerde soruyorlar, ama artık sormayın. Ben bu konuyu iyi biliyorum. Benim çocuğum Boğaziçi’ni kazandığı halde imam hatip lisesi mezunu olduğu için puanı düşürüldü, buraya gidemedi. Kızlarım başlarını örttükleri için Türkiye’de okuyamadı. Biz ailece bu konunun mağduruyuz. Bu tip ayrımlara karşıyız. Ama sizin bu sorunlarınızın çözümü sadece bizim isteğimizle değil tüm siyasi partilerin katılımı ve uzlaşmasıyla çözülmeli. Bunu tek başımıza getirmek istemiyorum, çünkü o durumda gerginlik çıkıyor. Ben ülkede gerginlik yaratmak istemiyorum… Kızlarım başını örttükleri için Türkiye’de okuyamadı� dediği, (Ek.17)18) 2007 yılı Mayıs ayında NTV’de katıldığı canlı yayında Ankara Temsilcisi Murat Akgün’ün sorularını yanıtlayan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül'ün "Türban daha modern olabilir" sözlerinin ardından yaşanan tartışmaya ilişkin görüşlerini de aktararak "Sizce türban modernleşir mi?" sorusuna karşılık: "Ben o şekilde bir ifadeyi doğru bulmuyorum. Bu işin aslı başörtüsüdür. Türban ifadesini yanlış buluyorum. Olay türban ifadesiyle siyasallaştırıldı. Başörtüsü inançtan geliyor. Takan, dinimizin bir gereği olarak takıyor. Moda noktasında buna çeşitli şekiller getirebilirsiniz. Kalkar boynun altından bağlarsınız. Kimin estetik anlayışı neyse buna saygı duymak lazım. Ama burada yerellik öne çıkar. Doğu bölgelerinde kadınlarımız farklı, batıda farklı örter. İslam ölçü koymuş, o ölçüyü değişik şekilde ortaya koyar. Bazıları düz kumaş, bazıları çiçekli kumaşlar kullanıyor. Dünyanın tanınmış marka firmaları bunlara yönelik ürünler kullanıyor. Burada ölçü vardır. Örtmek, örtmemek, bunun hesabını sormak bizim görevimiz değil. Sormamamız lazım. Bu ülkede başörtüsüne de başını örtmeyene de saygı duyulmalıdır. Bireysel tercihini başını örtmekten yana kullanıyorsa, ona saygı duymak zorundayız. Bizim ülkemizde her siyasi partinin mensupları içinde eşi başı örtülü olan da var, başı açık olan da var. Bunlara takılıp kalmamalıyız. CHP'nin grup toplantılarına başörtülü geldiğinde kıyamet kopmuyor, Adalet ve Kalkınma Partisi'ne geldiğinde kıyamet kopuyor. Türkiye bunları aşmalı. Aşmazsak yazık olur. Bu ülkenin evlatları arasında ayrımcılık yapmamamız lazım. Ağlayan yavrular onları affetmeyecektir. Bu konuda toplumsal mutabakat var, ama kurumsal mutabakatta sıkıntımız var. Başörtüsü bir oy zemini olmamalı. Ben bir oy zemini olarak görmüyorum. 3 Kasım seçimlerinde de 'böyle bir vaatle gelmiyorum' dedim. Kurumsal mutabakat sağlandığında bu zaten çözülecektir. Yavrularıma da asla bu noktada müdahale edemem." diye beyanda bulunduğu, (Ek.18)19) 2005 yılı Temmuz ayında ABD'de San Francisco'daki ''World Affairs Council of Northern California'' ve ''Commonwealth Club of California'' isimli kuruluşlar tarafından Fairmont Oteli'nde düzenlenen toplantıda Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, ''Laik toplumda din, laik yönetimin güvencesindedir. Laiklik, tüm inanç gruplarına eşit mesafede olmak şeklinde tanımlanmıştır ve zaten bu temin edildiği içindir ki, laiklik bizim için bir yerde sigortadır. Kamusal alanın henüz tanımı yoktur. Sıkıntı biraz buradan kaynaklanmaktadır. Bizdeki sorun, üniversitelerde başörtülü kızlara yer verilmemesi sorunudur. Tabii bu sorunu burada dile getirmem de hemen sanki bunu burada şikâyet etmiş gibi ifade ediliyor. Benim böyle bir şikâyete ihtiyacım yok. Bu noktada benim bu tür sorunları paylaştığım, ülkemin insanıdır. Tek sorunum, ülkemde toplumsal bir mutabakat var, ama kurumsal bir mutabakat yok, bunu halletmenin gayreti içerisindeyiz. Ve artık bunları aşmanın gereğine inanıyoruz'' diye konuştuğu, (Ek.19)20) 2005 yılı Kasım ayında Almanya dönüşü uçakta gazetecilerle sohbet eden Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, Fransa'nın varoşlarında başlayan isyan eylemlerini okullardaki türban yasağıyla ilişkilendirerek; “Başörtüsünün yasaklanmasının da etkisi var. Bu gibi tutumlarla göçmen toplumlarının dışlanması şiddet olaylarını fitilledi. Daha önce Fransa'da hiç böyle bir şey olmamıştı. Bir buçuk yıl önce Fransız iş adamları ve entelektüellerinin de bulunduğu bir grupla bir araya geldim. Kendilerine anlattım, bizi dikkate almadılar. Bizim, Türkiye olarak bu gelişmeleri engellemek açısından yapabileceğimiz çok şey var. Medeniyetler ittifakında biz yardımcı olabiliriz. Avrupa da yasaklarla bir yere varılamayacağını anlamalı. Türkiye’siz bir Avrupa'nın geleceğinin güven içinde olmadığı belli olmuştur." şeklinde beyanda bulunduğu, bu beyanının tepki çekmesi üzerine Erdoğan, Partisinin 8.11.2005 tarihli Grup Toplantısı’nda yaptığı konuşmada Fransa'daki olaylarla ilgili değerlendirmelerinde, tek sebep olarak "türban yasağını" gösterdiğini yazan gazeteleri eleştirerek; ''Bu tür sosyolojik hadiseler, tek bir sebebe indirgenemeyecek kadar karmaşık ve derinliklidir. Bunların altında yılların birikimi vardır. Sosyo-ekonomik ve kültürel faktörlerin tesiri vardır. Yanlış politika ve anlayışların rolü vardır. Bunların hepsi doğrudur. Bizim söylediğimiz de budur. Yoksa bazı yasakçı uygulamaların bu olaylardaki etkisine dikkat çekerken meseleyi tek bir sebebe indirgemiyoruz. Fransa'daki bundan aylarca önce başörtüsüyle ilgili yasağının da bugünlere gelinmesindeki, bu süreç içerisindeki etkenlerden bir tanesi olduğunu orada ifade etmişizdir. '' açıklamasını yaptığı, (Ek.20)21) 2005 yılı Nisan ayında Zaman Gazetesi yayın yöneticilerini kabul eden Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın; imam hatip liseleri ve başörtüsü sorunu ne zaman çözülecek? sorusuna “Başörtüsü sorunu konuşulmaz, yaşanır.� …“Halk nezdinde bir mutabakatı kastetmiyorum. Orada zaten mutabakat var. Parlamento içi mutabakat gerekir. Parlamento halkın iradesini yansıtmıyor. Sıkıntı burada.� dediği, (Ek.21)22) Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın 2005 yılı Nisan ayında, Anayasa Mahkemesi Başkanı Mustafa Bumin'in "türbanla" ilgili yaptığı uyarılara, "Türkiye'de, bir halkın mutabakatı, bir de halkın temsilcisi olanların ve kurumların mutabakatı vardır. Görünen o ki, halkın mutabakatı ile kurumların mutabakatı henüz oluşmuyor"… "Bugün çok daha net olarak söylüyorum; Türkiye'de halkın mutabakatı ile halkın temsilcisi olanların ve kurumların mutabakatı henüz oluşmuyor" …"Eğer evrensel hakları görmemezlikten gelirsek, ülkemize yazık ederiz. Bir hak, dünyanın bir ucunda farklı, bir başka ucunda farklı olamaz. Çünkü hak, hukuktan doğar; kanundan doğmaz. Hak, kanunlarla güvence altına alınır. �u anda bütün gayretimizi ülkemizdeki bu mutabakat üzerine tahsis ediyoruz." şeklinde yanıt verdiği, (Ek.22)23) 2005 yılı Mayıs ayında Bolu’da Kredi ve Yurtlar Kurumu’nun yaptırdığı öğrenci yurdunun açılışına katılan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, "Gençler yurtdışına eğitim almaya gidiyor ve bunun için 1 milyar 250 milyon dolar ödüyor. Buradan nerelere, ne mesajı verdiğimi anladınız. Bu sorunu halledersek onlar da gitmez" dediği, (Ek.23)24) 2005 yılı Haziran ayında Lübnan seyahati dönüşü uçakta gazetecilerin sorularını yanıtlayan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın; "Başörtüsü ülkenin bir gerçeği. Ortadaki gerginlikleri kaldırmakla yükümlülüğümüz olduğuna göre bu sorun çözülmeli. Bu konuda araştırmalar var, üç dört sene olmuştur. Sonraki süreçte tespitler değişmedi. Lehte gelişme var, aleyhte gelişme yok. Bugün toplumda mutabakat olduğuna göre kurumlar arası, kuruluşlar arasındaki uyumsuzluğu anlamak mümkün değil. Ülkede toplumsal mutabakatı da tesis etmişsin. Kurumsal mutabakat da tesis edilsin ki birbirine şüpheyle bakan bir ülke olmayalım. (…)Referandum anayasal bir süreçtir. Gerekirse o da düşünülebilir, gerekirse bu yönde gidilebilir. Tabii taymingi önemli…� diye beyanda bulunduğu, (Ek.24)25) Adalet ve Kalkınma Partisi grubunda konuşan Tokat milletvekili Resul Tosun, üniversitede türbana serbestlik tanınmasını isterken hükümetin AİHM'deki duruşmada yanlış taktik izlediğini ileri sürmüş, Anayasa ve yasalarda türban yasağı bulunmadığını belirterek ''Hükümet pasif kalabilirdi, hiç savunma yapmayabilirdi. Öyle anlaşılıyor ki, Anayasa Mahkemesi kararları ve Anayasa Mahkemesi Başkanı'nın etkisinde kalınarak bu savunma yapılmış. Daha sağlıklı bir cevap verilebilirdi. Dışişleri Bakanımız Abdullah Gül 'ün bunu hükümetin görüşü olarak söylemesi de hükümeti sıkıntıya soktu, töhmet altında bıraktı. Bu savunmayı tasvip etmemiz mümkün değil'', ''Partimiz güçlü, çoğunluğumuz var. Bu konuları halletmemiz lazım, önümüzde kısa bir zaman kaldı. Bu düzenlemeleri niye yapamıyoruz?'' diye sorması üzerine Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın; ''Metnin tamamını okuyun, ona göre konuşun. Metnin tamamı basında yer aldığı gibi değil'' şeklinde cevap vererek savunma metnini getirttikten sonra ''Bu, hükümetin savunması ve bu savunmayı bilinçli olarak yaptık. Biz AB kriterlerini koyduk ve arkasından 'takdirlerinize bırakıyoruz' dedik. (TBMM Genel Kurulu'nu işaret ederek) Burada 'Egemenlik milletindir' yazıyor. Ama bazı kurumların, bunun böyle olmadığı, egemenliğin bölüşüldüğü yönünde görüşleri var. Biz de böyle olmadığını biliyoruz. Bir karar alıyoruz, Cumhurbaşkanı'ndan dönüyor, Anayasa Mahkemesi'nden dönüyor. Hani hükümet tek başına karar veriyordu. Resul Bey sen bu gruptan birisin; ne zorluklarla bu düzenlemeleri getirdiğimizi biliyorsun. Bunlar basit şeyler değil, kolay halledilecek meseleler değil. Çok acelecisiniz, biz sorumluluk sahibiyiz. Bu işi kangren haline getirenlerin şimdi dışarıdan konuştuklarını görüyoruz, siz de onların oyununa geliyorsunuz, sabırlı olun.'' dediği, (Ek.25)26) Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, Yeni �afak gazetesi yazarlarına 2005 yılı Haziran ayında yaptığı açıklamalar sırasında; YÖK, kamu reformu, 2B gibi konularda takvimin ne olduğu, başörtüsü sorununun nasıl çözüleceğinin sorulması üzerine; "Kesin bir takvimimiz yok. Biraz atmosfer ve zemin olayı. Bunlar anayasa değişikliği gerektiren konular. Anayasa değişikliğiyle netice alıp alamayacağımız, referandum yolunun denenip denenmeyeceği, bunlar aramızda tartışılan konular. Paket olarak referanduma gidilir gerekirse. Ancak başörtüsü anayasa konusu değil. Farklı bir konu. Burada biz toplumdaki bütün hassasiyetleri düşünerek adımlar atıyoruz. Onun için şu saatte bunu yapacağız diye bir şey yok. Zemin ve atmosfer elverirse adımı atarız. Yoksa bunu erteleyebiliriz de. Bizim parametreleri kaybetmememiz lazım. Ekonomik öncelikleri gözetmemiz lazım'' diye söylediği, (Ek.26)27) 2005 yılı Mayıs ayında Haldun Alagaş Spor Salonu'nda düzenlenen "1. Bölge Teşkilat Toplantısı"nda konuşan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın: ''Genciyle, yaşlısıyla, bak buradan bir kez daha açık ve net söylüyorum, başı örtülü, başı örtüsüz, kim olursa olsun bütün benim bayan kardeşlerim canımdır, ciğerimdir. Bu ülkede haksız yere ayrımcılık yapıldı. Ama biz asla ayrımcı değiliz. Bu çatı, bütün vatandaşlarımı bir arada toplama çatısıdır. Bunu böyle bilin. Çok değişik şeyler konuşabilirler. �u anda biliyorum, bazı sıkıntıları yaşıyoruz. Bunu ben de yaşıyorum. Gönlümün derinliklerinde yatan hıçkırıklar var. Bunu da açıkça söylemek zorundayım. Fakat şunu bilmenizi istiyorum; her şey zamana gebe. Zira millet iradesi birçok şeyi halledecektir. Ama sabırlı olmaya mecburuz. Niçin? Bu toplumda gerilmeyi asla Adalet ve Kalkınma Partisi yaratmayacaktır. Varsın olsun, birileri yaratsın. Onların cevabını birileri veriyor ve verecektir. Ama bu oyuna asla benim kardeşlerim gelmeyecektir ve gelmemelidir�…�Türkiye’de marjinal siyaset yapan grupların yıllarca başörtüsü üzerinden siyaset yaparak ülkeye nasıl faturalar ödettiklerini biliyorsunuz. Ama Adalet ve Kalkınma Partisi başörtüsü üzerinden siyaset yapmayacak, yapılmasına da müsaade etmeyecek. Bu olay konuşulmaz, bu olay yaşanır. Biz felsefemizi insanları tüm inançlarını yaşama noktasında olduğu gibi yaşamaya kabul etmeye mecbur olduğumuzu anlatıyorum�… “Ülkemizin yüzde 99'u Müslüman. Ve bu ülke bir Müslüman ülkesidir. Halkının yüzde 99'u Müslüman olan ülkemizde şunu unutmayalım ve gerçekleri birbirine hiçbir zaman karıştırmayalım; İslam devleti olmak başka bir şey, bir İslam ülkesi olmak başka bir şey. Bir defa bunu çok iyi kavrayacağız, çok iyi anlayacağız ve bu anlayışla yarına bakacağız. Ben teşkilatımızın insanlarını bu hassasiyete özellikle davet ediyorum…� diye beyanda bulunduğu, (Ek.27)28) 2005 yılı Haziran ayında resmi ziyaret için Washington'da bulunan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, Amerikan CNN International televizyonundan Wolf Blitzer'ın; "Başörtülülerin kamu okullarına ve kamu binalarına girmeleri yasak. Buna mukabil, eşiniz başının örtüsüyle Beyaz Saray'a davet edildi. Amerikalılar Türkiye'de dini hoşgörünün bulunup bulunmadığı hususunda endişe ediyorlar. Türkiye'de değiştirilmesi gereken bir kanun mu var?" şeklindeki sorusuna; ''Bunu yasaklayan bir konu yok ki. Sıkıntı burada. Sadece şu anda buna yönelik olarak bir algılama var, yorumlama var. Ama biz özellikle ülkemizde bir toplumsal gerilim olmasın diye sabırlı hareket ediyoruz. Ve diyoruz ki bir toplumsal mutabakat olsun. Bakın benim kızlarım ABD'de okuyor. Burada o özgürlük anlayışı var. Ama ülkemde yok. �u anda ben bu acıya sadece ülkemde bir toplumsal gerilim olmasın diye katlanıyorum. Halkımın arasında böyle bir sıkıntı yok. Ama kurumların yaklaşımı toplumun yaklaşımıyla örtüşmüyor. Onun için biraz sabredeceğiz. Biraz daha bu işin çilesini çekeceğiz gibime geliyor. Ama inanıyorum ki eninde sonunda hak yerini bulacaktır.'' şeklinde beyanda bulunduğu, (Ek.28)29) 2005 yılı Haziran ayında AB büyükelçileri onuruna Başbakanlık Konutu'nda verdiği yemekte Belçika Büyükelçisi Mark Van Rysselberghe'nin Türkiye'de dini azınlıkların özgürlükleri kapsamında Fener Rum Patrikhanesi'nin statüsü ve Devlet Bakanı Mehmet Aydın'ın misyonerlik faaliyetlerine yönelik eleştirilerini anımsatması üzerine, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, "Bu sorunu sadece azınlıktaki gayrimüslümler değil çoğunluktaki Müslüman kesim de çekiyor. Bu konu bizim için de zor" demiş, türban yasağı konusundaki rahatsızlığını da "Bu sorunu bizzat ben yaşıyorum. Eşim başörtülü. Eşim Başbakanlık Konutu'nda takabiliyor, karşıda (Cumhurbaşkanlığı'nı işaret ederek) takamıyor. Bu konularda bir toplumsal ve kurumsal mutabakat henüz sağlanmadı." diye konuştuğu, (Ek.29)30) Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, 2005 yılı Temmuz ayında ABD’ye giderken uçakta gazetecilerle yaptığı sohbette; "Biz niye türbana karışıyoruz? Bırakalım kadınlar, kızlar kendileri karar versinler. Bakın Türkiye'de dekolte aldı başını gidiyor. Karın kısmı açık pantolonlarla üniversiteye bile gidiliyor. Biz bunları düzenlemek için bir kanun çıkarıyor muyuz?...“Biz önce devlet üniversiteleri ile özel ve vakıf üniversiteleri arasında bir ayrım yapalım, diyoruz. Hiç olmazsa isteyen kızlar özel ve vakıf üniversitelerine türbanla girebilir, eğitim hakkı alabilir. Bu toplumsal sorunu böyle çözebiliriz. Ama buna bile itiraz ediyorlar... Bu yüzden kızların okula gönderilmemesi yönünde sosyal baskı var. Bir genç kız üniversiteye gidip eğitim alsa, bu baskılara daha kolay direnemez mi? Ama muhalefet buna tam tersinden bakıyor… .Camilere kadro verilmesine bile karşı çıkıyorlar. Anadolu'ya gidin, birçok caminin kadrolu imamı yok. Peki insanlara kim namaz kıldıracak? İşte o zaman cahil insanlar imamlık yapmaya başlıyor…Ailede başı açık niye kabul etmeyeyim? Kayınbiraderimin eşinin başı açık. Kızlarının başı da açık. Ama bu soruları sormak doğru mu? Ben de size, "Niye çevrenizde hiç başı örtülü kadın yok?" diye sorabilirim. Benim eşimin başına örttüğü türban değil, başörtüsü… Biz niye buna karışıyoruz? Benim idealim hep şu oldu: Başı açık kız ile örtülü kız yan yana okusun, kol kola gezsin… Üniversite kapıları açık olsaydı kızlarım Türkiye'de okurdu. Oğlum da burada katsayı engeline takıldı. Aldığı puan Boğaziçi Üniversitesi'ne girmesine müsaitti. Ama imam hatipte okuduğu için giremedi. İmam hatipin tarihi Atatürk'e dayanıyor. İmam bu toplumda dini ihtiyaçları karşılayan insan. Hatip iyi konuşmacı. Bu okullara niye itiraz ediliyor, anlamıyorum. Biz imam hatiplere arka bahçe diyenlerle o yüzden ayrıldık...Ben,"Referandum yapacağız" demedim. "Gerekirse referanduma da gidebiliriz" dedim. Çıkardığımız yasaya Kuran kursu maddesi demek yanlış. Bu, adı itibarıyla talihsiz bir kanun. Dünyanın herhangi bir yerinde, "Kanuna aykırı eğitim kurumları" diye bir ifade var mı? Anayasa Mahkemesi bunu iptal ederse gerekçeli kararları tarihe büyük bir not düşecektir. Siyasi bir karar almamaları gerekir. Bu gibi sorunları konsensüsle çözmek istediğimizi söyledik. Ama kimse bize yardımcı olmadı. Tam aksine, tam aksini yaptılar. Bize bu konulardan vurmaya çalıştılar...� dediği, (Ek.30)31) 2005 yılı Ekim ayında Londra'da AB zirvesine katıldıktan sonra London Shools of Economics'te ''Kültürel Çeşitlilikte Kadının İnsan Hakları'' konulu konferansta katılımcıların sorularını yanıtlayan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın; İngiltere, ağırlıklı olarak Hıristiyan ülke olmasına karşın kamu kurumlarında başörtülü insanların çalışabildiğini, ancak çoğunluğu Müslüman olan Türkiye'de kamu kurumlarında başörtülü çalışılamadığını, başörtüsünün insan hakkı olduğunu, türban konusunda toplumsal mutabakata önem verdiklerini söyleyerek; “Tartışılmaz tabii ki insan hakkıdır. Yani ‘din ve vicdan özgürlüğü’ diyoruz. Din ve vicdan özgürlüğünün gereği neyse şüphesiz ki sağlanmalıdır. Bu, ağırlığı Hıristiyan olan ülkelerde sağlanmışsa, ağırlığı Müslüman olan Türkiye’de de konsensüsle başarılmalıdır, sağlanmalıdır. Biz geldiğimizden beri hep şunu söyledik; seçim öncesinde de ben söyledim; ‘bir toplumsal mutabakat sağlandığı anda çözüleceğine inanıyorum’ dedim. Bugün de aynısını söylüyorum. Bu konuda toplumsal mutabakat Tükiye’de vardır. Mutabakat yüzde 100 değildir ama yüzde itibariyle, daha önce birçok kurumun yaptığı araştırmalar bu, yüzde 70-80’lerde. Bu konuda mutabakat vardır. Kurumlar arasında mutabakat var mı derseniz, parlamento içi siyasi partilerde henüz bir mutabakat oluşmamıştır. Parlamento içinde bu mutabakat oluştuğu anda parlamentoda bu işi çözeriz. İnanıyorum ki parlamento dışı kurumlarda da mutabakat büyük ölçüde vardır. Eğer özgürlükten yanaysak, özgürlükleri savunuyorsak, o zaman ‘özgürlüğün bir kısmını kabul ediyorum’ deyip, ‘bir kısmını kabul etmiyorum’ mantığı yanlış bir mantıktır. Bunu özgürlük tanımı içine sokamazsınız ve insanları olduğu gibi kabul etmek durumundasınız. Kabul etmiyorsanız, o zaman sizin değişmez tabularınız vardır. Bu tabuları yıkamadığınız sürece işte o zaman yine kadın haklarıyla ilgili özgürlüklerde de maalesef bir yanlış ve eksik yaklaşım tarzı doğar ki ben, buna da doğru bakmıyorum. İnanıyorum ki Türkiye, bu yanlışını düzeltecektir. Bu yanlışı da bir an önce aşacaktır çünkü gerilim noktalarından bir tanesi de maalesef budur. Bunu başardığımız anda el ele başörtülüsüyle, başı açığıyla herkes yürüdüğü zaman, toplumun birbirine olan saygısı, sevgisi, dayanışması daha misli olacaktır. Bizim bu noktada bir endişemiz yok.’’ dediği, (Ek.31)32) 2005 yılı Kasım ayında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, Tayland Başbakanı Thaksin Shinawatra ile yaptığı ortak basın toplantısında AİHM'in türban yasağı konusunda verdiği kararı değerlendirmiş;“Neyin noktasını koymuşsunuz? Neye göre koymuşsunuz? Böyle bir şey olabilir mi? Başlıkların atılış şekli de çok yanlış. Dünya, özgürlüklerde nerelerden nerelere geldi. AİHM'deki bu kararı verenlere şu soruyu sormak istiyorum; sizin ülkelerinizde mevcut yasalarınızın inançlarla örtüşen veya çakışan yanlarını değerlendirdiniz mi? Bu soruyu bir sormak lazım. Acaba örtü nedir? Bunu acaba sorarak, bunun yetkilisi olanlardan bu konuda herhangi bir cevap alınmış mıdır? Böyle bir cevap alınmamıştır ve bu cevap alınmadan böyle bir karara varmak bir defa din ve vicdan özgürlüğüne ters düşer, eğitim özgürlüğüne de ters düşer. Bu karar, bu dosya olsa olsa kendi içinde değerlendirilebilir. Bunu böyle bir genelleştirme gayreti içine girmek maalesef art niyetli davranmaktan başka bir şey değildir. Bunu da özellikle ülkemdeki, bu konuyu böyle değerlendirme gayreti içinde ideolojik yaklaşımlarını ortaya koyanlara ifade etmek istiyorum.''..."İnsanların hukukunu yanlış yasalarla yok edemezsiniz. Geçici bir süre yok edebilirsiniz ama eninde sonunda bu hukuk yasa haline gelir, geldiği zaman da beklenen çözüme kavuşulmuş olunur. Bu sorunu da Türkiye kendi içinde toplumuyla halletmiştir. Millet olarak halletmiştir. Her zaman söylüyorum kurumların sorunu vardır, müesseselerin sorunu vardır, siyasi partilerin sorunu vardır. Bu sorun, kendi içinde çözülecektir. Çözüldüğünde de inanıyorum ki bu gerginlikler de kalkacaktır.'' şeklinde beyanda bulunduğu, (Ek.32)33) 2005 yılı Kasım ayında Katar'a hareketinden önce Esenboğa Havalimanı'nda basın toplantısı düzenleyen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, bir gazetecinin, "Sayın Cumhurbaşkanı, AİHM'in türban kararı ile ilgili olarak 'AB'nin gereğini yapanlar bunu da uygulamalıdır. Konu hukuken kapanmıştır' dedi. Bu konu hukuken kapandı mı? Bundan sonra hangi düzlemde tartışılacak?" şeklindeki sorusuna; "Ben düşüncelerimi daha önce söyledim. Sayın Cumhurbaşkanı ile bir atışma içerisine girmek istemem. Benim düşüncem bellidir. Bu genellenmemelidir. Burada verilen karar bir genel karar değildir, bir dosya ile ilgili karardır. Dolayısıyla bundan sonraki süreci de bu anlayış içerisinde değerlendirmenin gereğine inanıyorum. AB sürecine kim saygı duyuyorsa, AB üyesi ülkelerdeki icraatlara da saygı duysunlar. Çünkü yüzde 99'u Müslüman olan Türkiye'deki bu uygulama, AB üyesi ülkelerden acaba hangisinde var? Bu soruya da cevap bulmalarını özellikle isterim. Eğer bu soruya da cevap bulabilirlerse, o zaman bu düşüncelere çok daha farklı bir şekilde ben de saygı duyarım." yanıtını verdiği, (Ek.33)34) Katar'a gidişinde uçakta gazetecilerin sorularını yanıtlayan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın; "Emredici bir hüküm getirseydi, tüm AB ülkelerinde uygulanması gerekirdi. Avrupa'da ve dünyada genel olarak üniversitelerde başörtüsü yasağı yok. AİHM'nin Türkiye'ye özgü şartlar nedeniyle böyle bir karar aldığını düşünüyorum. Böyle bir yasak Anayasa'da yok. Sadece Anayasa Mahkemesi'nin bir yorumu var. Yasama yeni bir yasa çıkarırsa, Anayasa Mahkemesi durumu gözden geçirmek zorundadır, bu yorum da kalıcı değildir. Yasa çıkarabiliriz. Ama arzumuz bu sorun toplumsal gerilime yol açmasın ve özgürlükler noktasında çözülsün." şeklinde konuştuğu, (Ek.34)35) 2005 yılı Aralık ayında Avustralya'da yaşayan Türklerin temsilcileriyle bir araya gelen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, "Türban sorunu ne zaman bitecek" sorusuna, "Burada böyle bir sorun yaşamıyorsunuz değil mi?" sorusuyla karşılık vermiş, kalabalıktan, "hayır" yanıtını alan Erdoğan, Türkiye'de kabul edilse de, edilmese de bunun bir sorun olduğunu söyleyerek, Avustralya'da ilkokulda bile türban yasağı olmadığı söylenince; "Gerginlik olmasın diye toplumsal mutabakat ifadesini kullandık. Toplumun yüzde 80'inde bu mutabakat var. Ama kurumlar arası mutabakat ve parlamentoda mutabakat olması gerekiyor. Parlamentoda ve diğer kurumlarla mutabakat sağlandığı anda bu işi çözeriz. Yasama organı içerisindeki mutabakat önemli. Yoksa toplumsal gerginlik olur. Hassasiyet içerisindeyiz. Böyle davranmaya mecburuz." dediği, (Ek.35)36) 2005 yılı Aralık ayında İzmir ili Buca’da parti örgütüyle bir araya gelen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ''İzmir'in üzerindeki o zaman zaman yakıştırılan bazı ifadeler vardır ya, bu ifadelerin olmadığı da görüldü. Çünkü İzmir'in hakkı bu değil. O yakıştırmalar değil. İnşallah o yakıştırmaları da bir şekilde silip atacaktır İzmir. Ben buna inanıyorum. Biz böyle bir ifadeye hiçbir zaman inanmadık. Bugün de inanmıyoruz. Yarın da inanmayacağız'' diye konuştuğu, adını anmadan ''türban'' ve öteki konularda örgütten ''sabırlı'' olmalarını isteyen Erdoğan, ''�unu unutmayın, sağlıklı bir doğum, 9 ay 10 günde olur''..: ''Bazılarının tahriklerine sakın aldanmayın. Biz dertliyiz. Biz nerde, neyin, nasıl dertleri olduğunu biliyoruz. Ama her şey bir yol haritası içerisinde yürüyecektir. Öyle, kimse Adalet ve Kalkınma Partisi'ni gaza getirmeye çalışmasın. Bizim gaza gelmeye niyetimiz yok. Burada gaza basan biziz ve gaza ne kadar basacağımızı da iyi biliyoruz. Bu gaza, ben örgütüme de söylüyorum, özellikle dikkatli olun. Ne siz milletvekillerimize baskı yapın, ne milletvekillerimiz bize baskı yapsın.'' şeklinde konuştuğu, (Ek.36)37) 2005 yılı Kasım ayında Danimarka Avrupa Hareketi tarafından Kopenhag'da düzenlenen "Medeniyetler arası ittifak: Türkiye'nin rolü" konulu toplantıya katılan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın “Bu (başörtüsü yasağı) 8 yıllık bir süreçtir. Bu süreç içerisinde üniversiteye giden kızlarımız, başları örtülü olarak devlet üniversitelerinde ve vakıf üniversitelerinde başörtülü olarak derslere girememektedir. Bu, bana göre din ve vicdan özgürlüğünün, eğitim özgürlüğünün kısıtlanmasıdır. AİHM'nin son kararı var. Ben bu kararlara şaşıyorum. Bazı hukuki yorumlara, bazı köşe yazarlarına baktığımız zaman, bizim yaklaşım tarzımızı 'Bunların hukuka saygısı yok' diye değerlendiriyorlar. Bu bir dosya kararıdır. Ben cezaevine girdiğim zaman gazeteler 'Artık muhtar bile olamaz' diyorlardı. Recep Tayyip Erdoğan TC'ye Başbakan oldu. Neyle oldu? Gene yargıyla, değişen, gelişen yasalarla oldu. AİHM'nin verdiği bu karara ben yargı kararı olarak uyarım, ama haklar, özgürlükler noktasında doğru bakmam. Niye? Çünkü nasıl olur da bir insan başını örtüyor diye eğitim, din ve vicdan özgürlüğü ortadan kalkar? 'İnanç hiçbir zaman yasanın önüne geçemez' diyor. Benim bu kızımın böyle bir iddiası yok ki... İnancı böyle olduğu için başını örtüyor, o halde saygı duymak lazım. Mahkemenin de bu konuda söz söyleme hakkı yoktur. Söz söyleme hakkı din ulemasınındır. Açarsın o dinin mensubuna, Musevi ise o dinin mensubuna, Hıristiyansa o dinin mensubuna sorarsın, bunun dinde gerçekten emredici bir hükmü var mı? Varsa saygı duymak zorundasınız. Yoksa ayrı bir konudur, o zaman siyasi, ideolojik olur. O farklı bir olay. Dinde bunun yeri varsa saygı duymak zorundasınız. Ben diyorum ki dinde bunun yeri var. Biraz bu alanda mürekkep yaladık. Bu alanda hiç alakası olmayanların, İslam dininin aydınlarına sormadan böyle bir kararı farklı bir yere çekmek suretiyle vermek yanlıştır Bu bir sorundur ve er veya geç çözülmelidir. Okula gidemeyen yüz binlerce kızımız var. Bu aşıldığı anda gidebileceklerdir. İmkânı olanlar Avrupa'ya, Amerika'ya gidiyor, okuma fırsatını buluyor, olmayan kaderiyle baş başa kalıyor. Kurumlar arası mutabakat sağlandığı anda bu sorun aşılacaktır.� diye konuştuğu, (Ek.37)38) Açılışlara katılmak üzere gittiği Denizli'de "ulema" tartışmalarına değinen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, "Cehalet içinde konuşuyorlar. Açsınlar Türk Dil Kurum lugatını. Milli Eğitim Ansiklopedisi'ni, diğer lugatları açsınlar. Ulemanın ne anlama geldiğini okusunlar. Bunlar şecaat arzederken sirkatlerini de ortaya koyuyorlar. Yani kendilerini överken açıklarını da ortaya koyuyorlar. Ulema, alimin çoğuludur. Bugünkü söyleyişle bilginin çoğuludur. Ulema ise bilginler anlamına gelir.(…)Danimarka'da yaptığımız konuşmada, AİHM'nin Müslümanlara ait örtü ile ilgili karar verirken bu konuda bilirkişi olarak İslam'ın din bilginlerine sorması gerekirdi. Bu örtü ideolojik mi, sosyolojik mi, dinin gereği mi? (…) Sorduktan sonra kararını yine orası versin. Biz onların kararına uyarız. Türkiye'de de kimse bunu saptırma yoluna gitmesin." dediği, (Ek.38)39) Adalet ve Kalkınma Partisi Kadın Kolları Başkanlığı'nın 3. kuruluş yıldönümü nedeniyle Bilkent Otel’de düzenlenen etkinliğe katılan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, Danıştay 2. Dairesi’nin Aytaç Kılınç’a ilişkin 26.10.2005 gün ve 2004/4051-2005/3366 sayılı kararı ile ilgili olarak; "Bugün kadına karşı adaletsizlikler dünyanın neresinde varsa orada zulüm ve acı vardır. Tabii ki bu haksızlık ve acıları onaylamak imkânsızdır…Bütün dünyada, özelde ise Müslüman toplumlarda, kadınların toplumsal hayata katılması ve üretim süreçlerine dahil edilmesiyle ilgili bazı sorunlar yaşanıyor. Hiç kimse bu sorunu yalnız bize özgü bir sorun olarak görmesin. Bu sorun, en gelişmiş ülkelerden, en geri kalmış ülkelere kadar bütün dünyanın gündeminde var…Kadına karşı ayrımcılık bizim geleneğimizde cahiliye örneğidir. Kadını özel alana hapseden, kamusal alandan dışlayan, cinsiyet ayrımcılığına dayanan baskıcı ve tutucu anlayışlar medeni olamaz. Bazı eksiklerimiz var. Biraz zaman alacak, ama kurumlararası, toplumsal mutabakat sağlanarak elimizden geleni yapacağız. Bu ülke bu sorunu da çözecek…Sorun adalet sorunu. Bugün kadına karşı adaletsizlikler dünyanın neresinde varsa orada zulüm ve acı vardır. Bu haksızlık ve acıları onaylamak imkânsız. Kadına karşı ayrımcılık, kız çocuklarını temel haklarından mahrum bırakmak, kadını üretim sürecinden dışlamak gibi anlayışlar cahiliye geleneği…Günlük hayatta toplumsal ve geleneksel yapıdan kaynaklanan kadınlarımızın halen karşılaştığı sorunları görmezden gelemeyiz. Bu sorunların çözümü için yasal düzenlemeleri yapan bir kurumu, bir duyarlılığı hayata hâkim kılmalıyız. Toplumların olduğu gibi devletlerin de kadına karşı ayrımcılığı töre haline getirmesi kabul edilemez. Kadına karşı cinsiyet ayrımcılığı en az ırkçılık kadar tehlikeli. Hiçbir mazeret insana karşı şiddet kullanılmasını haklı kılamaz. “ diye söylediği, (Ek.39)40) 2006 yılı Mart ayında Adalet ve Kalkınma Partisi’nin 6. İstişare Toplantısı’nın açılış konuşmasını yapan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı ile özgürlükler alanında önemli iyileşmeler sağlandığını ifade ederek “Biz iktidara gelmeden önce bu ülkede düşünce özgürlüğü, din ve vicdan özgürlüğü yüzünden hapis yatanlar vardı. �imdi bunlar kalmadı. Bugün bunlar suç olmaktan çıktı. Özgürlükler konusunda genel mutabakat ile bütün mağduriyetleri giderme kararlılığındayız. Niyetimizden hiç kimsenin şüphesi olmasın� biçiminde konuştuğu, (Ek.40)41) Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın 2006 yılı Mayıs ayında Berlin’de halkla buluşma toplantısında, vatandaşların pasaportlarında türbanlı fotoğraf bulunması hususunda tartışma yaşanmış, Büyükelçinin durumu açıklamaya çalışması sırasında Başbakan Erdoğan’ın; “Türkiye Cumhuriyeti’nin Büyükelçiliği’ne benim vatandaşım bu kıyafetiyle girer, bir genelge olduğunu hiç zannetmiyorum, bunu bir kere göreceğim, "Bakacağım. Çözümünü de buraya emredeceğim inşallah. Bu genelge nasıl gönderildiyse o şekilde de iptal edilir" dediği, Büyükelçimizin Başbakan’ın yanında yuhalandığı, (Ek.41)42) Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, 2006 yılı �ubat ayında partisinin Mersin Merkez İlçe İkinci Olağan Kongresi'nde Danıştay 2. Dairesi’nin Aytaç Kılınç’a ilişkin 26.10.2005 gün ve 2004/4051-2005/3366 sayılı kararı ile ilgili olarak; Bu kararı hukuk ilkeleri içerisinde tanımlayamıyorum. Tarif edemiyorum. Kalkıp da bir anaokul öğretmenine, öğretmenlik yaparken başını açtın, dışarda da başın açık olarak gezeceksin deme hakkına kimse sahip değildir. Hangi makamda olursa olsun. Bu anlayış, hiçbir hukuk anlayışı içerisinde tanımlanamaz. Türkiye’de kendilerine göre alanlar belirlemek suretiyle vatandaşımızın din ve vicdan özgürlüğünü kimsenin kısıtlamaya hakkı yoktur. Bu böyle biline. Özgürlüklerin egemen olduğu bir ülkede alınan bu kararı ben bu ülkenin bir başbakanı olarak, evladı olarak,-bu karar alındığı için bu yorumu yapıyorum, yapmak zorundayım- doğrusu kınıyorum. Bunu hiçbir yere sığdıramıyorum. İnsanın bir özel alanı vardır, kamusal alanı vardır bir de kamu alanı vardır. Bu alanlara hükmetmeye kimsenin hakkı yoktur. "Bunlar bu gidişle evin içine de karışacaklar. �öyle şöyle davranacaksınız diyecekler. Kusura bakmayın. Türkiye yolgeçen hanı değil. Herkes yerini belirlemek zorunda. Biz gerilim olmasını istemiyoruz. Birileri nemalanmasın diye sabrediyoruz. Ancak hukuk adına yargı makamını işgal edenler, bu ülkede böyle bir zemini hazırlama gayreti içine girmesinler. Ben milletin vekili olarak konuşuyorum, konuşmak zorundayım. Ben yargı makamı değil, yürütme makamıyım. Sorumluluğum ne ise onu yapıyorum. Yargıdan da adil yaklaşmalarını bekliyorum"…"Meslek liseleriyle ilgili biz üzerimize düşeni yaptık. Meslek liselilere bizim dönemizde olduğu gibi fark derslerini vererek düz liseden mezun olma hakkı verdik. Ancak YÖK bu konuyla ilgili Danıştay'a gitti. Danıştay da maalesef bunu reddetti. Bunu anlamak mümkün değil. Düz lise mezunu meslek lisesine başvurarak fark dersleri vererek mezun olma hakkına sahip. Meslek liselilerin düz liseyi bitirme hakkının önünü niye kesiyorsunuz? Danıştay'ın kararını anlamakta zorlanıyorum. Bu eğitimde nasıl bir eşitliktir? İster meslek, ister düz liseli olsun ÖYS imtihanına hepsi eşit gitsin. Kazanan devam eder, kazanamayan da mesleğine devam eder. Dünyanın gelişmiş ülkelerine bakıyorsunuz yüzde 70'i meslek lisesi, yüzde 30'u düz lise. Bizimkiler de ama inadına düz lise diyorlar. Bunlar ne yapıyorlar? İmam hatipten çekindikleri için diğer meslek liselerini de mahrum ediyorlar. Ama ne kadar imam hatipli var, yüzde 3. Ne kadar meslek liseli var, yüzde 27. İnsaf edin ya. Bunu niye bu kadar engelliyorsunuz? İHL'nin önünü kesmek için. Diğer meslek liselilerin de yazık ediyorlar. Ama bu noktada herhalde eninde sonunda bir gün aklı selim hakim olacaktır." …"�imdi çıkmışlar dürüstlük adına dolaşıyorlar. Bunların hedefi, 'Çamur at, tutmazsa iz bırakır'. Güneşi balçıkla sıvamaya uğraşmasınlar. İşimiz var. Yolumuza devam ediyoruz. Böyle bir kaba gürültüye de pabuç bırakma niyetinde de değiliz. Biz fani olduğumuzu aklından çıkarmayan bir anlayışın mensuplarıyız. Kalıcı değiliz. Bugün varız, yarın yokuz. Baki kalan bir hoş sada... Ölümün nerede ne zaman geleceği belli mi? Musalla taşına yatırıldığınız zaman 'Falanca cumhurbaşkanıydı, falanca başbakandı' veya 'Cumhurbaşkanı niyetine ya da başbakan niyetine' demeyecekler. "Er kişi niyetine' diyecekler. Bu makamlar, bu mevkiler gelip geçici. Bunlar bizleri şımartmasın. Ben tüm Adalet ve Kalkınma Partiler'e şunları söylüyorum: Mütavazı ol�…"Sınıf öğretmenliğinden alan öğretmenliğine geçiyoruz. Yani artık din kültürü ve ahlak bilgisi dersini ilahiyat mezunları verecek. Uygun olan odur. Ama 'Din kültürü ve ahlak bilgisi dersini ilahiyat mezunları niye versin' diyenler olabilir. Niye, Çünkü bunlar ideolojik yaklaşımlardır. Halen ilahiyat fakültelerine öğrenci almamak suretiyle adeta ilahiyat fakültelerini kapatma gayreti içerisindeler. Kimse, bu konularda belli mevkilere, makamlara gelmiş olanlar bana laf yetiştirmeye kalkmasınlar. Ülkede din kültürü dersi öğretmenine ihtiyaç var mı, yok mu? Diyanet İşleri 16 bin camimizin boş olduğunu belirtiyor. Bazıları da çıkıp 2 yıllıklar var, şu var bu var diyorlar. Efendi bak. Bu senin işin değil. Diyanet İşleri'nin işi. Benim ihtiyacım var diyor. Eskilerin dediği gibi 'yarım imam dinden, yarım doktor candan' etmesin. Camilerde dinimizi hakkıyla bilenler olsun. Köyden gelen birine Cuma hutbelerini verirsen farklı İslam dini olur." şeklinde konuştuğu (Ek.42)43) Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın 2005 yılı Haziran ayında Yeni �afak gazetesi yazarları ile yaptığı kahvaltılı toplantıda; “Anadolu'ya gidiyoruz. Sizin tabanınızdan insanların rahatsızlıkları var. İktidar olup muktedir olamamaktan söz ediliyor... Türkiye'de hiçbir kurum kayıtsız şekilde tek başına muktedir değildir. Buna siyaset de dâhil. Parlamentoda egemenlik kayıtsız şartsız milletindir deniyor. Bunun tanımına bile son zamanlarda dikkat ederseniz çok farklı cümleler getirenler oluyor. Türkiye'de iki devlet vardır diyenler de oldu. Fakat biz bu alanlarda da mesafe aldığımıza inanıyoruz. Eğer hıçkırıklarımızı içimize atıyorsak, sebepleri var. Gerilim istemiyoruz. Gerilimin faturaları çok ağır oldu. Ormanı yanmaktan kurtaralım istiyoruz. Onun için üç beş ağaç yanıyor, bunu feda ediyoruz. Anadolu'daki serzenişler. Bunun içinde başörtüsü var, sonra 263 var... Ana muhalefet lideri, kaçak Kur'an eğitimi diyor. Kur'an eğitimi almanın kaçak olması mümkün değil. Zaten kanunun metninde böyle bir şey yok, ruhuna aykırı. Bu ülkenin yüzde 98'i Müslüman olan halkına hakaret ve saygısızlıktır. “ dediği, (Ek.43)44) 2007 yılı Ekim ayında Ankara Mehmet Akif Kız Kız Öğrenci Yurdu'nda öğrencilerle birlikte iftar yemeği yiyen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, bir öğrencinin türbana ilişkin sorusuna, "…En büyük dileğim başı kapalı kızlarımızla, başı açıkların el ele dolaştığı bir üniversite, bir ülkedir. Bunun için uğraşıyoruz. Bunu çözmek en büyük aşkımdır (…) Bunun için çalışıyoruz. Bunlar aşama aşama yapılacak şeyler, birden olmuyor. Bazı mutabakatlar aranıyor. Bu konuyu her getirdiğimizde önümüze engel çıkarılıyor. �u an tek sorunumuz başörtüsü değil. Anayasa meselesi de var.(…) Bu durumun da sonu gelecek. Üniversitelere özgür, istediğiniz gibi girebileceksiniz.(…) İki oğlumun ikisi de istedikleri üniversiteleri katsayı nedeniyle kaybetti. Bu bana hak mı? Çocuklarım da katsayı kurbanı. Bizim imkânımız var da yurtdışında okutuyoruz(…)� şeklinde yanıtladığı, (Ek.44)45) 2007 yılı Aralık ayı başlarında Adana/Kozan ilçesinde bir kompozisyon yarışmasında ödül alan Tevhide Kütük isimli lise öğrencisinin, resmi ödül töreninde türbanı ile yer almak isteyince kürsüden indirilmesine tepki gösterdiği, aynı tarihlerde benzer bir olayın Rize’de meydana geldiği, Emine Elif Azder isimli bir ilköğretim öğrencisinin birincisi olduğu bir kompozisyon yarışmasının resmi ödül törenine başı açık katıldığında, öğrencinin babasının kızının başının zorla açıldığı iddiasında bulunduğu, Başbakan Recep Tayip Erdoğan’ın her iki öğrencinin ailelerine telefon ederek üzüntülerini bildirdiği, bu haksızlıkların bir gün mutlaka biteceğini, başörtüsü ile resmi toplantılara katılmalarına izin vermeyen kamu görevlileri hakkında inceleme talimatı verdiğini belirttiği,Başbakanın kamuoyuna yansıtılan “aileleri arama� eyleminden hemen sonra 12.12.007 tarihinde, TUBİTAK tarafından Milli Eğitim Bakanlığı �ura Salonunda düzenlenen ve Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in de katıldığı ödül töreninde, lise 1. sınıf öğrencisi türbanlı Elif Büşra Doğan’a ödülünü Milli Eğitim Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Mehmet Temel’in verdiği,Aynı törende bulunan Adalet ve Kalkınma Partisi Adıyaman Milletvekili Fehmi Hüsrev Kutlu’nun, ödül alan türbanlı öğrenci ile birlikte basın fotoğrafçılarına poz verdiği, (Ek.45)46) Başbakan Tayyip Erdoğan’ın 2007 yılı Aralık ayında “2. AB-Afrika Zirvesi�ne katılmak üzere Lizbon'a giderken “Yeni Anayasa'da türbanla üniversiteye girişi serbest bırakacak mısınız?� şeklindeki soruyu; “Benim özellikle üzüldüğüm konu şu: Anayasa tartışmalarını başörtüsüne niye indirgiyoruz? Eğitim özgürlüğü başka bir şey, din ve vicdan özgürlüğü başka bir şey. Zaten pazarda çarşıda bu insanlar arasında bir problem yok. Problem seçkincilerin kafasında. Hizmet alanlar noktasında genelde sorun yok. Gerçi bazı yerlerde son zamanlarda maalesef sorun başladı ama genelde sorun yok. Eğitime gelince, ülkemizde eğitim özgürlüğü noktasında kızlarımızın bu sıkıntısının aşılması gerekir diye düşünüyorum. Türban yüzünden kızlarımız eğitim hakkından yararlanamıyor. İmkánı olanlar yurtdışına gidiyor, olmayanlar ilkokuldan sonra eğitimi bırakmak zorunda kalıyorlar. Üniversitede nasıl olsa önüm tıkanıyor diyerek liseye de gitmiyorlar. Ben buna üzülüyorum. Dünyanın hiçbir yerinde olmayan uygulama başka ülkelere de örnek teşkil ediyor. Bazı Batı ülkelerinde eyalet düzeyinde de olsa 'Siz Müslüman ülkesiniz, bakın sizin ülkenizde türban yasağı var' diyerek böyle bir uygulamaya gidiyorlar. Bunu bir yerden çözmemiz lazım ama hep beraber çözmemiz lazım. Rejim elden gidiyor diyorlar, rejim niye elden gitsin? Bu hepimizin rejimi, hep beraber koruruz.� biçiminde yanıtladığı, (Ek.46)47) Başbakan Recep Tayip Erdoğan’ın 2008 yılı Ocak ayında “Medeniyetler İttifakı Forumu� için gittiği İspanya’da Europa Press’in konuğu olarak katıldığı kahvaltılı toplantıda, “Türban sorununu yeni anayasa ile çözecek misiniz?� sorusunu; “semboller dediniz, Benim partim içinde nasıl başörtülü varsa diğer partiler içinde de var. Hepsinin siyasi tercihidir bu. Bu onların siyasi tercihine, dinin bir gereği olarak başını örttüğüne inanan ve bunu bu şekilde uygulayana zorla şu söyleniyor; ‘sen bunu siyasi simge olarak takıyorsun ‘ deniyor. Hayır ben bunu siyasi simge olarak takmıyorum, diyor. Velev ki (türbanı) bir siyasi simge olarak taktığını düşünün. Bir siyasi simge olarak takmayı da suç kabul edebilir misiniz? Simgelere, sembollere bir yasak getirebilir misiniz? Özgürlükler noktasında dünyanın neresinde böyle bir yasak var?� şeklinde cevapladığı, (Ek.47)48) Başbakan Recep Tayip Erdoğan’ın, İspanya dönüşü Ankara Esenboğa Havaalanı’nda yaptığı konuşmada; “Yeni Anayasayı beklemeye gerek yok, onun çözümü çok kolay. Oturup beraber mutabık kaldığımız bir cümleyle çözülür.(…)bizim kafamız gayet nettir. Karmaşıktır diyenler, kendi kafalarının durumunu düşünsünler.(…) Türkiye hala bu sorunu çözemiyorsa bu özgürlükler noktasında ciddi sıkıntıdır. Bunu beraber aşarız.� dediği, (Ek.48)49) Başbakan Recep Tayip Erdoğan’ın 2008 yılı Ocak ayında partisinin İstanbul Ümraniye Kadın kollarının düzenlediği bir toplantıda yaptığı konuşmada; Üniversitelerde türbanın serbest bırakılmasının laiklik ilkesiyle çelişeceği yönünde açıklamalar yapan kurumları hedef alarak,�…Bizim önümüze ikide bir Anayasayı çıkarmasınlar. (…) En az onlar kadar Anayasa’yı biz de biliriz. (…)kimse kendini yasama-yürütme organının üstünde göremez. Yargı ihsası rey makamı değil.(…)Herkes konumunu, yerini gayet iyi bilmeli…� diye söylediği, (Ek.49)50) 9 �ubat 2008 günü Almanya’da gazetecilerin “İslamiyet ile AB sürecini nasıl bağdaştırdığını� sormaları üzerine Başbakan Erdoğan’ın; “…Farklı dinlerin mensuplarına bizler nasıl ‘siz niçin dininizi bu kadar iyi yaşıyorsunuz ya da bu kadar hassasiyetle yaşıyorsunuz’ deme hakkına sahip değilsek, bir müslümanın da dinini yaşamasına kimse kalkıp ‘sen niçin dinini bu kadar iyi yaşıyorsun, başarılı yaşıyorsun’ deme hakkına sahip değildir. Bir taraftan din ve vicdan özgürlüğü diyeceksiniz, öbür taraftan kalkıp Müslüman için böyle bir defans uygulayacaksın. Bu defansa uygulamaya bir defa kimsenin hakkı yok� dediği, (Ek.50)51) Milli Eğitim Bakanlığının düzenlediği “Eğitime Yüzde Yüz Destek� kampanyasının başlatılması töreninde konuşan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın; mesleki ve teknik eğitime büyük önem verdiklerini kaydederek “üniversite sınavlarında meslek liseleri aleyhine işleyen katsayı uygulamasının da önümüzdeki yıldan itibaren kaldırılacağını� belirttiği, (Ek.51)52) 24.11.2003 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan “Diyanet İşleri Başkanlığı Kur’an Kursları ile Öğrenci Yurt ve Pansiyonları Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik� ile ilköğretimi bitirmiş veya ilköğretim çağını geçmiş, gündüz çalışmak zorunda olan ve kursa devam edemeyenlerden 10 kişinin müracaatı üzerine, müftülüğün teklifi ve mülki amirin onayı ile kurs binaları ve müftülükçe uygun görülen yerlerde “akşam Kur-an kursları�, okulların yaz tatiline girmesinden bir hafta sonra, ilköğretimin 5. sınıfını tamamlayan öğrenciler için kanuni temsilcilerinin talebine bağlı olarak Kur-anı kerimi ve mealini öğrenebilmeleri ve dini bilgilerini geliştirebilmeleri amacıyla Milli Eğitim Bakanlığının denetim ve gözetiminde “yaz Kur-an kursları� açılabileceği, kadrolu öğretici bulunmadığı takdirde imam hatip lisesi mezunlarının öğretici olabilecekleri, okulların tatil olduğu zamanlarda iki ayrı ve haftada 5 günü geçmeyecek şekilde sınırlanan yaz Kuran kursları için bu sınırlamanın kaldırılması, önceden eğitim öğretim yılı devamınca açık olan yurt ve pansiyonların, kurslarda eğitim öğretim yapıldığı sürece açık olması hükmünün getirildiği,Oluşan tepkiler ve Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in 9.12.2003 günü Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu ile Devlet Bakanı Mehmet Aydın’ı ayrı ayrı kabullerinde yaptıkları görüşmesi sonrasında, Diyanet İşleri Başkanlığı değişiklik üzerinde yeniden çalışma yaparak 23.12.2003 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan Diyanet İşleri Başkanlığı Kur’an Kursları ile Öğrenci Yurt ve Pansiyonları Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik� uyarınca 24.11.2003 tarihinde yapılan değişiklik ile getirilen düzenlemelerin kaldırıldığı,Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın; “öğrencilerin önündeki eğitim engellerinin kaldırılması gerektiğini� söyleyerek, önceki değişikliğin destekçisi oldukları mesajını verdiği,03.12.2004 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan “Özel Öğrenci Yurtları Yönetmeliği�nin 51. maddesi ile 13.1.1989 tarih ve 89/13715 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile yürürlüğe konulan Öğrenci Yurtları ile Benzeri Kurumların Açılması, İşletilmesi ve Denetlenmesi Hakkında Yönetmelik’in yürürlükten kaldırıldığı, yeni düzenleme ile eski yönetmeliğin 51/c maddesinde yer alan özel öğrenci yurtlarında, dinin veya dini hissiyatı veya dince mukaddes sayılan şeyleri alet ederek faaliyette bulunmak hükmünün, kapatma nedeni olmaktan çıkartıldığı, (Ek.52)53) Birlik Vakfı tarafından Grand Cevahir Otel'de düzenlenen 'Meseleler ve Çareler' konulu toplantıda, imam hatip liseleriyle ilgili düzenlemelerin Cumhurbaşkanı'nın 13.05.2004 gün ve 5171 sayılı “Yükseköğretim Kanunu ve Yükseköğretim Personel Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunu’nun� vetosunun ardından yeniden TBMM gündemine alınmamasıyla ilgili eleştirilerle karşılaşan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, Yasanın tartışıldığı dönemde, başta Cumhurbaşkanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı olmak üzere, sivil toplum örgütlerinin tepkisini “yasanın karşısına dikilenler� olarak niteleyip, meslek liselerinde çocuklarını okutanları çocuklarının durumuna sahip çıkmamakla suçlayarak, toplumun gerektiği cevabı vermediğini öne sürerek, Yasanın Mecliste ikinci defa görülmemesinin nedenini; '�unu hatırlatmak isterim, biz bunun ikincisini de yaparız, yapardık. Ama bunun bedelini siz ödemeye hazır mısınız? Bunun bedeli var. Biz hükümet olarak bu bedeli ödemeye hazır değiliz. Çünkü daha önce ödenen bedeller var. Biz şimdi bu meslek liselerinde okuyanlara da aynı bedeli ödetemeyiz. Bunun için de bu adımı atamayız. Toplum buna hazır olduğu zaman bu adım atılır.'' şeklinde ifade ettiği, (Ek.53)54) 23.6.2005 günü Nizip'te halka hitap eden Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın:
“İmam hatip ve meslek liseleriyle diÄŸer düz liseler arasında üniversiteye giriÅŸte uygulanan katsayı farkını doÄŸru bulmuyorum. YÖK'ün bu tavrını tasvip etmemiz mümkün deÄŸil. YÖK ÅŸu anda, düz liselerle meslek liseleri arasında ayrımcılık yapar durumda. YÖK bu ayrımcılığı yapma hakkına sahip deÄŸil. Dünyanın hiçbir geliÅŸmiÅŸ ülkesinde, 'Sen meslek, sen düz liselisin' ayrımı yapılmaz. Å�üphesiz bunlar kendi içinde yapılmadığı sürece o zaman bizler, yasama organı olarak yapılması gerekeni yaparız. Ben ve çocuklarım imam-hatip mezunuyuz. Türkiye'de böyle bir ayrımcılığı kabul edemeyiz. Sürekli olarak imam-hatip okullarını öne çıkarmak suretiyle meslek liselerini mahrum etmek ayrımcılıktır. Bu yanlıştan vazgeçmelisiniz. Eninde sonunda bu ülke bu sorunu halledecek. Yavrularımızın önünü açın ki okusunlar… Katsayı adil bir yaklaşım deÄŸil. Bir defa üniversiteye girecek olan öğrencilerin önüne böyle bir katsayı zulmünü koymak çok büyük bir adaletsizlik. Çünkü bu bir yarış. Siz bir imtihan yapıyorsunuz. O zaman 'Bu imtihanı niçin yapıyorsunuz' diye sorarlar. EÄŸer bir meslek lisesi mezunu da bu imtihana giriyor ve baÅŸarıyorsa yola devam eder. Önünü kesemezsiniz. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir ÅŸey yok. DiÄŸer ülkelerde, öğrenciler imtihana katılır ve baÅŸarırsa istediÄŸi üniversiteye girer. Bunu kendi ailemde de yaÅŸadım. Yavrularımın hepsi arzu ettikleri üniversiteye imtihanları neticesinde girdiler. Bu süreci icat edenler sadece meslek liseleri noktasından bakmadılar. Niyet okuyarak baktılar ve bu niyet okuyucuları süreci ÅŸu anda bir zulme dayalı olarak maalesef devam ediyor… Sen YÖK yönetimi olarak baÅŸarılı olmayı istiyorsan, ben de buradan YÖK yönetimine sesleniyorum: Å�u anda Türkiye üniversiteleri dünyada ilk 500'ün içerisinde yer alamamış. Ä°kinci 500'ün içerisinde iki üniversite var. Birisi 600 küsur, diÄŸer 900 küsur sırada. Önce bunu halledin. Sen buralarda baÅŸarılı olamıyorsun, gelip yavrularımızın önünü kesiyorsun. Bu, adalet deÄŸil.â€�…â€�Diyorlar ki, bu bir siyasi simge. Ne siyasi simgesi, ne alakası var? Bu siyasi simge ise bu başörtülü vatandaşım sadece Adalet ve Kalkınma Partisi de mi var? DiÄŸer siyasi parti mensupları arasında başörtülü yok mu? Milleti bölme yoluna gitmeyiniz. Bu ülkede başı açık olan da örtülü olan da benim canım, ciÄŸerim, kardeÅŸimdir'' …Bu ülkede imam-hatip okulları bizim dönemimizde kurulmadı. Bu okuldakiler, tüm dersleri okuyor, bunun yanında dini ilimleri de okuyor. Ben ve çocuklarım da imam-hatip mezunuyuz. Zamanında bu engelleri bana da çıkardılar. Gidip bir de liseyi bitirdik, sonra üniversiteye girdik. Bu yanlıştan vazgeçmelisiniz. Eninde sonunda bu ülke bunu halledecektir.â€� dediÄŸi (Ek.54)55) 2006 yılı Nisan ayında Müstakil Sanayici ve Ä°ÅŸadamları DerneÄŸi (MÃœSÄ°AD) Genel Kurulu'na katılan BaÅŸbakan Recep Tayyip ErdoÄŸan’ın, "irticanın siyasete, eÄŸitime ve devlete sistemli bir ÅŸekilde sızmaya çalıştığını" söyleyen CumhurbaÅŸkanı Ahmet Necdet Sezer'e tepki göstererek, bazılarının zaman zaman "laiklik tehlikede" diyerek havayı bulandırma gayreti içine girdiÄŸini savunduÄŸu, "Bu yanlıştır. 14 milyon kiÅŸinin oyunu almış ve iktidar olmuÅŸ bir parti, laiklik karşıtı olarak bu sahneye çıkmadı" dediÄŸi, Ä°rticanın ikide bir gündeme getirilmesinin yanlış olduÄŸunu vurgulayarak, "Önce irticanın bir tanımını yapın? EÄŸer irtica dini siyasete alet etmekse, Türkiye'de dini siyasete kimlerin alet ettiÄŸi bellidir. Ama eÄŸer siz dindar insanları siyasetten alıkoymak için bunu konuÅŸuyorsanız, bu millet de sizi affetmez. Bunu böyle bilin. Bu ülkede dindar insanların da siyaset yapma hakkı vardır. " ÅŸeklinde konuÅŸtuÄŸu, (Ek.55)56) BaÅŸbakan Recep Tayyip ERDOÄ�AN’ın 12.02.2008 tarihinde AKP TBMM Grubunda yaptığı konuÅŸmada, kendisini ve partisini eleÅŸtiren DoÄŸan Medya Grubuna hitaben “Bunların derdi laiklik deÄŸil, menfaat hesabı. Bunlar köşeye sıkıştırma metotları. Tehditle bizden bir ÅŸey alamazsınız. Bunların istediÄŸi düzen demokrasi deÄŸil, diktatoryal düzenâ€� dediÄŸi, CHP Genel BaÅŸkanı Deniz BAYKAL’a yönelik olarak da “İdam sehpasının yolunu gösteriyor. Biz bu yola çıkarken daha önce de demokrasiye inanmış insanların söylediÄŸini söylüyoruz. Biz o beyaz çarÅŸaflarla beraber yola çıktık. Biz bu konuda bedel ödemeye hazırız. Bu konuda rahatız.â€� diye söylediÄŸi, (Ek.161)57) BaÅŸbakan Recep Tayyip ERDOÄ�AN’ın 13.02.2008 tarihinde partisinin Ä°l BaÅŸkanları Toplantısında yaptığı konuÅŸmada “Biz küçük olsun, benim olsun mantığı ile hareket etmedik. Yüzde yüzün hizmetkarıyız, belli bir kesimin deÄŸil. Bizlere karşı gösterilen bir farklı yaklaşım varsa cevapsız kalmayız. Zira bize de inanan, güvenen bir kitle var. O kitle, sessiz yığınlar olarak yıllar yılı bekledi. O dille tercüman olacak siyasetçiler olarak bizi buraya gönderdi. (…) “Öfkeli olduÄŸumu söylüyorlar, öfke de bir hitabet sanatı. Çünkü ben zulmü alkışlayamam, zalimi de sevmem. YumuÅŸak baÅŸlıysak uysal koyun deÄŸiliz…â€� dediÄŸi, (Ek. 162)58) BaÅŸbakan Recep Tayyip ERDOÄ�AN’ın 17.02.2008 günü ATV isimli televizyon kanalında gazetecilere verdiÄŸi mülakatta “Kızlarımızın önündeki en önemli engel birinci derecede ‘Ben ülkemde üniversiteye gidemiyorum, neden?’ ‘başörtüm olduÄŸu için gidemiyorum’ iÅŸte bunu aÅŸabilmenin gayreti içinde, bundan sonraki beklentilere yönelik olarak Türkiye’de yasalar zaten belli. (…) Kurumsal mutabakatı yüzde yüz bekleyenler bir defa yanlışın içindeler. Hiçbir zaman mutabakat yüzde yüz olur diyemezsiniz. (…) Her ÅŸeyden önce sessiz duran yığınların bir temsilcisiyim. Bakın alanlara, belli insanlar gelip toplanıyor. Onlar da benim vatandaşım ve oralarda bazı senaryolar düzenleniyor. Sabırla izliyorum. BulunduÄŸum makam nedeniyle. Ama ÅŸu anda böyle bir ÅŸeyin karşısında eÄŸer gerilim taraftarı olsam o meydanlara 10 katını biz toplarız. (…) 5 yıl başörtüsü konusunda ses çıkarmadık. Hep sabır sabır dedik. (…) Din Ä°ÅŸleri Yüksek Kurulu 1980’de Kuran-ı Kerim’den bir ayeti alıyor şöyle diyor: Cenab-ı Hak bu ayeti ile celile ile cahiliye devrinin bu adetini kesinlikle yasaklamış. Müslüman kadınların başörtülerini, saçlarını, baÅŸlarını, kulaklarını, boyun ve gerdanlarını örtecek ÅŸekilde yakalarının üzerine salmalarını emretmiÅŸtir.â€� ÅŸeklinde beyanda bulunduÄŸu, (Ek.163)59) 28 Å�ubat 2008 tarihinde Vakıf Ãœniversiteleri BirliÄŸi üyelerini kabulden sonra BaÅŸbakanlık koridorunda bazı üniversite yöneticileriyle yaptığı sohbette türban konusunun gündeme gelmesi üzerine BaÅŸbakan Recep Tayyip ERDOÄ�AN’ın,“Sizin üniversitelerinizin rektörleri de ÃœAK Ãœyesi. Ancak bildiriye imza atanlar oldu. Bu konuda daha ilkeli tavır bekliyoruz. Bu bildiriye niye karşı çıkmıyorsunuz? Tavır göstermenizi beklerdik.â€� dediÄŸi,(Ek.164)60) BaÅŸbakan Recep Tayip ErdoÄŸan’ın 7 Mart 2008 tarihinde partisinin UÅŸak ilinde düzenlediÄŸi bir toplantıda kendisine “Af yok mu?â€� diye seslenen bir vatandaÅŸa, “..Af yok, suç iÅŸleyen cezasını çeker, Devlet katili affetme yetkisine sahip deÄŸildir. Katili affetme yetkisi aslında maktulün varislerine aittir. Öyle olması lazım…â€� diye yanıt verdiÄŸi, (Ek.165)61) NTV’de katıldığı canlı yayında Ankara Temsilcisi Murat Akgün’ün sorularını yanıtlayan BaÅŸbakan Recep Tayyip ErdoÄŸan’ın, Anayasa Mahkemesinin CumhurbaÅŸkanlığı seçimi ile ilgili olarak verdiÄŸi karar hakkında; "…Halk 3 kurumun deÄŸil 2 kurumun seçimini yapıyor. Meclis BaÅŸkanı'nı halk seçmiyor. Bu beton bariyerler koymaktır. Biz Anayasal olarak ne gerekiyorsa, bugüne kadar uygulama neyse bunu yaptık. Bunun dışına çıkmadık. Kimse bize Anayasa'nın dışına çıktınız diyemez. Anayasa Mahkemesi'nin verdiÄŸi karar çok konuÅŸulacak. Bitmedi. Bu yargı için talihsizliktir, yüzkarasıdır. Açık net her ÅŸey ortada.(…). Bizim adayımızın ülkemizi temsil noktasında neyi eksikti. Kariyerinden karizmasına kadar neyi eksikti. Her ÅŸey art niyetli." DediÄŸi, (Ek.178)Tespit edilmiÅŸtir.b- Türkiye Büyük Millet Meclisi BaÅŸkanı Bülent Arınç’ın laik devlet ilkesine aykırı eylem ve demeçleri1) “GiriÅŸimâ€� dergisinde hem kendi ismi ve hem de “Mir Mahmut Rızaâ€� adıyla Cumhuriyet karşıtı yazıları yayımlanan, yazdığı “Rahmetli-Bir Garip OÄŸlanın Hikayesiâ€� isimli kitabında, Atatürk’ten rahmetli diye söz eden, laiklik ve Devlet hakkında küçültücü yorumlar yapan, hazırladığı “İlk meclisâ€� adlı belgeseli resmi ideolojiye aykırı bulunduÄŸu gerekçesiyle yasaklanan Kemal ÖZTÃœRK’ün, TBMM BaÅŸkanı Bülent ARINÇ tarafından 2003 yılında “İletiÅŸim Danışmanlığıâ€� görevine getirildiÄŸi, (Ek.56)2) TBMM BaÅŸkanı Arınç’ın, Dolmabahçe Sarayı'nda, ''2. DeÄŸerli EÅŸya Bölümü'' nün açılışının ardından ErdoÄŸan'ın baÅŸlattığı kamusal alan tartışmasını sürdürerek; “Anayasa ve kanunlarda ''kamusal alan'' diye açıkça tarif edilmiÅŸ hiçbir ÅŸeyin bulunmadığını… Anayasada olmayan, bir kanun içerisinde yer almayan bir kavramı kimse kendi düşüncesiyle böyle olmalıdır diye kural olarak koyamaz ve dayatamaz'' …“Anayasayı yapan kurum Meclis'tir. BaÅŸka hiçbir kimse yasama yetkisini paylaÅŸamaz'' dediÄŸi, (Ek.57)3) TBMM BaÅŸkanı Bülent Arınç’ın, 2005 yılı Nisan ayında katıldığı CNN Türk'te yayımlanan "Ankara Kulisi" programında, Milliyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Fikret Bila ile Hürriyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Nur Batur'un, "Meclis'e çarÅŸaflı bile girebilir; bir kadın milletvekiline 'Bikiniyle Meclis'e girmemeli, yaşı geçmiÅŸ' dediniz gürültü koptu. 'Laik demokratik sistemi Türk halkı benimsedi' dediniz. Laik demokratik Türkiye Cumhuriyeti'nden yana mısınız yoksa gönlünüzde bir Ä°slam devleti mi yatıyor?" sorusunu: "Sözümü sakınmam. Konumum engellemese hiçbir haksızlığa tahammül etmem. Espri yapmış olabilirim. O hanımefendi, 'Bikiniyle gelsem ne olur?' dedi, kendimce cevap verdim, o da kendine yakışır bir cevap verdi, alacağımız vereceÄŸimiz kalmadı." biçiminde yanıtladığı,"Cumhuriyetin temel ilkelerini düzenleyen ve deÄŸiÅŸtirilmesi teklif bile edilemeyecek olan Anayasa maddelerinin hukuk mantığı içinde kendisine uygun gelip gelmediÄŸinin" sorulması üzerine; "Anayasa Mahkemesi'nin yetkisi Anayasa'da sayılmış. Anayasa'nın deÄŸiÅŸtirilmesi teklif bile edilemez maddelerine amenna, buna hiç kimsenin bir ÅŸey söylediÄŸi yok. BaÅŸka bir ÅŸey söylüyorum. Bu Anayasa Mahkemesi'ni Meclis'te yapacağım bir Anayasa deÄŸiÅŸikliÄŸiyle kaldırabilir miyim? Kaldırabilirim. Avrupa ülkelerinin hiçbirinde Anayasa Mahkemesi'ne benzer bir kurum yok. Tartışmaya açmıyorum, bir ÅŸikâyetim yok. Bugün üye sayısını, görev sahasını deÄŸiÅŸtirebilirim. Yüce Divan yetkisini alabilirim. Her kanunun Anayasa Mahkemesi'ne gitmesini engelleyebilirim. Her ÅŸeyi yapabilirim. Ben Meclisim. BaÅŸkana cevap vermiyorum. Cevap vermeyi arzu etsem kisvelerimizi çıkarır geliriz, ne kadar güzel olur o zaman. AÄ°HM türbanı yasakladı, yaÅŸasın; Abdullah Öcalan'ı yeniden yargılanmasına karar verdi, yuh. Böyle ÅŸey olur mu?" ÅŸeklinde yanıt verdiÄŸi, (Ek.58)4) Dolmabahçe Sarayında Karaman ValiliÄŸi ve Belediye BaÅŸkanlığı tarafından düzenlenen "Karaman Türk Dili Ödülleri Töreni"nin ardından, basın mensuplarının sorularını yanıtlayan TBMM BaÅŸkanı Bülent ARINÇ’ın; "Benim söylediÄŸim ÅŸeyler, eski tabirle malumu ilandır. Yani herkesin bilmesi gereken, aslında da bildiÄŸi ÅŸeylerdir. Ben Meclis baÅŸkanı olarak ’Biz istemedikçe siz yasama yapamazsınız. Sizin yaptığınız ÅŸeyi mutlaka iptal ederiz. Biz bir karar vermekle, her ÅŸeyi kökünden hallettik’ gibi bir tavra yabancı olduÄŸumuzu, bunun doÄŸru olmadığını ifade etmek istiyorum. Yoksa sayın Anayasa Mahkemesi BaÅŸkanı’nın ÅŸahsı ve makamıyla da herhangi bir sıkıntımız yok. Çok da iyi iliÅŸkilere sahibiz. Ama yasama yetkisini elinde tutan Meclis’in üstünde hiçbir organ yoktur. Bugüne kadar yoktu, bundan sonra da olmayacak. Yasama yetkisini biz, halkımızın egemenliÄŸinden alıyoruz. Bunu da kimseyle paylaÅŸmaya niyetimiz yok." dediÄŸi,Bir gazetecinin, Anayasa Mahkemesi BaÅŸkanı Mustafa Bumin’in sözlerine atıfta bulunarak, Bumin’in bütün Avrupa ülkelerinde Anayasa Mahkemesi bulunduÄŸuna iliÅŸkin sözlerini nasıl deÄŸerlendirdiÄŸini sorması üzerine de; "Sayın BaÅŸkan’ın bunları söyleyip söylemediÄŸini bilmiyorum. Kendisine selam ve sevgilerimi gönderiyorum. Türbanla ilgili olarak konuÅŸan veya konuÅŸamayan pek çok insanın düşüncelerini hepimiz biliyoruz. Bu benim konumun dışında. Bu konuya bizleri çekmeye çalışanlara ben rica ediyorum ki, sizler bu konuyu yerli yersiz gündeme getirmeyin ki, ülkemizde bir gerginlik olmasın. Bu konuların daha çok muhatabı biz olurduk. ’KonuÅŸtu, ortamı gerdi’ derlerdi. Å�imdi görüyoruz ki, biz konuÅŸmayınca baÅŸkalarının canı sıkılıyor ve onlar konuÅŸmaya baÅŸlıyorlar. Onlara rica ediyorum, türban konusunda konuÅŸacak kimseler olaya pozitif yaklaÅŸsınlar ve çözümü konusunda öneriler getirsinler. Bu önerilere ihtiyacımız olabilir. Ben sayın baÅŸkanın konuÅŸmalarıyla ilgili olarak türbanı bir kenara bırakıyorum, niçin konuÅŸtuÄŸu konusuna da girmiyorum. Bir siyasetçi, Meclis’in bir mensubu olarak, Meclis’in yasama yetkisine gölge düşürecek hiçbir söze tahammül edemem. Bu sözü hiçbir zaman kabul edemem. Bu benim sorunum deÄŸil. Ãœlkeyi bağımsızlık savaşından Cumhuriyet’e, Cumhuriyet’ten güçlü ve bağımsız bir devlet olmaya götürenlere, Meclis’e saygı duyduÄŸum için bunu yapıyorum. Bu tepkisel bir davranış deÄŸil. Dünkü televizyon programını izleyenler meseleye nasıl hukuk ve Anayasa açısından yaklaÅŸtığımı görmüşlerdir. Türkiye sahipsiz deÄŸildir. Meclisimiz hiç sahipsiz deÄŸildir. Bu Meclis’in sahibi 70 milyon insanımızdır. Meclis kimsenin ÅŸamar oÄŸlanı deÄŸildir. Bundan sonra da olmayacaktır. Meclis’in yasama yetkisini geliÅŸi güzel sözlerle ’sayın baÅŸkanı dışında bırakarak söylüyorum. BaÅŸkalarının da bu konuda niyeti olabilir’ sarsmaya, örselemeye, yıpratmaya kimsenin hakkı yok." yanıtını verdiÄŸi,Bir gazetecinin "Anayasa Mahkemesi’nin kapatılabileceÄŸini söylüyorsunuz. Burada hukuk ne iÅŸe yarıyor?" ÅŸeklindeki sorusunu, "(Anayasa Mahkemesi’ni kapatırız) ÅŸeklinde bir cümlem olmadı. Anayasa Mahkemesi kaldırılabilir, Anayasa Mahkemesi ile ilgili Anayasa’nın hükümleri deÄŸiÅŸtirilebilir. TBMM, yasama yetkisine sahiptir. Bir örnek olarak söylenmiÅŸtir." biçiminde yanıtladığı,TBMM BaÅŸkanı Arınç’ın, katıldığı bir televizyon programında Anayasa Mahkemesi BaÅŸkanı Mustafa Bumin’in geçtiÄŸimiz günlerde yaptığı konuÅŸmayla ilgili kendi düşüncesinin sorulduÄŸunu, kendisinin de bunun üzerine ÅŸunları dile getirdiÄŸini söyleyerek, "Sayın Bumin’in türbanla ilgili sözlerini çok önemsemiyorum. Çünkü bu konular zaten geçmiÅŸten bu yana konuÅŸuluyor. Herkesin hemen hemen fikirleri aynı. Sayın BaÅŸkan’ın emekliliÄŸine 2 ay kala niye böyle bir konuya temas ettiÄŸi konusuyla da ilgili deÄŸilim. Bu da beni ilgilendirmiyor. Ama beni ilgilendiren bir yönü var. Bir siyasetçi, milletvekili, TBMM’nin BaÅŸkanı olarak Sayın Bumin’in konuÅŸmasıyla ilgili önemli gördüğüm husus ÅŸudur: TBMM, Anayasa’nın 7. maddesi gereÄŸince egemenliÄŸi halkı adına kullanır ve yasama yetkisi O’na verilmiÅŸtir. Bu yasama yetkisi mutlaktır. Yasama yetkisini kısıtlayacak, üzerine gölge düşürecek, bölecek, birbirinden ayıracak bir mekanizma yoktur. Yasama yetkisini Meclis, halkının adına, egemenlik adına kullanır dedim." açıklamasında bulunduÄŸu,Arınç’ın Anayasa’yı yapanın Meclis olduÄŸunu, halkoyuna da Meclis’in sunduÄŸunu ifade ettiÄŸi, Meclis’in bugüne kadar Anayasa’nın 40’dan fazla maddesini deÄŸiÅŸtirdiÄŸini hatırlatarak; "Anayasa’nın deÄŸiÅŸtirilemeyecek 1, 2 ve 3. maddelerinin dışında her kurum deÄŸiÅŸebilir", "Türkiye’de demokrasi varsa, Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletiyse, bu Anayasa 1982’den beri yürürlükte. Bunun hükümleri milletimiz tarafından kabul edilmiÅŸse, yasama yetkisi önüne engel koymak isteyenlere demokratik ülkelerde ancak gülerler. Dolayısıyla eÄŸer Anayasa Mahkemesi, Anayasa içinde bugün hiç kimsenin tartışmadığı bir kurum olarak, hiç kimsenin tartışmadığı bir konumda ise ama yeri geldiÄŸinde TBMM, Anayasa Mahkemesi üyelerini, üyelerinin seçiliÅŸ ÅŸeklini, görevlerini deÄŸiÅŸtirebilir. Bugünkü bazı görevlerini alıp, yeni görevler yükleyebilir. Buna hiç kimsenin itirazının olmaması lazım. Bu iktidar, muhalefet meselesi deÄŸildir. Bütün siyasetçilerin, TBMM’nin bütün üyelerinin, yasama yetkisinin Meclis’te olduÄŸunu bilerek ona sahip çıkması lazım. Kim ki, Meclis’in bu yasama yetkisini elinden almaya kalkışır, kim ki, Meclis’in yasama yetkisine dil uzatmaya veya O’nu bölmeye çalışır, yanlış yapar. Ben bu yanlışlığı söylemek istiyorum.", "312. madde nasıl deÄŸiÅŸti ki, 5 yıl önce mahkûmiyet alan bir insan, bugün bütün sonuçlarıyla affa uÄŸrayabiliyor. Artık suç olmaktan çıkarıldı. 158 ve 159. maddeler deÄŸiÅŸti. Yani Anayasa’nın deÄŸiÅŸtirilebilecek hükümlerinin hepsi Meclis, tarafından deÄŸiÅŸtirilebilir. Bazı eski Anayasa Mahkemesi baÅŸkanlarının bugünkü sözlerine bakıyorum, yani Meclis, bir yasama görevi yapacak. Bunun check-balans sistemi içinde kontrol mekanizmaları vardır. Ama hiçbirisi mutlak deÄŸildir. Sayın CumhurbaÅŸkanı, Anayasa deÄŸiÅŸikliÄŸini tekrar görüşülmek üzere Meclis’e gönderebilir. Meclis de bunu tekrar çıkarabilir. Sayın CumhurbaÅŸkanı, bunu halk oylamasına götürebilir. Halk oylamasının sonucunu beklememiz gerekir. Ama hiçbir ÅŸey, Meclis’in yasama yetkisini elinde tuttuÄŸunun aksini göstermez. Anayasa Mahkemesi’ne gidilebilir. Anayasa Mahkemesi, Anayasa deÄŸiÅŸikliklerini esas yönünden de incelemez. Sadece ÅŸekil yönünden inceler. Niye bu kadar büyük laflar konuÅŸanlar, Anayasa’yı bir kere açıp da okuma zahmetine katlanmazlar? Anayasa Mahkemesi bir kanunu iptal edebilir. Tümünü, bir ya da birkaç maddesini iptal edebilir. Ama Anayasa Mahkemesi’ne vücut veren Anayasa’nın kendisi diyor ki; bu mahkemenin kararları kanun koyucu yerine geçmez. Geriye yürümez. Ancak gerekçeli olarak yayınlandığı zaman hüküm ifade eder." ÅŸeklinde konuÅŸtuÄŸu, (Ek.59)5) BaÅŸkanlığını yaptığı TBMM’nin mescidinde Kuran kursu açıldığının yazılı basında yer aldığı, (Ek.60)6) TBMM'nin açılışının 86. yıldönümü, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı nedeniyle özel gündemle toplanan Genel Kurul'da konuÅŸan TBMM BaÅŸkanı Bülent Arınç’ın; “Özgürlüklerin geniÅŸletilmesinde, yasakların kaldırılmasında ve demokratikleÅŸmede temel iki zorunluluk vardır: Birincisi, Anayasa’ya uygun olarak Meclisin karar alması. Ä°kincisi ise, milletin mutabakatıdır. Yeni bir düzenleme yapılmasında, Anayasa deÄŸiÅŸikliÄŸinde kurumların görüşünü almak baÅŸka bir ÅŸeydir, kurumların mutabakat ÅŸartını aramak baÅŸka bir konudur. Dünya üzerinde daha çok demokrasi için, sadece “kurumların mutabakatınıâ€� arayan demokratik baÅŸka bir ülke yoktur.Türkiye’de doÄŸal bir durummuÅŸ gibi gösterilen bu tutumun, demokrasi anlayışımızı, özgürlüklere yaklaşımımızı ve hukuka olan inancımızın nasıl olduÄŸunu açıkça gösterdiÄŸi inancındayım. Anlaşılmaz bir ÅŸekilde özgürlüklerin geniÅŸletilmesi, yasakların kaldırılması için yıllarca bu kurumların mutabakatı beklenir olmuÅŸtur. Ancak bir mutabakat aranacaksa sadece Yüce Meclis çatısı altında halkı temsil eden Milletvekillerinin mutabakatının aranması gerekir. EÄŸer burada bir mutabakat saÄŸlanamazsa gidilecek bir tek merci vardır, o da yüce milletimizin iradesidir. Ãœlkenin rejimine karşı bu kadar güvensiz olunamaz. Türkiye’nin rejimi her konu tartışıldığında sarsılacak, etkilenecek kadar zayıf deÄŸildir. Hiç kimse Cumhuriyetten, demokrasiden, temel özgülüklerden vazgeçme niyetinde deÄŸildir. Dolayısıyla ülkede bir rejim sorunu deÄŸil, rejimin sahibi olma tartışması vardır. Ãœlke yönetiminde inisiyatif alanlarını geniÅŸletme ya da sahip oldukları gücü kaybetmeme tartışmaları vardır. LaikliÄŸin, Yüce Önder Atatürk’ün, Cumhuriyetin, bayrağın, rejimin sahibi milletin kendisidir. Milletin temsilcileri olan bizler tüm bu deÄŸerlere baÄŸlı kalacağımıza, sahip çıkacağımıza milletvekili olduÄŸumuzda yemin ettik. Bugüne kadar bu yeminimize muhalif bir tek davranış dahi bu Yüce Meclisimiz içinde vuku bulmamıştır. Tartışmaların odağında yer alan ve nerdeyse tüm fikir ayrılıklarının gelip dayandığı bir baÅŸka konu da laiklik ilkesidir. Açıkça belirtmeliyim ki, Anayasa’mızın deÄŸiÅŸtirilemez maddesi olan laiklik ilkesine, Türkiye’de karşı çıkan kimse yoktur. Bütün tartışmalar laiklik ilkesinin farklı yorumlanmasından kaynaklanmaktadır. Bu yorum farkı nedeniyle kamusal alanda her dönemde farklı uygulamalar yapılmış ve tartışma yaÅŸanmıştır. Kamusal alan, yurttaÅŸların ortak meselelerini eÅŸit ve özgürce tartıştığı alandır. Dolayısıyla her bireyin ayrım yapılmadan haklarının korunduÄŸu, haklardan yararlandığı ve kendilerini özgür hissettiÄŸi bir alandır. Bu alanı güvence altına almak ve tüm yurttaÅŸlarına eÅŸitçe kullanım hakkı saÄŸlamak devletin görevidir. Kamu yararı devletin deÄŸil, halkın yararına doÄŸru geniÅŸletilmelidir. Devlet kamusal alanın sahibi deÄŸil, koruyucusudur. Bu koruyuculuk; oradaki eÅŸitliÄŸin, adil paylaşımın ve hizmetlerin her birey tarafından kullanılmasını saÄŸlamaktır. Kamusal alandaki özgürlüklerin ve hakların bir gruba, bir kesime kayması anında devlet koruyuculuÄŸu devreye girer ve haksızlığı önler. Devlet kamusal alanda herkes için geçerli olan hakları bir kesime yasaklayamaz ya da sınırlayamaz. Buradan hareketle laiklik ilkesinin yorum farklılığını gündeme getirmek gerekir. Anayasamızın deÄŸiÅŸtirilemez maddesi olan laiklik maddesi, ilelebet var olacaktır. Ancak günün ÅŸartlarına, toplum yapımıza uygun olarak yorum farklılıklarını ortadan kaldırmak gerekir. Bu, laikliÄŸin özünü deÄŸiÅŸtirmeyecek, bilakis toplumun bir arada daha uyum içinde yaÅŸamasına katkı saÄŸlayacaktır. Dünyada birçok örneÄŸi olan laiklik uygulamasının, Türkiye’dekine benzer tek örneÄŸi sadece Fransa vardır. Orada bile laiklikten yola çıkarak hak ve özgürlükler bizdeki kadar kısıtlanmamıştır. LaikliÄŸi bir toplumsal barış ve uzlaşı mekanizması olarak algılamak gerekir. Laiklik, devletin inançlar karşısında tarafsızlığını zorunlu kılar. Bütün inançların kendisini ifade etmesine imkân vermek, bireylerin ibadet hürriyetini saÄŸlamak laiklik ilkesinin temel iÅŸlevidir. Devlet, bu iÅŸlevi uygulayan ve tüm inançlara eÅŸit mesafede davranan aygıttır. Sorun iÅŸte burada baÅŸlamaktadır. Devlet, dini inançların yaÅŸamasını teminat altına alması gerekirken, tam tersine kamusal alanda bazı inançların yaÅŸam hakkını, ifade hürriyetini kısıtlamaktadır. Bunu da laiklik adına yapmaktadır ki, siyaset bilimi açısından büyük bir çeliÅŸkidir. Bu çeliÅŸki yıllardır Türkiye’nin iç huzurunu zedelemekte ve bitmez tükenmez sorunları beraberinde getirmektedir. Aydınların, siyasetçilerin ve akademisyenlerin hep birlikte çözmesi gereken yorum farkından kaynaklanan iÅŸte bu çeliÅŸkidir.â€� ÅŸeklinde beyanda bulunduÄŸu, (Ek.61)7) 23 Nisan 2006'daki TBMM özel oturumunda yaptığı konuÅŸmanın ardından Anayasa Mahkemesi'nin 44. kuruluÅŸ yıldönümü törenine katılan TBMM BaÅŸkanı Bülent Arınç’ın, "KonuÅŸmanız hem takdir gördü, hem eleÅŸtirildi. Ne diyorsunuz" sorusunu; “Türkiye büyük bir devlet. Å�u anda Türkiye'de en çok ihtiyacımız olan ÅŸey toplumsal barış. Toplumsal barış projemizi gerçekleÅŸtirmek zorundayız. Bunun gerçekleÅŸebilmesi için bazı konularda elbirliÄŸi yapmamız gerekir. Bu laikliÄŸin yorumlanmasıdır. Laiklik ilkesine ne benim, ne baÅŸka bir kimsenin hiçbir zaman ciddi bir itirazı olmaz. Ama laiklikten ne anladığınızı ortaya koymalısınız. Katı laiklik uygulamasıyla insanlara sosyal hayatı bir cezaevine çevirecek anlayışlar ne kadar zararlıysa, laikliÄŸi bir barış ve özgürlük, din ve vicdan hürriyeti olarak tanımak ve insanların inançlarına müdahale etmemek de o kadar toplumsal barışa hizmet edecektir.â€� biçiminde yanıtladığı, (Ek.62)8) 2006 yılı Mayıs ayında ATV de katıldığı Teke tek programda TBMM BaÅŸkanı Bülent Arınç’ın, türban tartışmalarıyla ilgili olarak, "Kurumlar arası mutabakatı en çok baÅŸbakan konuÅŸuyor. Bu güzel bir ÅŸey ama, çok gerekli bir ÅŸey de deÄŸil. Çünkü Anayasa görevi bize vermiÅŸ. Bireysel bir hakla ilgili referandum olmaz. Kurumların mutabakatını aramak için gün geçirilmez. Kanun çıkarılırken vekillerin mutabakatı aranır. Buradan da sonuç alınamadı ikinci yer millet iradesi yani referandumdur. Bakalım halk ne diyecek" ifadelerini kullandığı, "Anayasanın hiçbir yerinde, 'laiklik ÅŸu anlama gelir' ÅŸeklinde bir madde yok" diye söylediÄŸi, "laikliÄŸin, devletin, Cumhuriyetin bir vasfı olduÄŸunu, insanların laiklik vasfının olmadığını" ifade ettiÄŸi, (Ek.63)9) TBMM BaÅŸkanı Bülent Arınç’ın, 22. Dönem 3. yasama yılını deÄŸerlendirmek üzere düzenlediÄŸi 07.07.2007 günlü basın toplantısında; “YaÅŸanan tartışmaların merkezinde başörtüsü, laiklik, YÖK, imam hatipler, Kuran kursları ve benzeri konulardır. Ancak tartışmanın ana merkezi bizce bu konular deÄŸildir. Tartışmanın ana merkezi özgürlüktür. Türkiye’nin sorunu özgürlüklerin sınırını kimin belirleyeceÄŸidir. Sınırın Meclis tarafından belirlenmesini savunuyoruz. Bu, demokrasinin gereÄŸidir. TBMM, halkın temsil edildiÄŸi tek yerdir. Bu yüzden de ülkenin kaderi için son sözü Meclis söyler. Ancak nedense bazı kurumlar ya da kiÅŸiler, bu gerçeÄŸi kabullenmek istemiyorlar. Halk bu Meclis’i, partilerin program ve projelerine bakarak seçmiÅŸtir. Ortaya çıkan aritmetik tablo ne olursa olsun, Meclis’in her tasarrufu halkın kararıdır ve herkesin buna saygı göstermesi gerekir. Dolayısıyla halka hesap verecek siyaset kurumunun, hiçbir siyasi sorumluluÄŸu olmayan kurumlar tarafından iÅŸ yapamaz hale getirilmesi, bloke edilmesi kabul edilebilir bir durum deÄŸildir. Daha da ÅŸaşırtıcı olan ÅŸey, ‘Meclis bu kanunu çıkaramaz, deÄŸiÅŸtiremez’, diyerek, halkın iradesine meydan okuyanların bile ortaya çıkmasıdır.â€� dediÄŸi (Ek.64)10) TBMM BaÅŸkanı Bülent Arınç’ın, 01.06.2006 tarihinde CNNTürk televizyonunda katıldığı canlı yayında; 23 Nisan konuÅŸmasındaki sadece laiklik konusunu birkaç kiÅŸinin tartıştığını ileri sürerek; ''SöylediÄŸimiz tek ÅŸey ÅŸudur: Anayasanın 2. maddesinde demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olarak tanımlanan Türkiye Cumhuriyeti'nin bu niteliklerine benim de kimsenin de bir itirazı yok. Anayasanın 3. maddesi, bu ilkenin deÄŸiÅŸtirilmesini ve kaldırılmasını yasaklıyor. DoÄŸru olan da bu. Laiklik ilkesine 'evet' diyoruz ama burada konuÅŸtuÄŸumuz konu, bu ilke nasıl yorumlanacak? Anayasada laiklik tarif edilmemiÅŸtir. Laiklik ilkesi söz konusudur. BaÅŸka hiçbir yasada laiklik ilkesi tarif edilmemiÅŸtir.'' ÅŸeklinde konuÅŸtuÄŸu,(Ek.65)11) TBMM BaÅŸkanı Bülent Arınç’ın, Yeni Å�afak Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Mustafa KaraalioÄŸlu ile 2006 yılı Mayıs ayında yaptığı mülakatta;"Laiklik, Türkiye Cumhuriyet Devleti'nin niteliklerinden bir tanesidir. Hiçbir itirazımız yok. Bunu çıkaralım gibi bir düşüncemiz kesinlikle yok. Gerçek laikliÄŸe bir itirazımız yok. Laiklik Türkiye'ye Batı'dan gelmiÅŸtir. Bugün Batı kültürünün kendi içinde yaÅŸattığı laiklik duygusu ile Türkiye'de dayatılmak istenen laiklik arasında çok büyük farklar var. GeçirdiÄŸimiz deÄŸiÅŸimler sonucunda artık liberalizm, özgürlükler, insanların kendilerini rahatlıkla ifade etmesi gibi bir noktaya geldik. Biz burada laikliÄŸi din ve vicdan özgürlüğü olarak anlayabiliriz."…"Yargıtay içtihatlarında 1985'e kadar katı laiklik anlayışı vardır. Bu tarihten sonra katı laiklikten ayrılmıştır. Bir içtihatta der ki: 'LaikliÄŸe iman etmek mecburiyetinde deÄŸilsiniz.' Bugün 'dini ibadetler bile yasaklanabilir' anlayışını kabul etmiyorum. Bir bayanın başındaki örtüsünü sokakta bile giyemeyeceÄŸini, taşıdığı kamusal görev sebebiyle yasaklayan bir anlayışın, dünyanın hiçbir ülkesinde olmadığını düşünüyorum. Hem 'egemenlik milletindir' diyoruz, hem de millete biraz korkuyla, biraz endiÅŸeyle, biraz şüpheyle bakıyoruz. GeçmiÅŸten beri ceberrut bir zihniyet yani milleti 'güvenilmez, ne yapacağı belli olmaz, çok fazla imkan vermemek lazım' düşüncesiyle kabul ediyorsa tartışma oradan çıkıyor. Rejiminde, laikliÄŸin de, demokrasinin de, cumhuriyetin de bir tek koruyucu vardır o da Türk milletidir. Hiç bir kurum ben korurum dememelidir.""Benim konuÅŸmama bütün kurumlar dururken, sadece YÖK'ten cevap geldiyse, ben ÅŸunu düşünürüm: Niçin sadece YÖK? Yani halk tabiriyle yarası olan gocunur; kendilerine atfettiÄŸimi anladılar da onun için mi? Bunu düşünerek Sayın YÖK BaÅŸkanı ErdoÄŸan Teziç bana cevap verdi. Teziç 'kuvvetler ayrımı vardır bütün yetki ve egemenlik Meclis'te deÄŸildir' diyor. Evet doÄŸru. Ama sen bunların içinde yoksun! Sen yasamayı, yürütmeyi, yargıyı temsil etmiyorsun! Senin bana cevap vermek veya beni eleÅŸtirmek hakkın yok! Sen ne hakla kendini bu erklerden birisi olarak görüp bana cevap getiriyorsun?!.. Yüksek öğretim YÖK'e bırakılmayacak kadar önemlidir.""Biz birbirimizin görev sahasına müdahale etmeyeceÄŸiz. Anayasa Mahkemesi eski baÅŸkanı gözümüzün içine baka baka: 'Bizim kabul etmediÄŸimiz bir konuda siz yasama yapamazsınız' dediÄŸinde, ben gereÄŸini söylemiÅŸtim. EÄŸer yürütme ve yargı kendi hukuklarını korumazsa, bazı kurumlar kendilerini çok güçlü görerek, bunlar üzerinde söz söylemeye devam ederse, büyük yıpranma olur. Ben Meclis BaÅŸkanlığım süresince Meclis'e sahip çıkmaya çalıştım.""Ben kamusal alan derken, halkın özgürce paylaÅŸtığı alanlar olarak tarif ediyorum. Birisinin, burası kamusal alandır, diyerek, yasak levhası koyması bugüne kadar Avrupa'da kabul görmemiÅŸtir. Bazılarının anladığı gibiyse kamusal alan, orada yaÅŸamak mümkün deÄŸildir. Ne belediye otobüsünde, ne hastanede, ne Tapu Kadastro'da ne belediye binası içinde, ne Meclis'te, ne Çankaya Köşkü'nde, ne ÅŸurada ne burada... Kamusal alanı devletin hizmet verdiÄŸi alanlar olarak sınırlamaya sokamazsınız. Burada insan, halk önemlidir. Toplumda yaÅŸayan insanların, eÅŸit olarak paylaÅŸtıkları özgürlüklerden eÅŸit olarak istifade ettikleri alan olarak anlamak lazım. Devlet bunun koruyucusudur, sınırlayıcısı deÄŸildir.""Tartışmalar yanlış yerlere çekildi, çünkü tam demokrasi isteÄŸine verecekleri bir cevap yoktur. Azınlık antireformcu bir grup tarafından Türkiye'nin küresel güç olması engelleniyor. Bunlar güçlerini Türkiye'nin daha özgür ve demokrasiye sahip olmasına engel olmak için kullanıyorlar. Çünkü, tam demokrasi olsa bu azınlık antireformcular güçlerini kaybederler. Demokrasi elitlerin rejimi deÄŸildir. Demokrasi, azınlık bir grubun rejimi deÄŸildir. Demokrasi zenginlerin rejimi deÄŸildir. Demokrasi, fakirler, maÄŸdurlar, mazlumlar ve sokakta yaÅŸayan herkes için vardır. Hiçbir ayrım yapmadan her birey için vardır demokrasi. Bu hakkı kullanmaya kimse engel olamaz.""Bu kızlar Türkiye'de okuyamaz Suudi Arabistan'a gitsinler, demek hem bizim için hem kızlarımızın için aÅŸağılayıcı bir kelimedir. Niçin Arabistan'a gitsinler? Başı örtülü olanlar sadece Arabistan'da mı tahsillerini görüyor? Dünyadan habersiz. Avusturya'dan Güney Kore'ye, Avustralya'dan ABD'ye kadar bütün ülkelerdeki üniversitelerin hepsinde çocuklar başörtülü okuyabiliyor. Niçin o ülkeleri örnek vermiyorsunuz, Suudi Arabistan'a gidin diyorsunuz? Bunun içerisinde bir aÅŸağılama seziyorum. Bu söz bence bir aÅŸağılamadır.." dediÄŸi, (Ek.66)12) TBMM BaÅŸkanı Bülent Arınç’ın 2003 yılı Eylül ayında, Türkiye Demokrasi Vakfı'nca Armada Otel'de düzenlenen toplantıda 'Meclis ve Demokrasi' konulu yaptığı konuÅŸmada “Siz ifade özgürlüğüne tam sahip deÄŸilseniz, kapatılmamak için, önünüze engeller çıkmaması, iktidara giderken bir takoza ayağınız takılıp da düşmemek için yalan söylemeye, samimiyetsiz davranmaya, takiyye yapmaya mecbursunuz.â€� diye söylediÄŸi, (Ek.67)13) TBMM BaÅŸkanı Bülent ARINÇ’ın 2007 yılı Nisan ayında Turgut Özal Düşünce ve Hamle DerneÄŸi tarafından TBMM’ne verilen “Demokrasi Ödül Töreniâ€�nde yaptığı konuÅŸmada; “….1950 yılında 12 Nisan'ında MareÅŸal Fevzi Çakmak vefat ettiÄŸinde O'na görkemli bir dini tören yapılması tartışması çıkmıştı. Tartışmaların bir kısmı sanırım yine laikliÄŸe aykırı olacağı gerekçesiyle yapılmıştı. Ancak sonunda halkın büyük sevgi beslediÄŸi MareÅŸal için Beyazıt Camiinde büyük bir katılımla cenaze namazı kılındı ve sonra da defnedildi. O tartışmaların içinde 23 yaşında bir genç öğrenci lideri daha vardı: Turgut Özal. Tarihin cilvesine bakın ki, rahmetli Özal'ın cenazesi de aynı tartışmalara sahne oldu. Ancak yine aynı görkemli kalabalık Fatih Camiinden O'nu hakkın rahmetine uÄŸurladı. O zaman sadece sevenleri deÄŸil, O'nu desteklemeyenler de o cenazeye katıldı ve tekbirlerle 8. CumhurbaÅŸkanımız Edirnekapı'da defnedildi. O cenazede küçük kartona elle yazılmış pankart taşınmıştı. Halkın arasından biriydi kuÅŸkusuz. Tekbirler eÅŸliÄŸinde taşınan cenazenin arkasından tutuluyordu. Å�öyle yazıyordu o kartonda: "Sivil, dindar, demokrat CumhurbaÅŸkanı" Bu Özal'ın kendisiydi. Bu milletin özlediÄŸi CumhurbaÅŸkanının tanımıydı. Baylar, Bayanlar son elli yılda yaÅŸanan tartışmaların nedeni iÅŸte bu kartona yazılmış bu tanımdır. Sivil, dindar ve demokrat CumhurbaÅŸkanı taraftarları ile onun tam tersi tanımların tartışması son elli yıldır hiç bitmedi. Bugün de tartışmanın adı budur. Meclisimizin sivil, dindar, demokrat bir CumhurbaÅŸkanı seçecek olmasına yine itiraz ediliyor. Menderes'in BaÅŸbakanlığına, Özal'ın BaÅŸbakanlık ve CumhurbaÅŸkanlığına yapılan itirazların altında hep bu kimlik tanımı vardır. Bu tanım kim ne derse desin, Türk milletinin kendi öz CumhurbaÅŸkanı tanımıdır. Rahmeti Özal dindar olduÄŸu için hakkında söylenmedik ÅŸey bırakılmadı. "Takunyalı" gibi seviyesiz sıfatlar Özal'a ve onun çalışma arkadaÅŸlarına o dönemde takıldı. Cuma namazına gitmesi, bayram namazına gitmesi, Hacca gitmesi hep eleÅŸtirildi. Sivil olması, dindar olması, demokrat olması nasıl sorun çıkartabilirdi bu ülke için?...â€� ÅŸeklinde beyanda bulunduÄŸu, (Ek.68)14) TBMM BaÅŸkanı Bülent Arınç’ın, 13.11.2005 tarihinde TBMM Sabit Osman Avcı EÄŸitim Tesisi'nde basınla düzenlediÄŸi sohbet toplantısında ''Avrupa Ä°nsan Hakları Mahkemesi'nin (AÄ°HM) Leyla Å�ahin hakkındaki kararının hukuki anlamda Türkiye için baÄŸlayıcı olmadığını, yasaklılığı savunmadığını, bu yasakların kaldırılması halinde de kendisinin herhangi bir kısıtlayıcı madde getirmeyeceÄŸini düşündüğünü'' kaydetmiÅŸtir. ''AÄ°HM bir mahkemedir ve verdiÄŸi karar da bir yargı kararıdır. Bunun üzerinde söz söylerken, hukuki, objektif ve adil olmak mecburiyetindeyiz. Duygularımızı iÅŸin içine sokarsak bir tartışmayı devam ettirmiÅŸ oluruz. Türkiye'de maalesef pek çok konu tartışma yerine kavgaya dönüştüğü için; tartışma, fikirlerini rahatlıkla ortaya koyma yerine, birbirlerinin düşüncelerine karşı hasmane mücadele edildiÄŸi için, çoÄŸu zaman da ne olduÄŸunun farkına varmıyoruz. Bu mahkeme kararlarına karşı bir ÅŸey söylerken, 'mahkeme kararı yüzde yüz doÄŸrudur, buna katılıyoruz' deme konusunda biraz ihtiyatlı olmak mecburiyetindeyiz. Çünkü bu mahkemenin bugüne kadar ki pek çok kararına karşı çıktık. Bu kararları hukuki olmaktan çok, siyasi olmakta nitelendirdik. AÄ°HM'in birçok konuda verdiÄŸi kararı eleÅŸtirirken, sadece bu konuda verdiÄŸi kararı alkışlamanın bir çifte standart olacağını söyleyenler, doÄŸrusu çok da haksız sayılmazlar.''…''Dolayısıyla AÄ°HM'in bu kararının hukuki anlamda Türkiye için baÄŸlayıcı olmadığını, yasaklılığı savunmadığını, bu yasakların kaldırılması halinde de kendisinin herhangi bir kısıtlayıcı madde getirmeyeceÄŸini düşünüyorum. Bu karar sebebiyle Avrupa ya da ABD'de de yüksek öğretimde, yani üniversitelerinde başörtüsünün yasaklanmayacağını düşünüyorum. Laiklik tartışmaları eskiden beri devam eder, zaman içerisinde laiklik de geliÅŸir. Ama bugün bütün dünyada görebildiÄŸimiz kadarıyla, din ve vicdan özgürlüğünün genel anlamda kabul edilmesi halinde, Türkiye'de bu sebeple laikliÄŸin ihlal edildiÄŸini söylemek de mümkün deÄŸildir.â€�… ''Bu kararı yanlış bulduÄŸumu ifade ediyorum. AÄ°HM büyük bir yanlış yapmıştır''… ''Buradan söylüyor ve iddia ediyorum. Hukukçulardan rica ediyorum; Bu konunun cevabı eÄŸer bir soru ise 'evet doÄŸrudur, hayır yanlıştır...' ikisinden biri. DoÄŸruysa sözümün arkasına dikkat etsinler, yanlışsa biri bana desin ki hayır 3. bir kanun daha var ki o kılık kıyafeti tanzim ediyor, yasaklıyor veya serbest bırakıyor. Böyle bir hukuk normunu Anayasa içinde ya da kanun olarak bulmak mümkün deÄŸildir. Anayasa Mahkemesi, kendisine yapılan baÅŸvurular sonucunda, Anayasa'nın 2, 3, ve 4. maddelerine atıf yaparak, 'çaÄŸdaÅŸ giysinin böyle olamayacağı konusunda' bir hüküm getirmiÅŸtir. Anayasa Mahkemesi, Anayasa'da ve yasalarda açıkça ortaya konulmamış bir hüküm konusunda, yorum yapmak suretiyle bir karar vermiÅŸtir. Oysa Anayasa ve hukuk normları, mahkemeler tarafından uygulanacak normlardır.(…) Bugün Leyla Å�ahin davası nedeniyle tartıştığımız konu üniversitelerde başörtüsüyle tahsillerine devam edip edemeyecekleri konusudur. Ve benim bu konudaki argümanın Avrupa'da ABD'de pek çok ülkede de başörtüsüyle üniversiteye devam edilebildiÄŸi, yasaklamanın ilköğretim okulları ve kamu görevlileriyle sınırlı olduÄŸudur. Hukukçuların meseleye bu açıdan da bakmasını istiyorum. 70 milyon insanı huzursuz eden yasakların hangi anlamda konulduÄŸunu hangi anlamda kaldırıldığını bu açıdan düşünmeleri gerektiÄŸi için bunları söylüyorum. "Dünyanın her yerinde inandığı mesele için doÄŸru haklı yolda mücadele edenler sonunda bu özgürlüklerine kavuÅŸurlar. Yapacağınız tek ÅŸey demokrasi ve hukuk içinde kalmaktır. Devletimizi, toplumumuzu çiÄŸnemeden 'benim bu hakkım var' diyebilmeliyiz" …"Stilistler olsa da 5 tane baÅŸ örtme modeli belirlese 'bu siyasi simge deÄŸildir' dese, TSE olmasa da Yüksek Öğretim Kurumu yapsa iyi bir iÅŸ yapmış olur. Bu insanların hiçbiri devlete, Cumhuriyete, Atatürk'e karşı deÄŸil."…â€�Türkiye'de eÄŸitim birliÄŸi olduÄŸunu anımsatan Arınç; "Farklı grupların okulları olsaydı, bunun yanında laik okullar olsaydı, ikili yapıyı anlamak mümkündü. Ä°nsanların tercih hakkı olurdu.â€� biçiminde konuÅŸtuÄŸu, (Ek.69)15) TBMM BaÅŸkanı Bülent Arınç’ın, 15.11.2005 tarihinde Romanya'ya hareketinden önce EsenboÄŸa Havalimanı'nda düzenlediÄŸi basın toplantısında AÄ°HM'in türban kararıyla ilgili tartışmalara iliÅŸkin olarak, ''Herkesi bu konuda dürüst olmaya çağırıyorum''… ''Türban konusunda, 'bu iÅŸ bitmiÅŸtir' demekle iÅŸ bitmiyor. EÄŸer bir sorun varsa bu sorunun çözümü konusunda herkesin yardımcı olması lazım. Herkesin beyaz sayfa açarak olayda doÄŸrudan taraf olmayı bir kenara bırakıp toplumun, insanlarımızın huzuru için milletimizin kardeÅŸliÄŸinin, beraberliÄŸinin pekiÅŸmesi için bir çözüm bulmaya mecburuz. Ben size soruyorum; türbana 'siyasi simge' diyorsunuz, türban da örtünme biçimlerinden birisidir. Böyle bir kabul varsa, Anayasa Mahkemesi kararlarına bu girmiÅŸse ve devletin tüm kurumları bu konuda bir hassasiyet gösteriyorsa peki eyvallah. Türban olmasın da ne olsun ben bunu soruyorum. Benim bu soruma kaçamak cevap vermeyin lütfen. Benim bu sorumu yanlış, gülünç, tartışılabilir bulabilirsiniz. O zaman da lütfen sizin düşünceniz ne, siz bu konuda bir uzlaÅŸma meydana getirebilmek için ne öneriyorsunuz? Å�imdi Türkiye'de bir kesim diyebilir ki, 'başını örtmek kesinlikle yasaktır ve mümkün deÄŸildir. Bunu anlamak mümkün. Katılmazsınız ama bu bir tavırdır. Denir ki ÅŸu veya bu ÅŸekilde başını örtmek kesinlikle yasaktır. Bunun tartışması olmaz. Yani 'yasaktır' denmiÅŸse bunun azı mı, çoÄŸu mu nasıl olacağı konusunda kimsenin tartışmaya girmesi düşünülemez.'' …''Bu kızların, bu bayanların üniversitede örttükleri ÅŸeye türban denir ve türban bizim geleneksel baÅŸ örtülerinden birisi deÄŸildir. Bir inancın gereÄŸi deÄŸildir. 'Bu bir siyasi simgedir'. Buradan ÅŸunu anlayabiliriz, türban takmamak suretiyle baÅŸ örtülebilecekse bu serbesttir. Bilmem yanlış mı anlıyorum? Bu konuda dürüst ve samimi davranan çevreler, Türkiye'de böyle bir çıkar yol bulmaya çalışıyorlarsa, mesela bazı toplumlarda türban ÅŸeklinde deÄŸil de 'geleneksel başörtüsü' denen ÅŸekilde yok aÅŸağıdan baÄŸlayarak, kelebek yaparak, önden biraz açarak, arkadan biraz fazla bırakarak, bu tip birbaÅŸ örtmenin siyasi simge sayılamayacağı ve serbest olacağı konusunda bir duyarlılık varsa ben teklifte bulunuyorum; diyorum ki, türban deÄŸil, siyasi simge deÄŸil ama başını örtmek isteyen nasıl örtsün? Siz bunu tarif edin hukukta...â€� dediÄŸi, (Ek.70)16) Türbanın yükseköğretim kurumlarında serbest bırakılması amacıyla Adalet ve Kalkınma Partisi ile Milliyetçi Hareket Partisisin ittifak yaparak Anayasanın 10 ncu ve 42 nci, Yüksek Öğretim Kanunun Ek 17 nci maddesinin deÄŸiÅŸtirilmesi teklifini 1 Å�ubat 2008 tarihinde TBMM’nin gündemine taşımaları sonrasında, 22 nci dönem TBMM BaÅŸkanı ve halen davalı parti milletvekili olan Bülent Arınç’ın, “…İnsanlar sokakta teneke çalmaya baÅŸladı. Yüzde 47 oy almış bir parti, mütevazi olacağım diye, teneke çalıp gürültü yapanların karşısında neredeyse mahcup durumda…â€� dediÄŸi, türbanlı öğrencileri kastederek, “…Onlar bu kıyafetiyle giremezken, çok sevgili arkadaÅŸları hangi kıyafetle okula giriyorlar, hepiniz biliyorsunuz…â€� diye söylediÄŸi, (Ek.71)Anlaşılmıştır.c- DışiÅŸleri Bakanı Abdullah Gül’ün laik devlet ilkesine aykırı eylem ve demeçleri1) Laik devlet yapısını deÄŸiÅŸtirerek yerine dini kurallara dayalı bir devlet kurmak amacıyla yasadışı örgüt kurup bu amaç doÄŸrultusunda faaliyetlerde bulunmak suçundan hakkında dava açılan Fetullah GÃœLEN isimli tarikat liderinin yurt dışında kurduÄŸu okullar bir ticari ÅŸirket olarak deÄŸerlendirilip temas ve iÅŸbirliÄŸi yapılması, Abdullah Gül’ün DışiÅŸleri Bakanı olduÄŸu dönemde Bakanlığın genelgesi ile Büyükelçiliklerimizden istenmiÅŸtir.Å�öyle ki;Genelkurmay Harekat BaÅŸkanlığının Mart 2002 tarihli “PKK, DHKP/C ve Ä°rticai Örgütlerin Avrupa’daki Faaliyetleriâ€� adlı raporunda “demokratik yollardan devlet kademelerinde kadrolaÅŸarak, Atatürk Ä°lke ve Devrimlerini ortadan kaldırıp Å�eriat esaslarına dayalı bir devlet kurmayı ve bunu takiben Dünya Ä°slam birliÄŸini gerçekleÅŸtirmeyi hedeflediÄŸiâ€� belirtilen Fetullah GÃœLEN isimli cemaat liderinin yurt dışında kurduÄŸu ve faaliyetleri nedeni ile bulundukları ülke Devletleri tarafından Türkiye’nin uyarılmasına neden olan okullar bir ticari ÅŸirket olarak deÄŸerlendirilip temas ve iliÅŸki kurulması, Abdullah Gül’ün başında bulunduÄŸu DışiÅŸleri Bakanlığının bir genelgesi ile Büyükelçiliklerimizden istenildiÄŸi,DışiÅŸleri Bakanlığı’nın, Büyükelçiliklere gönderdiÄŸi bir baÅŸka genelge ile de; Milli Görüş örgütlenmesinin Genelkurmay Harekat BaÅŸkanlığınca düzenlenen ve yukarıda sözü edilen raporda, “şer’i esaslara dayalı devlet düzeni kurmayı amaçladığınınâ€� belirtilmesine (Ankara 2 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi’nin 1999/37 sayılı dava dosyası. Klasör no:17) ve Almanya ile imzalanan Güvenlik Ä°ÅŸbirliÄŸi AnlaÅŸması’nda Avrupa Milli Görüş TeÅŸkilatı’ndan “köktenci terör örgütüâ€� olarak söz edilmesine raÄŸmen, bu teÅŸkilat mensuplarının yurtdışındaki vatandaÅŸlarımızın sorunları ve milli konularda dış temsilciliklerimizce gerçekleÅŸtirilen faaliyetlere katkıda bulundukları belirtilerek bu örgütle temas ve iÅŸbirliÄŸi kurulmasının istenildiÄŸi, (Ek.72)2) DışiÅŸleri Bakanı Abdullah Gül’ün 2005 yılı Kasım ayında bir gazetecinin, BaÅŸbakan Recep Tayyip ErdoÄŸan'ın, AÄ°HM’nin türban kararını din alimlerinden görüş almadan vermesini eleÅŸtirdiÄŸi açıklamasını hatırlatarak “AÄ°HM kararından önce din bilginlerine danışması gerekir mi?â€� ÅŸeklinde soru sorması üzerine “Bunu AÄ°HM’ne sormanız gerekir. Sayın BaÅŸbakan'ın söylediÄŸi gayet açık. Mademki din ve inançlarla ilgili konular söz konusu, o zaman din bilginlerinden de görüş almak gerekir ÅŸeklinde düşüncelerini paylaÅŸmış arkadaÅŸlarla. Bunu farklı mecralara çekmenin bir anlamı yok. Buradaki tuzağı da gayet iyi görüyoruz biz. O açıdan bu konularla ilgili dikkatli hareket etmeye devam edeceÄŸiz. Ä°nanıyorum ki günü geldiÄŸinde Türkiye kendi sorunlarını kendisi çözecek olgunluÄŸa ulaÅŸacak.â€� dediÄŸi, (Ek.73)3) DışiÅŸleri Bakanı Abdullah Gül’ün, 2003 yılı Kasım ayında Roma'daki AB Troykası toplantısına giderken uçakta yaptığı söyleÅŸide Avrupa BirliÄŸi Ä°lerleme Raporu’nun demokrasi ve insan hakları alanlarındaki sorunlar listesinde türban yasağının dâhil edilmemesini eleÅŸtirdiÄŸi, (Ek.74)4) 2004 yılı Ekim ayında SKY-Türk televizyonunda soruları yanıtlayan DışiÅŸleri Bakanı Abdullah Gül’ün, türban yasağının AB insan hakları standartları içinde bulunmayan bir yasak olduÄŸunu ve günü geldiÄŸinde bu yasağın Türkiye’de kalkacağından şüphe duymadığını belirterek, raporda türban konusuna yer verilmemesi konusunda; “Tabii ki bunlar AB insan hakları standartları içinde olmayan yasaklardır. Günü geldiÄŸinde bunların hepsi kalkacak Türkiye’de. Ben doÄŸrusu bundan eminim. Paris, Londra veya Berlin’deki bir üniversitede olmayan yasakların, Türkiye’de de olmaması gerekir. Ãœstelik bizim kendi kültürümüzün bir parçasıysa hiç olmaması gerekir. Bunlara zamanla, soÄŸukkanlılıkla halledilmesi gereken konular olarak bakıyoruz. O açıdan toplumun da bunları bu ÅŸekilde göreceÄŸine inanıyorum, ama muhakkak ki bu tip yasaklar Türkiye’de kalkacaktır. Bunlar AB standartlarındaki özgürlük, demokrasi, insan hakları anlayışıyla baÄŸdaÅŸmaz. AB söz konusu olmasa bile bunlar bizim partimizin, hükümetimizin zaten öncelik verdiÄŸi konulardır. Bunların uzlaÅŸma ortamı içinde çözülmesi gerektiÄŸine inanıyoruz.â€� ÅŸeklinde açıklamalarda bulunduÄŸu, (Ek.75)5) DışiÅŸleri Bakanı Abdullah Gül’ün, BM Ä°nsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin kabulünün 55. yıldönümü nedeniyle özel gündemle toplanan TBMM Ä°nsan Hakları Ä°nceleme Komisyonu toplantısında, hedeflerinin ifade ve inanç özgürlüğünün iÅŸkence ile terörden arındırılması olduÄŸunu, bununla ilgili yasal düzenlemelerin hepsinin, kararlı ÅŸekilde gerçekleÅŸtirileceÄŸini belirterek; “ifade ve inanç özgürlüğünde kararlıyız; herkes inandığını yaÅŸayabilmeli..Herkes güven içinde, korkudan, endiÅŸeden uzak olmalıdır. Düşündüğünü inandığını rahatlıkla ifade etmeli, inandığını rahatlıkla yaÅŸayabilmelidir. Ä°fade ve inanç özgürlüğü, iÅŸkenceden ve terörden tamamen arınmak, bizim hedefimizdir. Bununla ilgili yasal düzenlemelerin hepsi, kararlı ÅŸekilde gerçekleÅŸtirilmeye devam edilecektirâ€� ÅŸeklinde beyanda bulunduÄŸu, (Ek.76)6) Ä°stanbul Ãœniversitesi Tıp Fakültesi öğrencisi Leyla Å�ahin’in, 1998 yılında derslere türbanla girmekte ısrar edince 15 gün okuldan uzaklaÅŸtırma cezası aldığı, ardından okuldan atıldığı, iç hukuk yollarını tüketen Å�ahin’in türban yasağının Avrupa Ä°nsan Hakları SözleÅŸmesi'nin, "hiç kimsenin dinsel inanç ve kanaatlerinden dolayı eÄŸitim görmekten men edilemeyeceÄŸine" iliÅŸkin din ve vicdan hürriyetiyle ilgili 9. maddesinin ihlali olduÄŸunu ileri sürerek AÄ°HM’ne baÅŸvurduÄŸu,Strasbourg'daki Avrupa Ä°nsan Hakları Mahkemesi'nde görüşülen Leyla Å�ahin davasında Hükümet adına Abdullah Gül’ün başında bulunduÄŸu DışiÅŸleri Bakanlığı kanalıyla gönderilen yazılı savunmada; Türkiye'nin laiklik ilkesi, çaÄŸdaÅŸ eÄŸitim konusundaki tutumu, çaÄŸdaÅŸ eÄŸitim ilkeleri, yasal düzenlemeler ve mahkemelerin aldığı kararlara yer verilerek, Türkiye'de Anayasa'nın, din istismarını yasakladığı, türbanın üniversitelerde laik eÄŸitimle çeliÅŸtiÄŸi ve baÄŸdaÅŸmadığı, gericiliÄŸi teÅŸvik ettiÄŸi gerekçesiyle, türban yasağının Anayasa'ya uygun olduÄŸunun vurgulandığı, "Türbanın üniversitelerde laik eÄŸitimle çeliÅŸtiÄŸi ve baÄŸdaÅŸmadığı, gericiliÄŸi teÅŸvik ettiÄŸi, çaÄŸdaÅŸlaÅŸma yolunda bir geri adım niteliÄŸinde bulunduÄŸu, amacın modernleÅŸme ve çaÄŸdaÅŸ görüntüyü korumak olup, siyasal simge haline getirilen başörtüsü, özgürlük sorunu deÄŸil politikacılar tarafından ÅŸeriat amaçlı kullanılmış bir olgu olduÄŸu" görüşü dile getirildiÄŸi, üniversitelerde başörtüsü yasağının kaldırılmasının dinin siyasal alana çekilmesi ve siyasal araç durumuna getirilmesi açısından taşıdığı sakıncalara da dikkat çekildiÄŸi,Savunmada, Anayasa Mahkemesi'nin 1989 yılındaki kararına atıfta bulunularak, türbanın kamusal alanda yasaklanmasının Türkiye Cumhuriyeti'nin temel niteliklerinin düzenlendiÄŸi ve "deÄŸiÅŸtirilemez" maddeleri arasında yer alan "BaÅŸlangıç Bölümü" ile "laiklik" ilkesinin yer aldığı 2. maddesine, "eÅŸitlik" ilkesinin düzenlendiÄŸi 10. maddesine, "din ve vicdan özgürlüğü"nü tanzim eden 24. maddesine ve "Ä°nkılap Kanunlarının Korunması"nı düzenleyen 174. maddesine uygun olduÄŸunun belirtildiÄŸi, türbanın masum bir yaÅŸam biçimi olmanın dışında cumhuriyet ilke ve inkılaplarına karşı bir sembol olduÄŸunun vurgulandığı,Dava sırasında Leyla Å�ahin’in Avukatının ek görüş belirtmesine müteakip AÄ°HM’nin bu ek görüşü ülkemize ileterek savunma yapılıp yapılmayacağının sorulması üzerine Türkiye’nin Strazburg’daki Avrupa Konseyi neznindeki daimi temsilciliÄŸi, 2003 yılı Kasım ayında türbanın gericiliÄŸi teÅŸvik ettiÄŸi, çaÄŸdaÅŸlaÅŸma yolunda geri adım olduÄŸu, laik eÄŸitim ilkesine ters düştüğü, siyasilerce ÅŸeriat bayraktarlığı için siyasi amaçlı kullanıldığı gerekçelerini içren ek savunmayı gönderdiÄŸi,Hükümet adına gönderilen ek savunmadan bir ay sonra Aralık 2003 başında haberdar olan ve ek savunmadaki ifadeleri öğrenen DışiÅŸleri Bakanı Abdullah Gül’ün kendisini ve partisini zor durumda bırakacak ek savunmayı geri çekilmesini istemesi üzerine Türkiye’nin 10 Aralık'ta AÄ°HM'e baÅŸvurarak ek savunmasından vazgeçtiÄŸini, belgeyi geri çektiÄŸini bildirdiÄŸi,DışiÅŸleri Bakanı Abdullah Gül’ün, 2003 yılı Aralık ayında, Hükümetin bilgisi dışında AÄ°HM’ne verilen savunmayı, onaylamadıkları için geri çektiklerini, davayla ilgili olarak yeni bir savunma vermeyeceklerini, Türkiye Cumhuriyeti adına 2002 yılında bir savunma verildiÄŸini, davanın savunma aÅŸamasının tamamlandığını belirterek, “Dolayısıyla hükümetimiz adına yeni bir savunma mevcut deÄŸildir. Kaldı ki, hükümetimizin konuyla ilgili tutumunun yasaklama yerine özgürlükten yana olduÄŸu bütün kamuoyunca bilinmektedir’’ dediÄŸi, (Ek.77)7) 2005 yılı Aralık ayında DışiÅŸleri Bakanı ve BaÅŸbakan Yardımcısı Abdullah Gül’ün AkÅŸam Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Serdar Turgut ile yaptığı mülakatta; “Düşünsenize ben toplumda hak ve özgürlüklerin geliÅŸmesi için bu kadar mücadele vermiÅŸim, sonra da hayattaki en yakınım olan eÅŸimin hakları için mücadele etmemem istenecek, böyle bir ÅŸey olabilir mi? Adalet ve Kalkınma Partisi olarak türban konusunu biz fikir ve ifade özgürlüğü kapsamında görüyoruz ve deÄŸerlendiriyoruz. Ä°steyen başını örter, isteyen de örtmez, örten de nasıl örteceÄŸine karar verir. Meselenin benim için özeti budur. Düşünsenize ben bu toplumda hak ve özgürlüklerin geliÅŸmesi için bu kadar mücadele vermiÅŸim, sonra da hayattaki en yakınım olan eÅŸimin hakları için mücadele etmemem istenecek, böyle bir ÅŸey olabilir mi? Ben bu türban konusunda en zor konumdaki insanlardan bir tanesiyim. Bu Ä°nsan Hakları Mahkemesi’ndeki Leyla Å�ahin davası sürecinde de daha net olarak ortaya çıktı. Ben devletin görüşünü ve var olan kanunları savunmak zorundayım, bu yüzden vicdanım ile devlet iÅŸleri arasında sıkışıp kalıyorum. Ancak Türkiye’de insanlar baÅŸ örtülmesi iÅŸine fikir ve vicdan hürriyeti baÄŸlamında bakmaya baÅŸladıklarında benim gibi insanların vicdanları ile devlet kuralları arasında sıkışıp kalması da sona erecektir. Buna inanıyorum.â€� ÅŸeklinde beyanda bulunduÄŸu, (Ek.78)8) DışiÅŸleri Bakanı ve BaÅŸbakan Yardımcısı Abdullah Gül’ün, 2005 yılı Kasım ayında AÄ°HM'nin türbanla ilgili Leyla Å�ahin kararı üzerine görüşlerini; “BildiÄŸim kadarıyla bu, yasakları savunan bir ÅŸey deÄŸil. Bir kurumun uygulaması, o kurumun yetkisi dahilinde diyor. Bu, yasakların devam ettiÄŸi anlamına gelmez. Bunun ötesinde bu, Türkiye'nin kendi sorunudur. Bu tip yasaklarla Türkiye'nin bir yere gitmesi mümkün deÄŸildir. Türkiye'de azınlıkların dini hakları, özgürlükleri söz konusu olurken, çoÄŸunluÄŸun hak ve hukukuyla ilgili konularda eÄŸer kısıtlamalar varsa, bunlar savunulacak iÅŸler deÄŸildir. Ama bunlar kendi meselelerimizdir. Kendi sorunlarımızı kendimizin çözeceÄŸimize inanıyorum. Muhakkak ki bunların bir süresi vardır. Kimse de çıkıp yasaklarla övünmesin. Yasakları savunmak, yasaklarla övünmek kimseye ÅŸeref getirmez, kimseye de onur kazandırmaz. O açıdan hep beraber günü gelecektir ki, bunların hepsi kendi inisiyatifimizle temizlenecektir.…İleride görürsünüz, yapılır mı, yapılmaz mı? Bu bir turnusol kağıdı gibi; kimin ayrımcılığı, kimin yasakçılığı savunduÄŸu görülmektedir. ÇaÄŸdaÅŸlık, demokrasi, ÅŸeffaflık, hukukun üstünlüğü, en bireysel hak ve özgürlüklerin teminat altına alınmasıdır. Bu olay turnusol kağıdı gibi herkesin görüşünü ortaya koyuyor. Hükümet yasakları kaldırmakta kararlıdır. Türkiye'nin bütün meseleleri çözülmedi. 3 sene öncesinin özgürlükleriyle bugünü mukayese ederseniz çok farklı bir ortam var. 3-4 sene önce neredeyse başörtülü insanlara Kızılay'ı (Kızılay Meydanı) bile yasak edeceklerdi. Bugün öyle mi? Bunlar şüphesiz ki, hâlâ tam bir demokratik ülkede olması gereken özgürlüklerin kullanıldığı anlamına gelmiyor." ÅŸeklinde açıkladığı, (Ek.79)9) DışiÅŸleri Bakanı ve BaÅŸbakan Yardımcısı Abdullah Gül’ün 2005 yılı Kasım ayında; “Türkiye'de kadınların yüzde 70'e yakını başörtüsü kullanırken, hâlâ üniversitelerde, birçok yerlerde ne yazık ki sıkıntılar var. Ama bunları kesinlikle unutmuÅŸ deÄŸiliz, bunu açık söyleyeyim. Önce bu sıkıntıyı kendi evinde yaÅŸayan insanlar olarak böyle bir ÅŸey söz konusu olabilir mi? Bunlar Türkiye'ye yakışmayan yasaklardır. Adalet ve Kalkınma Partisi'nin bir meselesi olarak da görmüyorum. Bütün Türkiye'nin meselesidir. Ä°steyen başını açar, isteyen örter bu bireysel bir özgürlüktür. Bir problem varsa, çözülecektir. GittiÄŸim yerlere eÅŸimle davet ediliyorum. Zirve toplantıları da dahil, en ufak protokol sıkıntısı çekiyor deÄŸilim. EÅŸime uygulanacak protokol ne ise o uygulanıyor. En ufak bir sıkıntı görülmüyor. Milli EÄŸitim Bakanlığımız'ın bu adaletsizlikleri (katsayı) gidermeye yönelik çalışmaları var, tahmin ediyorum bu uygulamalar bu yıl geçerli olacak. Bir Anayasa deÄŸiÅŸikliÄŸi olmadan YÖK'te reformları gerçekleÅŸtirmek mümkün deÄŸil. Türkiye'nin her tarafında reformlar olurken, "Ãœniversite dokunulamaz, YÖK dokunulamaz" demek çok mantıksız, kabul edilemez bir ÅŸeyâ€� ÅŸeklinde konuÅŸtuÄŸu, (Ek.80)10) Danıştay 2. Dairesi’nin Aytaç Kılınç’a iliÅŸkin 26.10.2005 gün ve 2004/4051-2005/3366 sayılı kararı ile ilgili olarak BaÅŸbakan Yardımcısı ve DışiÅŸleri Bakanı Abdullah Gül’ün; “DoÄŸrusu bunu kaygıyla karşılıyorum ve hayretler içinde kaldık. Türkiye'nin giderek demokratikleÅŸme eÄŸilimine ters bir davranıştır bu. Bu yaklaşımın altında negatif özgürlükler anlayışı vardır. Bu anlayış bildiÄŸiniz gibi otoriter, diktatör rejimlerin felsefesidir. Halbuki Türkiye giderek demokratikleÅŸen, bireyin, toplumun haklarının daha da geniÅŸletilmesine doÄŸru bir yöneliÅŸ içindedir. Bu, Türkiye'nin yöneliÅŸine ters bir karardırâ€�… “Bizim anlayışımız hep pozitif özgürlüklerden yanadır. Bu açıdan kararı yanlış ve tehlikeli görüyorum… “Çünkü böyle bir yaklaşımla giderek, yarın oruç tutan bir öğretmeni bile, (öğreniciye yanlış örnek oluyor) diye suçlarsınız. Çünkü görebildiÄŸim kadarıyla bu karar dini bir vecibeyi yanlış bir örnek olarak gösteriyor. Bunlar çok tehlikeli ve yanlış ÅŸeylerdir, umut ederim ki düzelir. Bütün bu kararlar alınırken, ÅŸu herkesin zihninde olması gerekir ki Türkiye giderek özgürleÅŸen, demokratikleÅŸen, sivil alanı daha da geniÅŸleten bir toplum olacaktır. Buna kararlıyız. Toplum olarak, meclis olarak, hükümet olarak kararlıyız. Bu bakımdan bu kararın ciddi ÅŸekilde kamuoyunda büyük bir olgunlukla tartışılacağını ve herkesin bir kez daha düşüneceÄŸini ve yanlışlarını düzelteceÄŸini tahmin ediyorum.â€� dediÄŸi, (Ek.81)Tespit edilmiÅŸtir.d- Milli EÄŸitim Bakanı Hüseyin Çelik’in laik devlet ilkesine aykırı eylem ve demeçleri1) Milli EÄŸitim Bakanı Hüseyin Çelik’in, mesleki teknik eÄŸitim mezunlarına ÖSS’de uygulanan katsayılarla ilgili sorunu yapacakları deÄŸiÅŸikliklerle çözeceklerini söylediÄŸi,Ä°mam hatip lisesi mezunlarının üniversiteye giriÅŸini zorlaÅŸtıran katsayı engelini ortadan kaldırmaya söz veren Hükümet tarafından hazırlanan imam hatip lisesi mezunlarının üniversiteye giriÅŸlerine kolaylık saÄŸlayan, üniversiteye giriÅŸ sınavını Milli EÄŸitim Bakanlığı ile Yükseköğretim Kurulu’nun ortaklaÅŸa düzenleyeceÄŸini ve kılık-kıyafet yönetmeliÄŸinin üniversiteler tarafından hazırlanacağını öngören “Yükseköğretim Kanununda DeÄŸiÅŸiklik Yapılmasına Dair Kanunâ€� TBMM Genel Kurulu’nda kabul edildiÄŸi, ancak CumhurbaÅŸkanı tarafından veto edildiÄŸi, (Ek.82)2) Açık Öğretim Lisesi YönetmeliÄŸinde yapılan deÄŸiÅŸikliklere iliÅŸkin gösterilen tepkileri deÄŸerlendiren Milli EÄŸitim Bakanı Hüseyin Çelik’in 2005 yılı Aralık ayında; "Açıköğretim Lisesi YönetmeliÄŸine, sırf imam hatipliler de faydalanacak diye karşı çıkanlar, gerginliÄŸi hedefleyenlerdir… Yönetmelikte imam hatipler geçmiyor. Bu YönetmeliÄŸe 'Ä°mam Hatip YönetmeliÄŸi' adını koyuyorlar. Sonra da verdikleri bu ismi öne sürerek, gerginlik ortamı meydana getirmeye çalışıyorlar. Bu istismardır. Bu hasmane tutumdur. Bizleri imam hatipler üzerinden siyaset yapmakla' suçluyorlar. Ben mi koydum o ismi? O isim senin koyduÄŸun isim. Biz, 'Herkesin faydalandığı bir haktan imam hatipler de faydalansın' diyoruz. 'Hayır, onlar faydalanmasın' tavrının izahı yok. Ortada iyi niyetle baÄŸdaÅŸmayan bir tutum var... DoÄŸrusu ben ortada zerre kadar hukuksuzluk göremiyorum. Hukuksuzluk yok, aksine, bir adaletsizliÄŸin bir ölçüde de olsa giderilmesi var. EÅŸitlik ilkesinin gereÄŸinin yerine getirilmesi var. Bunun dışında bir ÅŸey yok. Ama, hukuk mekanizmalarına herkes baÅŸvurabilir. Bunun için kimseyi eleÅŸtiremeyiz….Burada, çifte diplomadan bahsediliyor. Bir hak verilmiÅŸ. Bu haktan, Ä°lahiyatçılar da yararlanıyormuÅŸ. Bu haktan, Siyasal okuyanlar da yararlanıyor. O yararlansın, öbürü yararlanmasın. Ayrımcılık mı yapalım? EÅŸitlik ilkesine aykırı mı hareket edelim? Bir Milli EÄŸitim Bakanı'ndan beklenen, eÅŸitlik ilkesine aykırı hareketler midir? Yoksa, ayrım yapmaksızın bütün memleket evlatlarını aynı muhabbetle kucaklamak mıdır?...Å�imdi birileri, Ä°mam Hatiplilerin nefes almasına karşı çıkıyor. Yani, biz 'Herkes nefes alacak' dediÄŸimizde, hemen soruyorlar: 'Ä°mam Hatipliler de nefes alacak mı?..' 'Evet, onlar da nefes alacak. Onlar nefessiz kalmasın' diyoruz. 'Hayır' diyorlar. 'Onlar nefes almasın. Onlar nefessiz kalsın.' Böyle bir yaklaşımı kabul etmek mümkün mü? Bu, eÄŸitime ideolojik bakmak deÄŸil mi?.. Bu saplantı deÄŸil mi? Bu istismar deÄŸil mi?.."Bir düzenleme hazırladık. Kanun geçmiÅŸ olsaydı, takılmamış olsaydı adaletsizlik giderilmiÅŸ olacaktı. Ancak bu olmadı. Demokratik sistem içinde bazı uygulamalar yasayla, bazı uygulamalar da yönetmelikle gerçekleÅŸtirilir. Önemli olan; hukuk mantığının, hukukiliÄŸin ön planda olmasıdır. Burada bana göre hukuk mantığı ile baÄŸdaÅŸmayan hiçbir taraf yok." ÅŸeklinde beyanda bulunduÄŸu, (Ek.83)3) 2004 yılı Haziran ayında Isparta Yalvaç Ä°lçesinde bir anaokulunun açılış töreninde konuÅŸan Milli EÄŸitim Bakanı Hüseyin Çelik’in, 2 türbanlı kızın ellerinde bulunan pankartlara atıfta bulunarak; “meslek liselerini unutmuÅŸ falan deÄŸiliz, her ÅŸeyin zamanı vardır, siz bir ÅŸey yapmak istersiniz, onun zamanı gelmediyse, onu bir süre ertelemiÅŸ olabilirsiniz, ama biz bu haksızlığın bu yanlışlığın, bu zulmün giderilmesi için bundan sonraki süreçte de gereÄŸini yapacağız, bundan emin olabilirsinizâ€� dediÄŸi, (Ek.84)4) 2005 yılında Milli EÄŸitim Bakanlığı “Din Öğretimi Genel Müdürlüğüâ€�nce din kültürü ve ahlak bilgisi dersi müfredatında deÄŸiÅŸiklik yapılarak, öğrencilere “dinsel etkinlik programıâ€� hazırlandığı, Talim Terbiye Kurulunun onayladığı programa göre; etkinlikler kapsamında ders veren öğretmenin öğrencileri camilere, mezarlıklara götürerek uygulamalı ders verebileceÄŸi,Milli EÄŸitim Bakanı Hüseyin Çelik’in, ortaöğretimde 2005-2006 eÄŸitim ve öğretim yılında uygulanacak din kültürü ve ahlak bilgisi dersi müfredatında, camide abdest, namaz ve mezarlık ziyareti gibi uygulamaları içeren etkinliklerin mecburi olmadığını belirtirken, "Müfredat hazırlanırken laiklik ilkesinden kesinlikle taviz verilmedi. Aksine laiklik ilkesini pekiÅŸtirmek esas alındı. Müfredatın içinde yer alan bir cümleden hareket ederek eleÅŸtiri yöneltildi. Müfredatlarda esas olan ana konulardır. Sonra öğrencilerin bunlardan ne kazanacağıdır. Å�erh anlamına gelebilecek bir açıklamadan, bir cümleden yola çıkarak, bütün bu dersler sanki camilerde yapılacakmış gibi, laiklik ayaklar altına alınmış gibi bir propaganda baÅŸladı. Öğrenciler camilere götürülecek, abdest alınacak... Bunlar öğretmenin ne yapabileceÄŸini anlatan bir cümledir. Bu bir mecburiyet deÄŸildir. Ama önemli olan sizin ne dediÄŸiniz deÄŸil, iletiÅŸimde karşı tarafın ne anladığıdır. Bu meseleye ben de muttali olduÄŸum zaman arkadaÅŸlarıma dedim ki 'Bunları çıkarın'. Talim ve Terbiye Kurulu da çıkardı." diye konuÅŸtuÄŸu, (Ek.85)5) 2005 yılı Kasım ayında Milli EÄŸitim Bakanı Hüseyin Çelik’in, AÄ°HM’in Leyla Å�ahin kararı ile ilgili olarak sorulan soru üzerine; “Karar, hukuki olmaktan ziyade siyasidir. Avrupa tarihinde benzeri kararlar vardır. Bu, bir çeÅŸit Dreyfus Davası’dır. GenelleÅŸtirilmesi sıkıntılar doÄŸurabilir. Ä°nsanları öteki, beriki ÅŸeklinde ayırmak tehlikelidir. Başörtüsü takanların radikal fundamantalizmin birer temsilcisi olarak görülmesini saÄŸlar. Bu da vahim bir sonuçtur… EÄŸer bu kararı genelleÅŸtirirseniz, çok ciddî sıkıntılara yol açarsınız. Çünkü daha önce de DoÄŸu ve GüneydoÄŸu’da ‘terör ortamında maÄŸdur olduÄŸunu’ beyan ederek AÄ°HM’e müracaat eden insanların durumunu da yine bu ÅŸekilde genelleÅŸtirirseniz, burada da büyük sıkıntılar çıkarırsınız… Bu karar, hukuki olmaktan ziyade siyasi bir karar mahiyetindedir… Leyla Å�ahin’in kocası kendisiyle aynı dünya görüşüne sahip olmasına raÄŸmen, kocası üniversiteye gittiÄŸinde herhangi bir engel çıkartılmayacak. Böyle deÄŸerlendirdiÄŸiniz zaman karar, kadınlara karşı ayrımcılığı teÅŸvik eden bir karardır. AÄ°HM’in Leyla Å�ahin ile ilgili verdiÄŸi kararı genelleÅŸtirirseniz, evdeki hanımların, tarlada başörtülü hanımların, bütün Müslüman başörtülü hanımların radikal fundamantalizmin birer sembolü, temsilcisi olduÄŸu gibi yoruma varırsınız. Bu da son derece vahimdir. Mahkeme, Leyla Å�ahin davasında son noktayı koymuÅŸ olabilir, ama hak, hukuk son nokta tanımaz.â€� dediÄŸi, (Ek.86)6) Milli EÄŸitim Bakanı Hüseyin Çelik’in, 2005 yılı Kasım ayında TBMM Genel Kurulu'nda yaptığı konuÅŸmada: BaÅŸbakan ErdoÄŸan'ın ''ulema'' açıklamasıyla ilgili sözlerinin ''tefsire gerek olmayacak kadar açık'' olduÄŸunu belirterek, ''Ä°nancım gereÄŸi yapıyorum diyen insanın yaptığının dinde olup olmadığını tartışmak, size düşmez'' …''Yapılan, dini inançlardan dolayı yapılıyorsa, tesettür dinin emrine göreyse buna inanır veya inanmazsınız. Niçin 5 vakit namaz …''Ä°sterseniz Ä°slam dininden deÄŸil, Hıristiyan dininden örnek vereyim'' …''Laik devletin tanımı, 'devletin icraatlarına dini esasları karıştırmayan' devlettir. Bu, Hıristiyan, ateist, Budist olur, ÅŸu veya bu din olabilir. Sihler baÅŸlarına sarık sarıyor. Kanunlar yasaklayabilir ama 'inancımız gereÄŸi takarız' demiÅŸ ve takmışlar. BaÅŸbakan'ın söylediÄŸi de bu... Öyle kabul etmek zorundasınız. Hâkim, hukuk kararlarıyla bunu yasaklayamazsınız. Türkiye Cumhuriyeti'nin, demokratik, laik, sosyal, hukuk devletinin sahibi biziz. Hiç kimsenin uyarısına ihtiyacımız yok.'' ÅŸeklinde beyanda bulunduÄŸu, (Ek.87)7) Milli EÄŸitim Bakanı Hüseyin Çelik’in, Ufuk Kitapları'ndan çıkan ve ilk baskısı Eylül 2002'de yapılan "Türkiye'de DeÄŸiÅŸim, Demokrasi ve Aydınlar" adlı kitabında: "Amerika'da Washingtoncılık, Ä°ngiltere'de Churchillcilik, Fransa'da De Gaullecülük, Hindistan'da Gandicilik ve Pakistan'da Cinnahcılık diye bir ÅŸey yoktur, ancak Türkiye'de üstelik resmi ideoloji haline getirilmiÅŸ Atatürkçülük diye bir ÅŸey vardır.â€�…â€�Atatürk bir asker ve devlet adamı idi. O, ne bir filozof ne de bir müçtehit idi. Onun altı okta topladığı prensiplerin hiçbiri kendi icadı deÄŸildi. Kaldı ki, "altı ok" artık onu kendine amblem yapmış partilerin mensuplarınca bile tartışılır olmuÅŸtur. Çizginin üstünde olan her devlet baÅŸkanının kendinden sonra bir "-cılık" bıraktığını veya birilerinin onlar adına birer icat ettiÄŸini bir an düşünelim. Bu iÅŸin sonu nereye varır? “…â€�Bütün dünyada, milli lider olarak kabul edilmiÅŸ kimselerin deÄŸil, bizimki gibi binlerce, yüz binlerce büstüne, belki onlarcasına bile rastlanmaz.â€�…â€�ÇocukluÄŸumda dümeni kırık, pusulasız, sisten yararlanarak Ä°ngiliz zırhlılarını atlatacak kadar da becerikli olan Bandırma Vapuru'nda, kaptanla baÅŸ baÅŸa soÄŸuktan titreyen bir Mustafa Kemal düşünürdüm. Çünkü bana böyle anlatılmıştı. Gemideki diÄŸer kurmay heyetinin varlığından bile söz edilmemiÅŸti.â€�…â€�Kimsenin küçümseme gibi bir küçüklüğü gösteremeyeceÄŸi, bitmiÅŸ tükenmiÅŸ bir milletin ÅŸahlanışı olan Milli Mücadele'de "Atatürk yedi düveli denize döktü" diye körpe beyinlere telkinde bulunursanız ve günün birinde iÅŸgalcilere karşı vatanperverlik örnekleri veren Å�ahin'ler, Sütçü Ä°mam'lar takdir edilmekle beraber Ä°ngilizlerin, Fransızların ve Ä°talyanların hiç de öyle ordularla, silah zoruyla çıkarılmadıkları öğrenildiÄŸi zaman, tarih kitaplarında anlatılan Milli Mücadele ÅŸaibe altına girmez mi? “…â€�Atatürk'ü her türlü beÅŸerüstü vasıftan arındırarak anlamak ve anlatmak zorundayız. Onu sevapları ve günahlarıyla, her türlü art niyet ve karalamanın dışında ele almak aklın gereÄŸidir.â€�…â€�Atatürkçü Düşünce DerneÄŸi Kadıköy Å�ubesi, Cumhuriyet Bayramı (2000) dolayısıyla 24 saat kesintisiz Nutuk okuttu. Sabah gazetesi yazarı Can Ataklı, Topkapı Sarayı Mukaddes Emanetler Dairesi'nde Yavuz Sultan Selim 'den beri kesintisiz Kuranıkerim okunmasına bir çeÅŸit nazire olarak yapılan bu faaliyeti kınayan yazılar yazdı. Ataklı haklı olarak, "Nutuk Kuran deÄŸil, Atatürkçülük de din deÄŸildir" dedi.â€�…â€�Atatürk büstlerinin önünde esas duruÅŸa geçip saygı duruÅŸunda bulunurken, özel defterlere yazdığımız yazılarda neredeyse onun ruhaniyetinden istimdat ederken bizim yaptığımızın adı nedir Allah aÅŸkına? Halk ne yaparsa cehaletinin gereÄŸidir, ama biz ne yaparsak ayn-ı hikmettir, öyle mi?â€�…â€�Dünyanın hiçbir yerinde ülkesini kurtarmış bir liderin öldükten sonra kanunla korumaya muhtaç hale getirildiÄŸi görülmemiÅŸtir.â€�…â€�Hele son yıllarda Atatürkçülük askeri darbelerin ilham kaynağı ve ideolojisi olunca büsbütün fikri ve kültürel zeminden uzaklaşıp dogmatik ve ideolojik bir mecraya sürüklenmiÅŸtir. Hatta Türkiye'nin itilmek istendiÄŸi laik-antilaik kamplaÅŸmasında muharrik güç olarak Atatürkçülüğün kullanılması tesadüfi deÄŸildir. Türkiye'de iyi saatte olsunları çağırmayı düşünen insanların her defasında Atatürkçülüğü çıkış noktası yapmaları da düşündürücüdür.â€�…â€�Atatürk'ü sevmek için geçmiÅŸi ayaklar altına almak zorunda olmadığımız gibi bu ülkede yaÅŸayan herkesi ille de Atatürk'ü sevmek zorunda bırakmak gibi bir mecburiyetimiz de yoktur. Zorladığımız zaman o insanları takiyyeci ve ikiyüzlü yaparız. Tahran'da lokantasına kocaman bir Humeyni posteri asan Azeri Türkü'ne "Bunu buraya asmanız mecburi midir, siz Humeyni'yi sevdiÄŸiniz için mi astınız" sorusunu sorduÄŸumda, saÄŸa sola bakıp kimsenin duymadığından emin olduktan sonra hafif bir sesle: "AÄŸa! Mecburi deÄŸil, men Humeyni'yi hiç sevmirem, ama bizim menfeetimiz için eyi olar" cevabını verdi.â€�…â€�1990'lı yıllardan itibaren komünizm korkunç olmaktan çıktı. Korku mönümüze yeni bir ÅŸey ilave edildi: Ä°slami fundamentalizm. Bunun bizdeki adı, 200 yıldan beri "irtica" idi. Bu sefer irticadan, sarıktan, sakaldan, cüppeden, takkeden, başörtüsünden korkmaya baÅŸladık.â€�…â€�Genç kızlarımızın sadece baÅŸlarını kapattıkları için eÄŸitim haklarından mahrum edilmeleriyse kendi başına bir dramdır…â€� görüşlerini savunduÄŸu, (Ek.88)8) CHP Milletvekili Ahmet ERSÄ°N’in soru önergesine karşı Milli EÄŸitim Bakanı Hüseyin ÇELÄ°K’in öğrencilerinin çoÄŸunluÄŸunun türbanlı olduÄŸu öne sürülen Özel Å�efkat Kolejinde yönetmeliÄŸe aykırı bir durum olmadığını açıkladığı, TÃœBÄ°TAK’ın ödül töreninde Milli EÄŸitim Bakanlığı müsteÅŸar yardımcısının bu okulun türbanlı öğrencisine ödül vermesi hakkında ise; “Öğrencilerin kılık kıyafetlerine iliÅŸkin yönetmeliÄŸin okul içindeki düzenlemeye yönelik olduÄŸu, adı geçen öğrencinin diÄŸer öğrencilerden ayrı olarak sonradan salona geldiÄŸi ve adı okununca geldiÄŸi, günlük kıyafetiyle gayrı ihtiyari sahneye çıktığı dikkate alındığında bakanlığımız ilgililerinin öğrencinin başı kapalı olarak ödülünü alması hususunda kusurlu olmadıklarıâ€� ÅŸeklinde konuÅŸtuÄŸu, ( Ek.166 )9) Milli EÄŸitim Bakanı Hüseyin ÇELÄ°K’in YÖK Yasasının Ek 17. maddesinde deÄŸiÅŸiklik yapılmadığı gerekçesiyle türbanlı öğrencileri üniversitelere almayan ve Ankara’da bir toplantı yaparak YÖK BaÅŸkanını istifaya davet eden ÃœAK üyelerini eleÅŸtirerek “YÖK Kanunu, Ãœniversitelerarası Kurulun görevlerini belirliyor. Bunlar arasında yasa koyma ve kaldırma yoktur. Kurul siyaset yapamaz. Rektör adı altında kurul adı altında, Türk milletinin iradesine karşı durmak gibi bir görevi kimse kurula vermemiÅŸtir.“ (…) “Hukuk devletinde anayasa hükmü deÄŸiÅŸse, yürürlüğe girse bile, özgürlükleri sınırlandırıcı bir ÅŸey olmamasına raÄŸmen, ‘Ben üniversiteme almam’ sözünü dillendirmek kimsenin hakkı olamaz. Ãœniversite rektörlerin, yöneticilerin malı deÄŸildir. Pozisyonu ne olursa olsun, hukuk devletinde herkes haddini bilmek zorundaâ€� dediÄŸi,YÖK BaÅŸkanı Yusuf Ziya ÖZCAN’ın yasal deÄŸiÅŸiklik yapılmadan üniversitelerde türbanın serbest bırakılmasına iliÅŸkin genelgesi ve sonrasında rektörleri baskılayan açıklaması karşısında hakkında görevi kötüye kullanmak ve benzeri suçlardan suç duyurularında bulunulduÄŸunun basında yer alması üzerine basına demeç veren Milli EÄŸitim Bakanı Hüseyin ÇELÄ°K’in, “SoruÅŸturma açmaya yetkim var. Ama ben YÖK BaÅŸkanı’nın söylediklerinin suç teÅŸkil ettiÄŸini düşünmüyorum. SoruÅŸturmaya izin vermeyeceÄŸim.“ diye açıklamada bulunduÄŸu, (Ek.174)Anlaşılmıştır.e- DiÄŸer Milletvekillerinin LaikliÄŸe Aykırı Eylem ve Demeçleri.1) BaÅŸbakanlık eski MüsteÅŸarı ve halen AKP Milletvekili Ömer Dinçer'in, 19-21 Mayıs 1995 tarihinde Sivas'ta yapılan bir konferansta yaptığı ve “Bilgi ve Hikmetâ€� dergisinin Güz 1995 Tarihli -12. sayısında yayınlanan “21. Yüzyıla Girerken Dünya ve Türkiye Gündeminde Ä°slamâ€� konulu konuÅŸmasındaki "…Türkiye’de Cumhuriyet ilkesinin yerini katılımcı bir yönetime devretmesi gerektiÄŸi ve nihayet laiklik ilkesinin yerinin Ä°slam’la bütünleÅŸmesinin gerekli olduÄŸu kanaatini taşıyorum… " ifadeleri kamuoyunda yoÄŸun tepkilere sebebiyet verdiÄŸi,Ömer Dinçer’in 24.12.2003 günü yaptığı yazılı açıklamada: bu konuÅŸmasına sahip çıkıp, yazının bir bütün olarak okunup deÄŸerlendirildiÄŸinde, söz konusu konuÅŸmanın o dönemde tartışılan konuları analiz eden bilimsel bir sempozyum bildirisi olduÄŸunun görüleceÄŸini belirterek,“Yaklaşık dokuz yıl önce halka açık bir sempozyumda bildiri olarak sunulmuÅŸ ve daha sonra bilimsel bir dergide kısmen kısaltılarak makale olarak yayımlanmış bir çalışmanın “takiyye belgesiâ€� türünden yakışıksız sıfatlarla ve baÄŸlamından kopartılıp, çarpıtılmış cümlelerle bir ‘niyet sorgulama aracı’na dönüştürülmesi üzücüdürâ€� diye söylediÄŸi,Ömer Dinçer’in makalesi hakkında yapılan eleÅŸtirilerde kiÅŸilik haklarına saldırıda bulunulduÄŸundan bahisle açtığı ve yerel mahkemece kabul edilen manevi tazminat istemine iliÅŸkin dava, temyizen yapılan inceleme üzerine Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 13.3.2006 gün ve 2005/73718 Esas, 2006/92575 sayılı hükmüyle bozulduÄŸu,Bozma Kararında özetle; “…Davacı 1995 yılında bir sempozyumda yaptığı konuÅŸmasında Cumhuriyet ve laiklik ilkelerinin yerini Ä°slam’la bütünleÅŸmeye terk etmesi gerektiÄŸini ileri sürmüştür. Davacının, ileri sürdüğü bu görüşleri Türkiye Cumhuriyeti anayasasında yer alan deÄŸiÅŸtirilemez ve deÄŸiÅŸtirilmesi dahi teklif edilemez nitelikteki hükümler ile baÄŸdaÅŸmamaktadır. Davalı da dava konusu konuÅŸmasında davacının bu fikirlerini eleÅŸtirmiÅŸ ve davacının Å�eyhülÄ°slam gibi fetvalar verdiÄŸini ileri sürmüştür. Davacı Anayasa ile baÄŸdaÅŸmayan görüşler savunduÄŸuna göre eleÅŸtirilere de katlanmak durumundadır. Davalının davacı ile ilgili olarak söylediÄŸi sözler bu açıdan deÄŸerlendirildiÄŸinde eleÅŸtiri kapsamında kalmakta olup düşünce açıklaması niteliÄŸindedir. Bu nedenle hukuka aykırılıktan söz edilemez.â€� denildiÄŸi, (Ek.89)2) 2007 yılı Ocak ayında EskiÅŸehir ilinde imam hatip liseleri arasında yapılan “Hafızlık, Kuran-ı Kerim’i Güzel Okuma ve Ezan Okumaâ€� etkinliÄŸine katılan EskiÅŸehir Milletvekili Fahri Keskin’in, imam hatip mezunlarının valilik, kaymakamlık gibi görevlere gelmesi ile yolsuzlukların önünün kesileceÄŸini, imam hatiple ilgili verdikleri sözleri unutmadıklarını, yeri ve zamanı geldiÄŸinde yerine getireceklerini, bir takım mecburiyetlerden dolayı geciktiklerini, bu okullara karşı olanların Ä°slamdan ve milli duygulardan uzaklaÅŸtırılmış bir nesil elde etmek amacıyla mücadele verdiklerini, inÅŸallah bu milletin sahiplerinin onlara pabuç bırakmayacağını söylediÄŸi, (Ek.90)3) Ä°stanbul Milletvekili ve TBMM Anayasa Komisyonu BaÅŸkanı Burhan Kuzu, Ä°stanbul Milletvekili Hüseyin Kansu, Eyüp Ä°lçe BaÅŸkanı Mehmet Er, Ãœsküdar Belediye BaÅŸkan Yardımcısı Nemci Aköz’ün katıldığı Ä°mam Hatip Liseleri Mezunları ve Mensupları DerneÄŸi (ÖNDER) tarafından 30.5.2003 tarihinde Ãœmraniye Haldun AlagaÅŸ Spor Kompleksi’nde düzenlenen “İyi ki Varızâ€� konulu toplantıda bir konuÅŸma yapan Burhan Kuzu’nun, “İmam hatip mezunlarına üniversite ve polis okullarına giriÅŸte zulüm yapıldığını, Anayasa’da fırsat eÅŸitliÄŸi var. Ãœniversite sınavlarında Ä°mam hatiplilere yapılan haksızlığı kaldıracağız. Bu okullardan mezun olanların polis okullarına alınması saÄŸlanacakâ€� dediÄŸi, (Ek.91)4) AKP Ordu Milletvekili ve Grup BaÅŸkan Vekili Eyüp Fatsa’nın, Ordu Ä°slami Ä°limler Hizmet Vakfı tarafından 2003 yılı Temmuz ayında düzenlenen “Ordu Ä°mam Hatip Lisesi Mezunları ve Mensuplarının Anı Tazeleme YemeÄŸiâ€�nde yaptığı konuÅŸmada; "Ben de imam hatip lisesi mezunuyum. BaÅŸbakan Sayın Recep Tayyip ErdoÄŸan da imam hatip mezunu. Onların çektiÄŸi sıkıntıların ne olduÄŸunu iyi biliyorum. Çok badireler atlattık. Önümüze birçok engeller konuldu. Ãœniversitede okumamız engellenmek istendi. Yüksek puanlar aldık, ancak farklı puan sistemleriyle önümüz kesilmeye çalışıldı. Ancak bunları da aÅŸtık. Å�imdi çıkaracağımız yeni YÖK Yasası'yla bu durumlar yaÅŸanmayacak. Bu haksızlıklar ortadan kalkacak. Okullar arası farklı puan uygulamaları kaldırılmak suretiyle, okuması istenmeyen, ilminden irfanından endiÅŸe edilen imam hatiplilerin yolu bu kez açılacak." …Artık imam hatipli olmanın mutluluÄŸunu hep birlikte doyasıya yaÅŸacağız. Ä°mam hatipli olmak bir ayrıcalıktır" ÅŸeklinde beyanda bulunduÄŸu, (Ek.92)5) Adalet ve Kalkınma Partisi Mardin Milletvekili Nihat Eri’nin TBMM DışiÅŸleri Komisyonu toplantısında 2003 yılı Aralık ayında yaptığı konuÅŸmada din eÄŸitiminin yeterince verilmemesinden yakınarak “Böyle olunca da gençler illegal örgütlerin eline düşüyor. Tehvid-i Tedrisat Kanunu getirildi tekkeler kaldırıldı, ama tekkelerde verilen bilgi, mevcut düzenleme ile verilemiyor. Bu yüzden insanlar yanlış yerlere, hatta örgütlere yöneliyorlar,â€� dediÄŸi,Bu sözler komisyonun bazı üyeleri tarafından tepki ile karşılaşınca, Adalet ve Kalkınma Partisi Ankara Milletvekili Eyüp Sanay’ın “…Bizi tekkeleri istiyormuÅŸ gibi zannetmeyin.(…) Bu Türkiye’nin bir gerçeÄŸidir. Bir Vak’adır. göz ardı edilemez. Medreseler, tekkeler kapatıldı ama yasak olmasına raÄŸmen bunların verdiÄŸi eÄŸitimler bir ÅŸekilde veriliyor. â€� diye konuÅŸtuÄŸu, (Ek.93)6) Ä°mam Hatip Liselerinde türban takılmasının yasaklanmasına iliÅŸkin YönetmeliÄŸin uygulanmasına tepki gösteren Antalya Anadolu Ä°mam Hatip Lisesi öğrencileri 10.12.2003 günü sınıflara türban ile girmek istemelerinin okul idaresi tarafından engellenmesi üzerine yolun trafiÄŸe kapatılarak araçları yumruklanması, okulun tabelasına türban asılması ÅŸeklindeki eylemler üzerine;Adalet ve Kalkınma Partisi milletvekillerinden;Grup BaÅŸkanvekili Eyüp Fatsa’nın; “Bu sorun çözülmeli. Ä°ÅŸe ideoloji katılmamalı. Ancak ÅŸartları zorlamamak gerekir. Türkiye bu sorunu aÅŸamadığı için hep ayağına baÄŸlanıyor. Bu iÅŸ sokakta deÄŸil, ancak uzlaÅŸmayla çözülebilir.â€� dediÄŸi,Milli EÄŸitim Komisyonu BaÅŸkanı Tayyar Altıkulaç’ın; “Hiçbir eylemi desteklemem. Haklılar, ama sokak çözüm deÄŸil. Ancak öğrencilerin bireysel tercihlerinin engellenmesiyle yaÅŸadıkları ruh bunalımını görmezden gelemeyiz. Konu, bir parti ve iktidarın her zaman tartışmaya açık tercihine ve yaklaşımına bırakılmamalı. Farklı tercihlerimize saygı göstererek birlikte yaÅŸamanın çözümünü bulmalıyız. Adalet ve Kalkınma Partisi iktidara gelince, 'Bu konuyu Adalet ve Kalkınma Partisi çözer, kadroları bu konuda samimi' inanışıyla eylemler durmuÅŸtu. Ancak Adalet ve Kalkınma Partisi kadrolarının konuyu ele almamış olması sabırlarını taşırdı.â€� diye söylediÄŸi, (Ek.94)7) AÄ°HM'nin verdiÄŸi Leyla Å�ahin kararıyla ilgili olarak;AKP Milletvekili ve Milli EÄŸitim Komisyonu BaÅŸkanı Tayyar Altıkulaç’ın, türban sorununun AÄ°HM kararından sonra yargı yoluyla çözülmesinin mümkün olmadığını belirterek, “Artık top yasamada. Anayasa deÄŸiÅŸikliÄŸinden baÅŸka çare kalmadı. AÄ°HM kararı, yasağı onaylayan ve genelleyen bir karar deÄŸil. Başörtülülere diyor ki, ‘gidin kendi yöneticilerinizle bu sorunu çözün’. Bu kararla birlikte anlaşılmıştır ki, yargı yoluyla bu yasağı kaldırmak mümkün deÄŸil. Bu yasak yasağı koyanların ikna edilmesiyle kaldırılabilir. Ä°ÅŸ yine toplumsal mutabakat ve yasakçıların kafasının deÄŸiÅŸmesine geliyor. Çünkü, AÄ°HM bu kararı ile ‘bu yasak bizim hukukumuzu baÄŸlamaz’ demek istiyor. Bu karar türban yasağının insan hakkı ihlali olduÄŸu teziyle çeliÅŸse de, o tezi çürütmüyor. Bize ‘aksini yapamazsınız’ demiyor. Tam tersi bu yasağı kaldıracak bir karar da alabilirsiniz, bu beni ilgilendirmez’ diyor. Aksi ise yasal düzenleme ile bunu çözüme kavuÅŸturmaktır. Bunun yolu da Anayasa deÄŸiÅŸikliÄŸidir…Anayasa Mahkemesi kendisini Yasama Organının yerine koyarak bu kararı almıştır. Anayasa Mahkemesi’nin yapısını deÄŸiÅŸtirmek gerekiyor.â€�,Adalet ve Kalkınma Partisi Erzurum Milletvekili Ömer Özyılmaz’ın; türban yasağının bu karardan sonra, Anayasa ve YÖK yasalarında yapılacak deÄŸiÅŸiklikle kaldırılabileceÄŸini belirterek; “sorun kurumların birbirlerine güvensizliÄŸinde yatıyor. Ama CumhurbaÅŸkanımızı ikna etmek mümkün deÄŸil. Bu açıdan Anayasa deÄŸiÅŸikliÄŸiyle çözülebilecek bu sorun için Köşk seçimlerini beklemek en uygunu. Anayasa deÄŸiÅŸikliÄŸi için ancak o noktadan sonra adım atılabilir.â€�Å�eklinde beyanatlar verdikleri,AKP Milletvekili ve Grup BaÅŸkan Vekili Sadullah Ergin’in ise :-“Evrensel insan hakları, kurumların ya da mahkemelerin "var" demesiyle var olan, "yok" demesiyle yok olan haklar deÄŸildir. Bunlar doÄŸuÅŸtan, insan olmamızdan dolayı taşıdığımız haklardır. İçtihatlar ve kararlar zamanla deÄŸiÅŸir ama evrensel haklar ilanihaye devam edecektir. Mahkeme, Å�ahin lehine karar verse duracağımız zemin yine aynıydı.â€� ,-Söz konusu kararın AÄ°HM'nin evrensel insan hakları noktasında gösterdiÄŸi titiz tavrına gölge düşürdüğünü, türbanın evrensel bir insan hakkı olduÄŸunu ileri sürerek; ''Ä°nanma, inandığını kiÅŸisel hayatında tatbik etme bir haktır'' ''YÖK'ün almış olduÄŸu yasaklama kararını kendi içinde tutarlı bulmuÅŸtur. Bu durumda YÖK'ün bu yasağı uygulamaması durumu insan haklarına aykırı olmayacaktır. Orada ince bir çizgi var. Türkiye'de azınlıkların hakları konusunda kılı kırk yaran AÄ°HM'nin, çoÄŸunluÄŸun inancı gereÄŸi yaÅŸaması konusunda verdiÄŸi kararla derin bir çeliÅŸki içine düşmüştür.'' ,-Başörtüsünün kamusal alanda yasaklanmasının, temel bir hak ve özgürlüğün ihlali olarak yorumlandığını, özellikle üniversitelerde başı örtülü kız öğrencilerin derslere alınmamasının uzun zamandır protestolara neden olduÄŸunu kaydederek, ''Türban, kabul edin ya da etmeyin Türkiye'de bir realitedir. Ä°dareler de halklarına kapalı olamazlar. Var demekle var olmaz, yok demekle yok olmaz'' ,biçiminde beyanlarda bulunduÄŸu, (Ek.95)8) AKP Diyarbakır Milletvekili Cavit Torun’un, TBMM’nin 19.6.2003 tarihli 96. birleÅŸiminde ÅŸahsı adına yaptığı konuÅŸmada; “Bu ülkede azınlıkların deÄŸil, çoÄŸunlukların bile inanç, düşünce ve fikir özgürlüğünün bulunmadığı bir vakıadır. Bu yönde ileri sürülen aksi fikirler, mızrağın çuvala sığdırılmasına yetmemektedir. Hala binlerce kız öğrenci inançları sebebiyle özgürce okullarına gidememekte, maÄŸduriyet ve mahzuniyet, sabır taÅŸlarını çatlatacak duruma gelmiÅŸ bulunmaktadır. Yine bu ülkede, ilköğretim okullarını bitirmemiÅŸ olan çocuklarımız, inançlarının kitabını serbestçe, gidip okuma imkânını bulamıyorlar. â€� dediÄŸi, (Ek.96)9) Ankara Ãœniversitesi Senatosu’nun Kuran kurslarıyla ilgili olarak; “Yasadışı gerçekleÅŸtirilen Kuran kurslarına zemin hazırlanarak gizli din okullarına yol açılmasının, türbanın serbest bırakılmasının istenmesinin, öğretimde dinsel pratiklere ağırlık verilmesinin laiklikten uzaklaşıldığının göstergesidir… Laiklik, siyasal iktidarın derinden ve kararlı uygulamaları ile hızla aşındırılmaya çalışılmaktadırâ€� deÄŸerlendirmesinde bulunması, Rektör Prof. Dr. Nusret Aras'ın, TCK.nun izinsiz eÄŸitim kurumlarıyla ilgili olarak 263. maddesinde yapılan deÄŸiÅŸiklik hakkında milletvekillerine "laiklik aşındırılmaya çalışılıyor" ÅŸeklinde yazı göndermesi üzerine; Adalet ve Kalkınma Partisi milletvekillerinin konuya sert tepki gösterdikleri,Bunlardan Adalet ve Kalkınma Partisi Diyarbakır Milletvekili Cavit Torun’un; "Halktan ve onun isteklerinden tamamen kopuk, hiçbir gerçekle ilgili olmayan, laiklik dinciliÄŸi adına ahkam kesen ve inanca davet eden, milletin gerçek temsilcilerinin halk yararına çalışmalarını ve bu alanda büyük baÅŸarılar elde etmelerini çekemeyen, haset, kıskançlık, kin dolu paçavrayı aynen iade ediyorum. Bunun; aziz milletimize, onun ÅŸanlı tarihine ve mukaddes geleceÄŸine en önemli görev ve katkı olacağı inancımı belirtiyor, Yüce Allah'ın bu Aziz Milleti, sizin gibilerin umuduna ve düşüncelerine bırakmamasını diliyorum." ÅŸeklinde kaleme aldığı bir yanıtla yazıyı üniversiteye iade ettiÄŸi, (Ek.97)10) Adalet ve Kalkınma Partisi Trabzon Milletvekili Asım Aykan’ın, 2003 yılı Aralık ayında Türk Standartları Enstitüsü'nden (TSE) türbanın tanımı ve boyutlarıyla bir standart belirlenmesini istediÄŸi, TSE’nün baÅŸvuru üzerine Dünyada kriteri olmayan bir standardı üretemeyeceklerini belirttiÄŸi, (Ek.98)11) Adalet ve Kalkınma Partisi Milletvekili Asım Aykan’ın, 2005 yılı Kasım ayında kendisine ait internet sitesinde de bulunan açıklamasında: “Tarihin her döneminde yönetenlerin en önemli görevi yönettikleri insanların; mal, can, akıl, nesil, inanç, ibadet, fikir seyahat ve ticaret emniyetlerini saÄŸlamaktır. Mümin kadınların Allah’ın emri istikametinde baÅŸlarını örtmeleri imanlarının gereÄŸidir. Ä°darenin görevi bunu yasaklamak deÄŸil, teminat altına almaktır. AÄ°HM (Avrupa Ä°nsan Hakları Mahkemesi) kararını verirken Kur’anı incelemiÅŸ, erbabından görüş istemiÅŸ midir? Çok merak ediyorum. Allah’ın emrine yerine getiren insanların bu hakkı elinden hangi sebeple olursa olsun alınırken, HANGÄ° Ä°NSAN HAKKINDAN bahsedilebilir? AÄ°HM kararı sonrası mahkemeyi otorite olarak ilân edenler, aynı mahkemenin terörist başı Öcalan için aldığı kararı nasıl yorumlayacaklardır? Leyla Å�AHÄ°N Hanım kızımız iyi niyetli olarak olayı AÄ°HM ne taşımıştır. Ancak bir Müslüman için mecburiyet olan örtü konusunda, ayni hassasiyeti dinlerinde taşımayan Hıristiyanların insaflı karar vermesini beklemek çokta gerçekçi sayılamaz. Ä°slâm, kültürümüzün temel dinamiÄŸidir. Başörtüsü de Ä°slâm’ın emridir. Sorunda ülkemizin sorunudur. Çözüm getirme görevi de bizimdir. Görevimizin de farkındayız. Problem zamanla gündemden çıkacaktır. Kamuoyuna saygı ile duyurulur.â€� dediÄŸi, (Ek.99)12) Anayasa Mahkemesi BaÅŸkanı Mustafa Bumin, Anayasa Mahkemesi'nin 43. kuruluÅŸ yıldönümü töreninde "Laiklik ilkesinin Türkiye için önemi" konusunda:“…İlk kez 25 Nisan 2001 günü yaptığım Anayasa Mahkemesi’nin 39. KuruluÅŸ Yıldönümü konuÅŸmasında, laiklik ilkesinin Türkiye Cumhuriyeti için taşıdığı öneme, baÅŸta Türkiye Cumhuriyeti Anayasası olmak üzere bu konuyu düzenleyen kimi uluslararası normlardan da söz ederek deÄŸinmiÅŸ, Avrupa Ä°nsan Hakları Mahkemesi, Anayasa Mahkemesi, Danıştay 8. Daire ve Ä°dari Dava Daireleri Genel Kurulu kararlarında türbanın inanç gereÄŸi takılan giysi olmadığı, bir nevi simge olarak kullanıldığı, resmi daire ve üniversitelerde başörtüsü serbestisi tanımanın bir tür yönlendirme ve bir anlamda zorlama olduÄŸu biçiminde gerekçelere yer verildiÄŸini belirtmiÅŸtim.Bu konuÅŸmanın yapıldığı günden bugüne kadar geçen (4) yılda konu güncelliÄŸini yitirmemiÅŸ, aksine giderek artan biçimde gündemde tutulmak istenilmiÅŸtir. Ancak, bu (4) yıllık süre içinde Anayasa Mahkemesi ile Avrupa Ä°nsan Hakları Mahkemesi’nin verdiÄŸi kararlar konuya daha da netlik kazandırmıştır.Anayasa’nın 176. maddesi uyarınca Anayasa metni içinde yer alan “BaÅŸlangıçâ€� kısmında; laiklik ilkesinin gereÄŸi olarak, kutsal din duygularının devlet iÅŸlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılamayacağı vurgulandıktan sonra, Anayasa’nın 2., 4., 10., 14., 15. ve 24. maddelerinde de bu konuda özel düzenlemeler getirilmiÅŸtir.Din ve vicdan özgürlüğü konusunda evrensel anlayışı yansıtan kurallara Ä°nsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 18., Ä°nsan Hakları Avrupa SözleÅŸmesi’nin 9., KiÅŸisel ve Siyasal Haklar Uluslararası SözleÅŸmesi’nin 18., Din ve Ä°nanca Dayalı Her Türlü HoÅŸgörüsüzlük ve Ayırımcılığın Kaldırılması Bildirisi’nin 1. maddelerinde de yer verilmiÅŸtir.Türkiye’de din ve din duyguları ile dince kutsal sayılan ÅŸeylerin istismar edilerek oya çevrilmesi batı ülkelerine göre çok daha kolay ve olaÄŸan olduÄŸundan, geçmiÅŸte bu yola baÅŸvuran partiler laiklik karşıtı bu eylemleri nedeniyle Anayasa Mahkemesi’nce kapatılmış bu karara karşı Avrupa Ä°nsan Hakları Mahkemesi’ne yaptıkları baÅŸvurular da reddedilmiÅŸtir.Ãœlkemizde zaman zaman kimi parti yetkilileri, bayanların inançları gereÄŸi türban takabilecekleri, bu tür bir giysi ile yükseköğretim kurumlarına devama engel olunmasının; Anayasa ile tanınan temel haklardan olan “eÄŸitim ve öğrenim hakkıâ€� ile “inanç özgürlüğüâ€�ne müdahale olduÄŸu yolunda savlar ileri sürmüşlerdir.Oysa bu konuda Danıştay, Anayasa Mahkemesi ve Avrupa Ä°nsan Hakları Mahkemesi’nce verilmiÅŸ pek çok kararlar vardır ve yargının deÄŸerlendirmesine göre, dinsel nedenlerle türbanla boyun ve saçların örtülmesine resmi daire ve üniversitelerde serbestlik tanınması, bir tür yönlendirme ve bir anlamda zorlama olup; kiÅŸileri ÅŸu ya da bu biçimde giyindirip baÅŸlarını örtmeye zorlamak, dinsel inanç ve görüşler nedeniyle gençler arasında çatışmalara neden olacak ortamın yaratılmasını saÄŸlayacak, hatta aynı dinden olanlar arasında bile ayrılıklar yaratacağından, bu davranış biçimi laiklik ilkesine aykırı düşecektir.Anayasa Mahkemesi ve Avrupa Ä°nsan Hakları Mahkemesi’nin başörtüsüne iliÅŸkin istikrar bulmuÅŸ kararları varken, kimi yazılı ve görsel yayın organlarınca bu konunun gündemde tutulmaya çalışılması, kimi siyasal partiler yetkililerince de, yasal düzenlemeler yapılarak, türbanla öğrenim yapma olanağının tanınacağı yolunda beyanlarda bulunulması, bu konudaki yargı içtihatlarını bilmemekten kaynaklanmıyorsa, din duygularını kullanarak siyasi avantaj saÄŸlamaya yöneliktir.Anayasa’daki laik düzenlemeler kaldığı sürece, türbanlı kızların yükseköğretim kurumlarına öğrenci sıfatıyla, öğrenimlerinden sonra da resmi dairelere kamu görevlisi olarak girmelerini saÄŸlayacak tüm yasal düzenlemeler Anayasa’ya aykırı olacaktır. Hatta bu konuda Anayasa’ya kural konulsa bile bu kez, Anayasa’nın bu yeni kuralı Avrupa Ä°nsan Hakları SözleÅŸmesi’ne uygun olmayacaktır.Öte yandan, Anayasa Mahkemesi’nin, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’na eklenen “EK MADDE 17â€�de yer alan; “yürürlükteki kanunlara aykırı olmamak kaydı ile; yükseköğretim kurumlarında kılık ve kıyafet serbesttir.â€� kuralının iptali istemiyle açılan davada, 2.4.1991 günlü, Esas: 1990/36; Karar: 1991/8 sayılı kararla baÅŸvurunun reddine karar verdiÄŸinden söz edilerek, yükseköğretim kurumlarında türban takılmasını saÄŸlayacak yasal düzenleme yapılabileceÄŸini söylemek, ya anılan kararın gerekçelerini bilmemek veya gerekçe gözardı edilerek sadece sonuç bölümüne bakıp deÄŸerlendirme yapmaktır. BilindiÄŸi gibi, Mahkeme kararları gerekçeleri ile bir bütün teÅŸkil eder, idareyi ve yasamayı baÄŸlar. BaÅŸka bir söylemle, kararların sonuç bölümüne anlam kazandıran kararların gerekçeleridir.Söz konusu kararın gerekçesine bakıldığında, hiçbir duraksamaya yer kalmayacak biçimde yükseköğretim kurumlarında türban takılmasına olur veren açıklama bulunmadığı görülecektir. Aksine, bu konudaki açıklamalar yapıldıktan sonra ilgili bölümün sonunda; “...sonuç olarak, ister dini inanç gereÄŸi olsun, isterse baÅŸka nedenlerle olsun, yükseköğretim kurumlarındaki kılık-kıyafetin çaÄŸdaÅŸ duruma ters düşmemesi gerekir.â€� denilmektedir.Açıklanan nedenlerle, bu kararın sonuç bölümünde “baÅŸvurunun reddineâ€� denildiÄŸinden hareketle, yasal düzenleme yapılarak türbanlı kız öğrencilerin yükseköğretim kurumlarına devamının saÄŸlanabileceÄŸi söylenemez. Bu konuda yapılacak yasal düzenlemenin, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’na eklenen Ek Madde 16’nın iptaline iliÅŸkin 7.3.1989 günlü, Esas: 1989/1; Karar: 1989/12, Refah Partisi’nin temelli kapatılmasına iliÅŸkin 16.1.1998 günlü, Esas: 1997/1; Karar: 1998/1, Fazilet Partisi’nin temelli kapatılmasına iliÅŸkin 22.6.2001 günlü, Esas: 1999/2; Karar: 2001/2 sayılı kararlarla Refah Partisi’nin kapatılmasına iliÅŸkin Anayasa Mahkemesi kararına yapılan itiraz sonucu Avrupa Ä°nsan Hakları Mahkemesi 3.Dairesince verilen 31.7.2001 günlü ve 41.340/98 sayılı, bu karara yapılan itirazın reddine iliÅŸkin 31.02.2003 günlü ve aynı sayılı Büyük Daire kararlarına aykırı olacağı kuÅŸkusuzdur. ...â€� ÅŸeklindeki sözlerine karşı:Adalet ve Kalkınma Partisi Grup BaÅŸkanvekili Ä°rfan Gündüz’ün, Anayasa Mahkemesi BaÅŸkanı Mustafa Bumin'in "Önüne konulan metni daha önce okumadan hazırlıksız yakalandığını" iddia ederek; "GeleceÄŸe ambargo koyan bir hukuk sistemi olmaz. Toplumda bu konuda mutabakat var. Türban konusunda Anayasa Mahkemesi fetva veren bir kurum mudur?" dediÄŸi,Adalet ve Kalkınma Partisi Yozgat Milletvekili Mehmet Çiçek’in, vekil imam ve hatiplere kadro olanağı saÄŸlayan tasarının TBMM Genel Kurulu'nda görüşülmesi sırasında, 27.4.2005 günlü 90. BileÅŸimin 4. oturumunda Adalet ve Kalkınma Partisi grubu adına söz alarak; "Sayın Anayasa Mahkemesi BaÅŸkanımız Mustafa Bumin, geçmiÅŸten ibret almamışa benziyor; geçmiÅŸte, bu metodu kullanarak, durup dururken, bu konuyu gündeme getiren, taşıyan ve emekli olanlar, belli bir süre sonra, 'kullanıldık ve bir yerlere atıldık' diye hala bağırmaya devam ediyorlar"…Dini, ahlaki ve kültürel deÄŸerlerimiz, toplum önünde, sorumsuz ve liyakatsiz kiÅŸiler tarafından, hala tartışılmaya devam ediyor. “Ülkemizde, hiçbir kimsenin, Anayasanın ona verdiÄŸi yetki ve görevin dışında misyon yüklenerek ortaya çıkması düşünülemez. Ne gariptir ki, Türkiye'de gündem oluÅŸturmak istendiÄŸinde ilk ele alınmak istenen konu, din ve dinî deÄŸerlerimizdir; günah keçisi yapılmak istenen kurum ve kuruluÅŸ ise, Diyanet TeÅŸkilatı ve onun müntesipleridir. Başörtüsü, imam-hatip lisesi, cami, Kur'an kursu gibi konular, zamanlı zamansız, yeterli yetersiz kiÅŸiler ve kuruluÅŸlarca, hiç gereÄŸi yokken dile getirilmekte ve tartışmaya açılmaktadır. Bu tartışma, hem Yüce dinimize hem Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanlığı TeÅŸkilatımıza zarar veriyor demiÅŸtik. Bu baÄŸlamda, Anayasamız, diÄŸer kurumların yetkilerini belirlediÄŸi gibi, Anayasa Mahkemesinin de görevlerini, yetkilerini belirlemiÅŸ ve sınırlamıştır. Hiç kimse ve hiçbir kurum, ülkemiz insanını Allah ile kanun arasına sıkıştırmamalıdır. Ä°nsanlarımız, bir tarafta Allah'a ibadet maksadıyla uygulamalarda bulunmak isterken önüne farklı engeller konulmamalıdır. Bugünlerde durup dururken baÅŸlatılan türban tartışmasının çözümüne muhatap, kesinlikle Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanlığı Din Ä°ÅŸleri Yüksek Kuruludur. Anayasa Mahkemesinin içtihatları neyse, dinî konularda anayasal bir kuruluÅŸ olan Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanlığı Din Ä°ÅŸleri Yüksek Kurulunun içtihatları da odur. Ãœlkemizde kurum ve kuruluÅŸlar arasındaki yetki, kavram tecavüzü ve kargaÅŸası mutlaka önlenmelidir. Bu, iktidar -muhalefet, hepimizin görevidir. Mesela, hiçbir kurum ve kuruluÅŸ, Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanlığı Din Ä°ÅŸleri Yüksek Kurulunun görevini üstlenmemelidir; buna, hiçbir hakkı ve salahiyeti yoktur. Anayasa Mahkemesinin, kendisini, Parlamentonun üzerinde görmesinin de gereÄŸi yoktur..â€� dediÄŸi, (Ek.100)13) Yozgat Milletvekili Mehmet Çiçek’in 2006 yılı Å�ubat ayında Star Tv’de katıldığı bir programda Danıştay 2. Dairesi’nin Aytaç Kılınç’a iliÅŸkin 26.10.2005 gün ve 2004/4051-2005/3366 sayılı kararı ile ilgili olarak; “Mahkemenin vermiÅŸ olduÄŸu bu kararla Avrupa'da yaÅŸadığımız yanlışlığı Türkiye'de yaÅŸayabiliriz. Türkiye toplumu Allah'la kanun arasına, Allah'ın emriyle kanunun emri arasına sıkıştırılmamalıdır.â€�…â€�Kamu alanı ne demek? Ä°slam, dini hayatın her safhasında yaÅŸanmayı emreden bir dindir. Affedersiniz insanların tuvalette nasıl davranacakları belirtilmiÅŸtir, kurallaÅŸtırılmıştır. O zaman bir hâkim karar vermeden önce Kuran'daki bu ayete bakacak, bu ayeti insan nerede uygular, nerede uygulamazâ€�...â€�Dini konu olduÄŸu için bakmalı. Dini bir konuysa, hâkim elbet, "Acaba ben bu kararı verirsem sonuç ne getirir" diye bakmalı(…) Ahlaki bir konuysa ahlaki deÄŸerlerimize bakmalı. Kimi başörtüsü diyor, kimi türban diyor, kimi sıkmabaÅŸ diyor, kimi soÄŸanbaÅŸ diyor, sarımsakbaÅŸ diyor. Bu kadar gülünç hale geldi bu iÅŸ. Artık bir hâkim "bu konuda gerçekten din ne diyor...' Dinin dediÄŸi yer de Kuran'dır, ÅŸahıslar deÄŸildir.â€�…â€�Türkiye demokratik, laik bir ülkedir. Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanlığı anayasal bir kuruluÅŸtur. Başörtüsü ile ilgili karar verme, neyin dini, neyin dini olmadığına karar verme görevi Diyanet'e aittir.â€�…â€�Å�imdi yarın bir baÅŸka mahkeme de, "5 vakit namazı 1 vakte indirdik, cuma namazlarını kaldırdık" dese. Böyle ÅŸey olur mu?â€� ÅŸeklinde beyanda bulunduÄŸu, (Ek.101)14) 2006 yılı Nisan ayında Cemal ReÅŸit Rey Konser Salonu’nda Kur’an-ı Kerim ve Ä°stiklâl Marşı'nın okunmasıyla baÅŸlayan Ä°lim Yayma Cemiyeti’nin 52. Genel Kurultayına Milli EÄŸitim Bakanı Hüseyin Çelik, UlaÅŸtırma Bakanı Binali Yıldırım, Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Sekreteri Ä°dris Naim Å�ahin, Adalet ve Kalkınma Partisi Ä°stanbul Milletvekilleri Burhan Kuzu, Hüseyin Kansu, Sakarya Milletvekili Süleyman Gündüz’ün katıldıkları,Ä°lim Yayma Cemiyeti Genel BaÅŸkanı Hamza Akbulut’un yaptığı konuÅŸmada, “Yasaklar sebebiyle Ä°mam Hatip lisesi ve Kur’an Kursu öğrencileri çok azaldı. Ä°lköğretim çağındaki çocukların dinini öğrenmeleri hâlâ mümkün deÄŸil. Hâlbuki AB ülkelerinde din eÄŸitiminin okul öncesinden baÅŸladığını biliyoruz. EÄŸitimde fırsat eÅŸitliÄŸi yok. Özellikle Ä°HL öğrencilerine uygulanan haksızlık, hâlâ giderilemedi. Ä°mam Hatip Lisesi öğrencilerine normal lise öğrencilerinin sahip olduÄŸu haklar verilmeli. Öğrencilerin kılık kıyafetleriyle uÄŸraşılmaya artık son verilmeli. Yabancı dil ile eÄŸitim gün geçtikçe geniÅŸliyor. EÄŸitimin her kademesinde dine ihtiyaç vardır. EÄŸitimde gösterilen bir eksikliÄŸin zararı, yıllar sonra da olsa çıkar. Bugün okullarda kötü alışkanlıkların faturasını ağır ödeyebiliriz. Ä°lk ve ortaöğretimdeki din eÄŸitimine önem verilmeli. Çocuklarımıza Peygamberimiz'i anlatmalıyız. Peygamberimiz, her genç için model olmalıâ€� dediÄŸi,Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Sekreteri Ä°dris Naim Å�ahin’in “Bizim kendimize göre stratejilerimiz var. DeÄŸiÅŸen Türkiye’de siyasetin yeni diliyle konuÅŸmak gerekir. KonuÅŸurken de geçmiÅŸten ders alarak yolumuza devam edeceÄŸiz. Biz empati yaparak, olayları anlamak zorundayız. Ä°ktidar da bunu gerektiriyor. Herkesin kendisine göre bir yöntemi var. Bunlar da normaldir. EleÅŸtirilerde insaflı davranmak gerekirâ€� ,UlaÅŸtırma Bakanı Binali Yıldırım’ın ise “Reformlar sancılı olur. Güle oynaya yapılmaz. Tarihte de bu reformlar gerçekleÅŸtirilirken birçoÄŸu kanlı oldu. Bu konuda sabır ve zamana ihtiyacımız var. Önemli olan bir ÅŸeyi yaparken kırıp dökmemek ve bu da bizim hassasiyetimiz. Yolumuza da bu ÅŸekilde devam edeceÄŸiz. Devam ederken de gerekenler yapılacak.â€�ÅŸeklinde konuÅŸtukları, (Ek.102)15) Adalet ve Kalkınma Partisi Genel BaÅŸkan Yardımcısı Akif Gülle’nin 2006 yılı Å�ubat ayında, Danıştay 8. Dairesinin Açık Öğretim Lisesi YönetmeliÄŸinin, imam-hatipliye çifte diploma olanağı veren ve böylece katsayı engeline takılmadan üniversiteye girme olanağı saÄŸlayan hükmünün yürütmesini durdurma kararına tepki göstererek "Danıştay kararından öte, eÅŸit yarışma ÅŸartlarında olmak isteyenlerin talebini YÖK'ün yargıya taşımasını olaÄŸanüstü yadırgıyorum. Yanlış buluyorum. Buradaki düzenleme sadece meslek liselerine eÄŸitimde fırsat eÅŸitliÄŸinin tanınmasıdır. Bunlara bir tolerans gösterilmesi deÄŸildir. Bu düzenlemeyi yargıya götürme ihtiyacı hisseden YÖK, düşünülmesi gereken bir organ. Beni en çok üzen YÖK' ün bu konuyu yargıya götürmesi." dediÄŸi, (Ek.103)16) TBMM'de gazetecilerle sohbet eden Adalet ve Kalkınma Partisi Grup BaÅŸkanvekili Ä°rfan Gündüz’ün, 8 yılık kesintisiz temel eÄŸitimi eleÅŸtirerek, ''Ä°mam hatiplerin önüne kesmek için çıkarılan kanun, gençliÄŸin, mesleki eÄŸitimin, hatta Türkiye'nin önünü kesti''…â€�Misyonerlik faaliyetleri alabildiÄŸine arz-ı endam ediyor. Misyonerlik faaliyetleri bu kadar cirit atarken toplum niye sessiz kalıyor? Bugün Türkiye'de din eÄŸitimi, 15 yaşından önce yasak. 15 yaşından sonra hangi din eÄŸitimini vereceksiniz? Tabiat boÅŸluÄŸu sevmez, sizin boÅŸ bıraktığınız alanı birileri gelir doldurur. RahÅŸan Hanım da geçenlerde (din elden gidiyor) diye feryat ediyordu. Fakat bunu kendileri yaptılar. Camilerde verilen yaz Kuran kurslarına 15 yaşından küçüklerin gönderilmesi yasak. Bu kanunu çıkaran da Ecevit’in baÅŸkanlığındaki hükümetti. Biz o zaman feryat ettik. Bu yasakların hepsini kaldırmak lazım. MisyonerliÄŸi yasaklayalım anlamında deÄŸil. Bunlar söylensin, toplumda tartışılsın. Türkiye artık ÅŸekille uÄŸraÅŸmak gibi bir yanılgıdan kurtulma olgunluÄŸuna eriÅŸti diye düşünüyorum. BaÅŸ açma, kapatmak deÄŸil... Ä°nsanların beyninin içi, eylemleri, icraatları önemli.'' ÅŸeklinde beyanda bulunduÄŸu,Türban konusuyla ilgili olarak da “Sayın BaÅŸbakan eÅŸiyle Beyaz Saray'a, Versay'a, Kremlin'e gidiyor sorun olmuyor. Ama bizim Çankaya’ya gitmesi büyük problem oluyor. Çankaya'nın uçağına binmesi bile problem oluyorsa Türkiye böyle küçülen bir dünyada böyle bir yanlışa ne kadar direnebilir? Ben gideceÄŸini sanmıyorum'' … ''Zamanı gelirse adımlar atılır, birisi bu adımları atarâ€�,Misyonerlik konusunda Türkiye'de herhangi bir verinin olmadığına iÅŸaret ederek; ''Türkiye'de köpekler serbest taÅŸlar ise baÄŸlı görünüyor. AkÅŸam televizyonlarda gösterilen ayini Türkiye'deki yerli bir tarikat veya imam yapsa, kıyamet kopar. Ama Kanadalı göçmen yapıyor, fazla ses çıkmıyor. Türkiye'de Müslümanların önünün açılması lazım ki biz de kendi dinimizi savunalım, doÄŸruları anlatalım. Bu, özgürlük ortamında çözülür. Türkiye'de sıkıntı, Müslümanların pek çok konuda baÄŸlı olmasından kaynaklanıyor. Diyanet bile bu konuda üzerine düşeni yapamıyorâ€�,''Türkiye'de bazı meselelerde sistem gelip önümüzü tıkıyor. Zamanı geldiÄŸinde bu adımlar atılacak. Ä°ktidarların görevi meseleleri çözmek. Biz toplumda gerilim ve gerginlik yaratacak hiçbir konuda, ekonomik istikrarı gölgeleyecek adım atmak istemiyoruz. Öncelikle bu sefaletin ortadan kaldırılması lazım. Amacımız, bu meseleleri, tek başına (dediÄŸim dedik, çaldığım düdük) mantığıyla getirmek yerine, toplumda geniÅŸ konsensüs yaratarak çözmektir'' “Bunlarda toplumsal konsensüs olması gerekir. Konu her gündeme geldiÄŸinde (imam hatiplerin önü açılıyor) diye saptırılıyor. Ä°mam hatiplerin önünü kesmek için çıkarılan kanun, gençliÄŸin, mesleki eÄŸitimin, hatta Türkiye'nin önüne kesti'',ÅŸeklinde görüşlerini ifade ettiÄŸi (Ek.104)17) EÄŸitim özgürlüğünü kısıtlıyor gerekçesiyle Ä°slami kesimde büyük tartışma yaratan, yeni TCK Tasarısının 263. maddesinin birinci fıkrasında yer alan “Kanuna aykırı eÄŸitim kurumuâ€� baÅŸlıklı "yasadışı eÄŸitim kurumu açan ve iÅŸletenlere, bu kurumlarda kanuna aykırı olarak açıldığını bildiÄŸi halde öğretmenlik yapanlara yönelik 6 aydan 3 yıla kadar hapis cezası öngören" ve ikinci fıkrasında “yukarıdaki fıkrada gösterilen yerlerin kapatılmasına da karar verilirâ€� ÅŸeklindeki düzenleme ile ilgili olarak, AKP'li Hasan Kara ve arkadaÅŸları tarafından verilen ve teklife 29. madde olarak yerleÅŸtirilen "Kanuna aykırı eÄŸitim kurumu açan veya iÅŸleten kiÅŸi 3 aydan 1 yıla kadar hapis cezası veya adli para cezası ile cezalandırılır" yönündeki deÄŸiÅŸiklik önergesi TBMM Genel Kurulunda 27.5.2005 tarihinde kabul edilerek “5357 sayılı Türk Ceza Kanununda DeÄŸiÅŸiklik Yapılmasına Dair Kanunâ€� olarak yasalaÅŸtığı, 765 sayılı TCK’nunda bu suçlar için 6 aydan 2 yıla, 1 Haziran'da yürürlüğe girecek 5237 sayılı yeni TCK'da ise 6 aydan 3 yıla kadar hapis cezası öngörüldüğü, yeni düzenleme ile üst sınırın 3 yıldan 1 yıla indirilerek hapis cezasının erteleme kapsamına alındığı, yalnızca adli para cezasıyla cezalandırılma olanağı getirildiÄŸi, kanuna aykırı olarak açılan eÄŸitim kurumlarında (Kuran kurslarında) eÄŸitim veren öğretmenlere ise herhangi bir ceza öngörülmediÄŸi, kapatma yaptırımının da kaldırıldığı,CumhurbaÅŸkanlığının 3.6.2005 gün ve 451 sayılı yazıları ile; “Düzenlemeyle yasaya aykırı eÄŸitim kurumlarının açılıp iÅŸletilmesi özendirilmekte ya da çalışmalarını sürdürmesine olanak saÄŸlanmaktadır. Mevcut yasalarda yer alan hükümlerin hedefi ise ayrılıkçı terör örgütlerinin, misyonerlik etkinlikleriyle uÄŸraÅŸanların ve din devleti yanlısı tarikatların, devletin ilgili kurumlarından izin almadan, yasadışı yollarla okul ya da kurs açmalarının önlenmesi; böylece, sapkın yöntemlerle gençlerin çaÄŸdışı, bölücü ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluÅŸ felsefesine aykırı biçimde eÄŸitilmelerinin önlenmesi olduÄŸu açıktır. Söz konusu düzenlemede ise bu hedefin korunmadığı görülmektedir.â€�…â€�Yeni düzenlemeye göre yasaya aykırı olarak açıldığı saptanan eÄŸitim kurumunu açan ve iÅŸleten kiÅŸi ya da kiÅŸiler yargılanıp yalnızca adli para cezası ile cezalandırılabilecek; bu tür yerlerde öğretmenlik yapanlar ise cezalandırılmayacak, bu yerlerin kapatılabilmeleri de yönetimin takdirine kalacaktır.â€�…â€�Devletin görevi yasalara aykırı eÄŸitim kurumlarını yaÅŸatmak deÄŸil, temelli ortadan kaldırmaktır. Devlet, yasaya aykırı eÄŸitim kurumlarının açılmasını, yapacağı düzenlemelerle başından önlemek zorundadır.â€�…â€�Suç cezasız kalmamalı.â€�…â€�Tüm kurumlar için olduÄŸu gibi, eÄŸitim kurumlarının da açılıp iÅŸletilmesinin yasalara uygun olması zorunludur. Kurumlar, kurumları iÅŸletenler ve bu kurumlarda çalıştırılacakların yasal koÅŸulları ve nitelikleri taşımaları kamu düzeninin zorunlu gereÄŸidir. Bir eÄŸitim kurumunun yasaya aykırı olarak açıldığının yargı yerince saptanması durumunda, bu suçun cezası mutlaka kapatma olmalı, suç, kurum yönünden cezasız kalmamalıdır.(…)â€�Yasaya aykırı eÄŸitim kurumlarına kapatma cezası verilmeyerek, kapatma iÅŸleminin bir yönetsel iÅŸleme, yöneticilerin takdirine bırakılması, yasaya aykırılığa süreklilik kazandırabilecektir ki bu durumu hukuk devleti ilkesiyle baÄŸdaÅŸtırmak olanaksızdır.â€�…â€�Demokrasiyi ve çaÄŸdaÅŸ deÄŸerleri özümsemiÅŸ, cumhuriyetin temel niteliklerini benimsemiÅŸ, her türlü dogmadan uzak kalıp sorgulayabilen, özgür düşünceli bir gençlik yetiÅŸtirmenin ve ulusun aydınlık geleceÄŸinin temel koÅŸulu, bu amaçlara odaklanmış eÄŸitim kurumları ve eÄŸitim personeline sahip olmaktır. Bu da ancak anayasal ilke ve kurallar çerçevesinde çıkarılmış yasalarla saÄŸlanabilir.â€�…â€�Devletin eÄŸitim ve öğretimdeki gözetim ve denetim görevi, laiklik ve bunun eÄŸitimdeki yansıması olan öğretim birliÄŸi ilkesine aykırı etkinlik ve öğretim yapılmasına izin verilmemesi görevini de kapsamaktadır.â€�…â€� Anayasanın 1. maddesinde, cumhuriyetin niteliklerinin deÄŸiÅŸtirilemeyeceÄŸi, deÄŸiÅŸtirilmesinin önerilemeyeceÄŸi kurala baÄŸlanmıştır. Böylece Türkiye Cumhuriyeti'nin niteliklerinden olan laiklik, anayasal içeriÄŸiyle güvence altına alınmıştır. Anayasanın baÅŸlangıç bölümünde, hiçbir etkinliÄŸin Atatürk ilke ve devrimleri karşısında koruma göremeyeceÄŸi, laiklik ilkesi gereÄŸi kutsal din duygularının devlet iÅŸlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılmayacağı belirtilmiÅŸtir.â€�…â€�Anayasa, bireyin inanç alanında kaldığı sürece din ve inanç olgusuna sınırsız bir özgürlük tanımakta, buna karşın toplumsal yaÅŸamı etkilediÄŸinde, açığa vurulduÄŸunda kamu düzenini koruma amacıyla bu özgürlük sınırlanabilmektedir. Bu baÄŸlamda, devlet, dinin kötüye kullanılmasını ve sömürülmesini önleyecek önlemleri almakla yükümlü kılınmıştır.“…â€�Ä°kili öğretim kaos yaratır.â€�…â€�Öğretim birliÄŸi ilkesinin amacı, akla ve bilime dayalı programlarla çaÄŸdaÅŸ uygarlık hedefine yönlendirilmiÅŸ yurttaÅŸlar yaratmaktır. Ä°kili öğretim, yani bir yanda akla ve bilime, öte yanda dinsel öğretiye dayalı öğretim toplumda ikiliÄŸe yol açacak, kaos ve karmaÅŸa yaratacaktır.â€�…â€�Bir yandan eÄŸitim kurumlarının, bu baÄŸlamda Kuran kurslarının Atatürk ilke ve devrimleri ile çaÄŸdaÅŸ bilim ve eÄŸitim esaslarına aykırı eÄŸitim verip vermediÄŸi devletin gözetimi ve denetimine bırakılırken, öte yandan da Kuran kursu öğreticiliÄŸi gibi dini hizmetleri yerine getirebilecek elemanların yetiÅŸtirilmesi görevi devlet okullarına verilmektedir. Devlet gözetimi ve denetiminin olmadığı ya da sonuç vermediÄŸi ortamlarda dinsel ve bilimsel ikili eÄŸitimin geliÅŸip yerleÅŸmesi kaçınılmazdır.â€�…â€�Açıklanan nedenlerle, incelenen yasanın 3 ve 29. maddelerindeki düzenlemeler; hukuk devleti, eÅŸitlik, laiklik, ülke ve ulus birliÄŸi, öğretim birliÄŸi ilkeleriyle, cumhuriyetin kuruluÅŸ felsefesiyle, çaÄŸdaÅŸ ve bilimsel eÄŸitim anlayışıyla baÄŸdaÅŸmamakta, toplumun adalet duygularını incitecek nitelikte bulunmaktadır.â€� ÅŸeklindeki gerekçelerle veto edilen metin TBMM Genel Kurulunun 29.6.2005 günlü oturumda aynen kabul edilerek, 5377 sayılı Yasa olarak Resmi Gazete’nin 8.7.2005 tarihli sayısında yayımlandığı,Yasa’nın Anayasaya aykırı bulunduÄŸu iddialarına karşı; Adalet ve Kalkınma Partisi Milletvekili Fehmi Hüsrev Kutlu’nun; “Biraz olayı abartıyoruz. Bu laiklik, cumhuriyet, ceza 6 ay olunca kurtuluyor da, 5 ay olunca tehlikeye mi düşüyor? Kaçak Kuran kursu olmaz, Kuran kursu olur. Bu madde Kuran kurslarını kapsıyorsa bu maddedeki 3 ay ceza da yanlıştır, utanç vericidir. Hiç kimse dininin kitabını öğretiyor diye cezalandırılamaz. ''Ä°zinli Kuran kurslarına öğrenci gitmiyor'' deniyor. Siz kalkıp da ÅŸu yaÅŸa kadar Kuran öğretilemez diyemezsiniz..â€� dediÄŸi, (Ek.105)18) TBMM Anayasa Komisyonu BaÅŸkanı Burhan Kuzu’nun, BahçeÅŸehir Ãœniversitesi tarafından 2005 yılı Mayıs ayında BeÅŸiktaÅŸ YerleÅŸkesi'nde düzenlenen 'Siyaset ve Liderlik Okulu' kapsamında 'Bağımsızlık ve Hürriyet' konulu yaptığı konuÅŸma sonrasında, yeni TCK ve yasaya aykırı eÄŸitim kurumlarına yönelik madde hakkındaki tartışmalarla ilgili bir soru üzerine, bu maddenin komisyonda da tartışıldığını, hapis cezasının önce 3 yıla, sonra 1 yıla indirildiÄŸini, Yasada 'Kuran kursu' deÄŸil, 'izinsiz eÄŸitim kurumu' denildiÄŸini belirterek ''Neticede devletin valiliÄŸi, savcılık takip edecektir, yasadışı bir durum olursa gerekli ÅŸey yapılır. Sonuç itibariyle biz insanların özgürlüğünü savunalım. Ama bir boÅŸluk olursa onu düzeltirizâ€� …Kuran kursunun yasağı mı olur? Hepimiz evde öğrendik. 'Kaçak yapı' gibi söylüyorsunuz. Yasadışı dediÄŸimiz izinsiz yapılan ÅŸeyler, ille de hapis vermek gibi bir ÅŸey olamaz... Bana sorarsanız hiç ceza vermemeniz gerekir... Å�ahsi kanaatim bu. Ä°lgili soruÅŸturma açılır, varsa bir suçu, para cezası mı olur, baÅŸka bir ÅŸey mi olur yaparsın. Orada yasadışı bir faaliyet varsa, örgüt anlamında, o zaten ayrı bir suç. Yasadışı örgüt kurma diye müstakil bir suç var zaten.' diye söylediÄŸi, (Ek.106)19) TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu'ndaki SHÇEK, Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü, Aile ve Sosyal AraÅŸtırmalar Genel Müdürlüğü ve Özürlüler Ä°daresi BaÅŸkanlığı'nın 2007 yılı bütçe görüşmelerinde söz alan Adalet ve Kalkınma Partisi Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya’nın; “kızların istediÄŸi okula gidemediÄŸini, gitse bile daha sonra kamu hizmetine katılamadığını, 3 binden fazla kız öğrencinin Viyana, Ä°talya, Almanya, ABD, Hollanda'ya gitmek zorunda kaldığını, YÖK’ün 20 küsur yıldır kızların iki kimlik taşımasını zorunlu hale getirdiÄŸini, üniversiteye giriÅŸte ve üniversitede farklı kimlik kullanmak zorunda kaldığını, bunun kadının aÅŸağılanması olduÄŸunu, katı laiklik uygulamasının Fransa ve Türkiye'de söz konusu olduÄŸunu…'' beyan ettiÄŸi, (Ek.107)20) Plan ve Bütçe Komisyonu'nda, BaÅŸbakanlık ve baÄŸlı kuruluÅŸların 2006 yılı bütçeleri görüşülürken, CHP milletvekillerinin TBMM BaÅŸkanı Bülent Arınç'ın türban konusunda CumhurbaÅŸkanı Ahmet Necdet Sezer'e yönelik sözlerini ve Ömer Dinçer'in görevde tutulmasını sert biçimde eleÅŸtirmeleri üzerine Adalet ve Kalkınma Partili Musa Uzunkaya’nın; ''Atatürk'ün eÅŸi Latife Hanım, köşkteki toplantılara başörtüsüyle katılıyordu. Ä°smet Ä°nönü'ye yurtdışı gezilerinde eÅŸi kara çarÅŸafla eÅŸlik ediyordu. Bu da mı çaÄŸdışılık'' demiÅŸ, Ömer Dinçer'e yönelik eleÅŸtiriler üzerine ''Ben bu makalenin altına imzamı atarım'' diye konuÅŸtuÄŸu, (Ek.108)21) Devlet Bakanı Mehmet Aydın’ın; 2004 yılı Nisan ayında Almanya’da Frankfurter Allgemeine gazetesine verdiÄŸi demeçte “EÄŸer bir kadın kapanması gerektiÄŸini düşünüyorsa, bu konuda bir demokrat olarak sadece ÅŸunu söyleyebilirim: buna hakkı var…Türban takılması, kamu kuruluÅŸlarında mümkün olabilir…Bizim kadınlara kendi kurallarımızı zorlamaya hakkımız yok. Aksi halde bir yan konudan büyük sorun yaratırız.â€� dediÄŸi, (Ek.109)22) Devlet Bakanı Güldal AkÅŸit’in, 2005 yılı Ocak ayında ABD'de katıldığı BirleÅŸmiÅŸ Milletler'e baÄŸlı Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi SözleÅŸmesi (CEDAW) Komitesi'nin Türkiye konulu özel komite toplantısında; "Türkiye'de bir başörtüsü sorunu vardır. Genç kızlarımızın eÄŸitim alması önünde engel teÅŸkil etmektedir. Ãœniversitelerimize fiilen devam edemedikleri için eÄŸitim almaları engellenmektedir" ÅŸeklinde konuÅŸtuÄŸu, (Ek.110)23) Hükümetin Leyla Å�ahin hakkındaki AÄ°HM 4. Dairesi'nin kararının onaylanmasını istemesi üzerine 2005 yılı Mayıs ayında Adalet ve Kalkınma Partisi milletvekillerinden:Ankara Milletvekili Ersönmez Yarbay’ın; "Türban yasağı savunmasına katılamayız. Türban bireysel, inanç özgürlüğüne girer. Giyim kuÅŸam özgürlüğü var. Hükümetin türban yasağını savunması Anayasa'ya aykırıdır. Anayasa'daki din ve vicdan hürriyeti ne olacak? Bu iÅŸi "mecburiyetten yaptık" anlayışı olmaz. Ä°ktidara bireysel özgürlükleri geniÅŸletmek için geldik. Bu unutulmamalı…â€�,Adıyaman Milletvekili Ahmet Faruk Ãœnsal’ın; “EÄŸer hükümet türban yasağını savunduysa bunun demokratik gerekçeye sığınarak yapılmasını doÄŸru bulmam. Biz demokratiksek, o zaman Avrupa ülkeleri teokratiktir. Hükümet keÅŸke farklı savunma yapsaydı. Avrupa'da bazı liselerde yasak var, üniversitede yok. KeÅŸke hükümet, "Bizde alternatif eÄŸitim kurumları yok" deseydi.â€�,NevÅŸehir Milletvekili Mehmet Elkatmış’ın: “Türban yasağı insan haklarına aykırıdır. Türban yasağı savunulamazâ€�,Ankara Milletvekili Eyüp Sanay’ın: “Türban yasağı gibi kısıtlamalar olmamalı. Hükümetin verdiÄŸi savunma siyasidir. Birtakım güçlerin etkisi altında kalarak verilen bir savunmadır. Asıl düşünceleri benim gibidir. Gizli güçlerin etkisi altında bu karar, verilmiÅŸtir. BaÅŸbakanın eÅŸi başörtülü, kızları başörtüsü yüzünden yurtdışında okuyor, DışiÅŸleri Bakanı'nın eÅŸi okuyamadı. Yasağı savunmaları mümkün mü? Yürekleri sızlaya sızlaya savunmayı veriyorlarâ€�,Adana Milletvekili Abdullah Çalışkan’ın: “Hükümet olabilirsiniz, ancak ÅŸimdi olduÄŸu gibi bazı konularda irade ortaya koyamayabilirsiniz. İçeride anayasal kurumların yarattığı bir "de facto" durum var...,â€�ÅŸeklinde beyanda bulundukları, (Ek.111)24) Adalet ve Kalkınma Partisi Ankara Milletvekili Eyüp Sanay’ın 2005 yılı Kasım ayında, TBMM’de yaptığı açıklamada üniversitelerin yanı sıra kamu kurumlarında da çalışanlara türban serbestliÄŸi getirilmesi gerektiÄŸini ileri sürerek; ''Her yerde, yapılan iÅŸe zarar verilmediÄŸi sürece kıyafet sınırlaması olmamalıdır. Ä°steyen başörtüsüyle isteyen başı açık, isteyen mini etek, isteyen maksi etek ile çalışabilmelidir'' dediÄŸi, (Ek.112)25) Adalet ve Kalkınma Partisi Kocaeli Milletvekili ve Genel BaÅŸkan Yardımcısı Nihat Ergün’ün divan baÅŸkanlığı yaptığı Adana BüyükÅŸehir Belediyesi Tiyatro Salonu’ndaki Adalet ve Kalkınma Partisi Adana Gençlik Kolları 2. Danışma Meclisi’nde, toplantıya katılan partili gençlerin boyunlarında parti amblemi bulunan turuncu renkli atkıların kendine Ukrayna’da yaÅŸanan ‘Turuncu devrimi’ hatırlattığını belirten Adalet ve Kalkınma Partisi Adana Milletvekili Abdullah Çalışkan’ın “Gençler devrim istiyor. Ben de bir romantik devrimci olarak elbette devrimden yanayım. Ama devrimin turuncusu olmaz. Ara renk olmaz devrimde. Devrim ya kırmızıdır, ya da yeÅŸildir. Ben yeÅŸilden yanayımâ€�…“Bu devrimci ateÅŸinizin asla sönmemesini diliyorum. YaÅŸ 30’u geçtikten sonra ana kademeye geçince, devrimci ruhunuzun asla sönmemesini diliyorum. O ateÅŸ, her ne kadar cürümü kadar yeri yaksa da sizi mezara kadar götürecek bir ateÅŸtir. Ben yüreÄŸinizdeki o ateÅŸin mezara kadar devam etmesini diliyorum.â€� diye söylediÄŸi,KonuÅŸmasının ardından DHA muhabirinin “YeÅŸil devrimden kastınız nedir?â€� sorusuna Abdullah Çalışkan’ın; “Gençlere yönelik duygulu bir konuÅŸma yapmak istedim. Asıl olan ülkedeki mevcut gidiÅŸattır. Çünkü bugüne kadar ülkemizde bir takım yönetimler olmuÅŸ, bir takım iktidarlar gelmiÅŸ, ama köklü deÄŸiÅŸimler bir türlü gerçekleÅŸmemiÅŸtir. Önemli olan burada toplumun talep ettiÄŸi köklü deÄŸiÅŸimlerdir. Siz onun adına ister devrim deyin, ister fetih deyin. Bir ÅŸekilde bu köklü deÄŸiÅŸimlerin yapılması lazım. Ben köklü deÄŸiÅŸimlerden yanayım, benim kastettiÄŸim ÅŸey budur. Devrimlerin esası ÅŸudur, ara devrim olmaz. Bir ÅŸekilde ‘turuncu devrim’, ‘pembe devrim’, ‘sarı devrim’ gibi devrimler olmaz. Devrimlerin rengi ya ‘yeÅŸildir’, ya da ‘kırmızıdır’ KastettiÄŸim köklü deÄŸiÅŸimlerdir. Devrimin darbe gibi farklı ÅŸekilde anlaşılması zaten mümkün deÄŸildir. YeÅŸil devrim zaten halkın anlayacağı bir dildir. Ben renklerle ifade ettim, renklerin dilini kullandım, anlaşılmıştır.â€� yanıtını verdiÄŸi, (Ek.113)26) Adalet ve Kalkınma Partisi Genel BaÅŸkan Yardımcısı Nihat Ergün’ün , Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Merkezi'nde 2005 yılı Nisan ayında düzenlediÄŸi basın toplantısında; türban konusunda geleceÄŸe dönük uyarılarda bulunarak ''Dindar bir kimlik ve görünümle modern hayata aktif ÅŸekilde katılmak isteyen bireylerin maÄŸdur edildiÄŸini'' …. LaikliÄŸin sulandırılması da katılaÅŸtırılması da onu çaÄŸdaÅŸlıktan, bilimsellikten ve rasyonellikten uzaklaÅŸtırmaktır. ÇaÄŸdaÅŸ, bilimsel ve rasyonel laikliÄŸin hem devlet hem de dinler ve dindarlar için saÄŸlam bir güvence, demokrasinin ve sosyal barışın güçlenmesinde en etkili faktör olduÄŸuna inancımız tamdır.'' dediÄŸi, (Ek.114)27) Adalet ve Kalkınma Partisi Adıyaman Ä°l BaÅŸkanlığı’na 2005 yılı Aralık ayında yaptığı ziyarette basın mensuplarının sorularını cevaplandıran Adalet ve Kalkınma Partisi Genel BaÅŸkan Yardımcısı Bülent Gedikli’nin; "Adalet ve Kalkınma Partisi olarak başörtüsüyle ilgili toplumsal mutabakat aradığımızı söylemiÅŸtik. Biz vatandaÅŸlarımıza bu sorunu belli bir zaman içerisinde çözeceÄŸiz sözünü vermedik. Fakat başörtüsünün bir sorun olduÄŸunu ve başörtülü kızlarımızın üniversitede eÄŸitim görememelerinin ciddi bir sorun olduÄŸunu dile getirdik. Fakat bir mutabakat içersinde çözüleceÄŸini söyledik. Bu konuda da epeyce mesafe alındığını düşünüyorum. Başörtüsü sorununun çözümü için belirli bir süre veremeyiz. Başörtüsünün insan hakları ihlali olduÄŸu ortadadır. Başörtülü bir kızımızın eÄŸitim görmemesi bizi de üzüyor, kamuoyunu da üzüyor. Kamuoyu araÅŸtırmalarında kızlarımızın başörtüsüyle eÄŸitim görmesini isteyenlerin oranı yüzde 70-75’dir. Partimiz bu halkın tercihlerini göz önünde bulunduruyor. Bu sorunun çözülmesi için toplumun her kesimi muhataptır. Mutabakatın saÄŸlanması olayı sosyal bir süreçtir. Kurumlar arasında mutabakat olmadığı için, başörtüsü sorun olmaya devam ediyor. Bu anlamda toplumsal mutabakat saÄŸlanacaktır. Kurumlar arasında böyle bir mutabakat saÄŸlanmadığı için sorun gündemde kalmaya devam ediyorâ€� ÅŸeklinde beyanda bulunduÄŸu, (Ek.115)28) Adalet ve Kalkınma Partisi MKYK Ãœyesi ve Dış Ä°liÅŸkilerden Sorumlu Genel BaÅŸkan Yardımcısı Ä°stanbul Milletvekili Egemen Bağış’ın, 2005 yılı Aralık ayında Avrupa Ä°nsan Hakları Mahkemesi’nin Leyla Å�ahin davası hakkındaki kararı ile ilgili olarak; “Başörtüsü kullananların kullanma hakkına saygı duyuyorum. Aynı ÅŸekilde ben başörtüsünü savunduÄŸum kadar mini eteÄŸi de savunuyorum. Çünkü ikisi de ifade özgürlüğünün gereÄŸidir. Ä°nsanlar ülkede istedikleri gibi yaÅŸayabilmelidir, diye düşünüyorum… Leyla Å�ahin davasında karar verenler bu acıyı yaÅŸayanlar deÄŸil, onların ülkesinde böyle bir sorun yok. Benim üniversiteye gidemeyen kardeÅŸlerim, bacılarım arkadaÅŸlarım var… Bu tamamen bir insan hakları ayıbıdır benim açımdanâ€� dediÄŸi, (Ek.116)29) AKP Tokat Milletvekili Resul Tosun’un, Ä°mam Hatip Liseleri Mezunları DerneÄŸince 2005 yılı Mayıs ayında düzenlenen toplantıda AÄ°HM’nin Leyla Å�ahin davası hakkındaki kararı ile ilgili olarak; ''...Temyiz duruÅŸmasında hükümet adına verilen savunmanın, milli iradeyi kesinlikle temsil etmediÄŸini…â€� söylemiÅŸ, 3 Kasımdan sonra oluÅŸan TBMM’de insan hakları konusunda hassas davrandıklarını, ideolojik bir tavır içine girmediklerini belirterek, Hükümetimizin de, Meclis grubumuzun da hassasiyete sahip olduÄŸunun altını önemle çizmek istiyorum, (…) Siz BaÅŸbakanın eÅŸini bir toplantıya götürememesinden, her gün yaÅŸadığı bu sıkıntıdan bu meseleleri dert edinmediÄŸini mi sanıyorsunuz…â€� demiÅŸ, salondan gelen tepkiler üzerine “…Bizim yanlış yaptığımız yerde sizin ikazınız, eleÅŸtirileriniz bize güç verir. Bu ikazların hükümetimize etki edeceÄŸine inanıyorum. Hatırlat. Hatırlatmakta fayda var. Bazen susarak, bazen baldıran zehiri içerek bu sorunu çözmeyi hedeflemeliyiz…â€� ifadesini kullandığı, (Ek.117)30) Tokat Milletvekili Resul Tosun’un, 2005 yılı Mayıs ayında, parti grup toplantısında AÄ°HM’nin Leyla Å�ahin davası hakkındaki kararı ile ilgili olarak; Türban konusunda hükümetin kredisinin bitmediÄŸini, sorun çözülmediÄŸi takdirde seçim sonuçlarına yansıyacağını belirterek; “O nedenle bir an önce halka gidilmesi ve referanduma sunulmasını savunuyorum' dediÄŸi, Referandum için Meclis'te gerekli çoÄŸunlukları bulunduÄŸunu hatırlatan Tosun’un, sözlerini 'OligarÅŸik kurumların direnci, toplumsal taleple kırılacaktır. Rusya bile ayakta duramadı. Ezici bir çoÄŸunlukla halk bu yasakları kaldıracaktır. EÄŸer halk bizim savunduÄŸumuzu yerinde görmezse, bunu halka doÄŸru anlatamamışız derim. Bunu halka anlatmaya çalışırız. Hak bildiÄŸimiz bir ÅŸeyden vazgeçecek deÄŸilizâ€� ÅŸeklinde devam ettiÄŸi, (Ek.118)31) Adalet ve Kalkınma Partisi Genel BaÅŸkan Yardımcısı Hayati Yazıcı’nın, AÄ°HM’nin Leyla Å�ahin davası hakkındaki kararı ile ilgili olarak; "Biz parlamenter demokratik bir cumhuriyetiz. Parlamenter demokrasilerde erkler ayrılığı vardır, yasama, yürütme ve yargı. Parlamenter rejimlerde kuralı koyan yasama organıdır. Bunun dışında yargının görevi önüne getirilen somut olayla ilgili hüküm vermektir. Kural koyması söz konusu deÄŸildir. Dolayısıyla AÄ°HM’in veya baÅŸka bir mahkemenin türbanla ilgili veya benzeri konularla ilgili kural koymuÅŸ olduÄŸu iddiaları hukuki temelden yoksundur. Karar konusu o kararın öznesi kimse onunla alakalıdır. Kimdir öznesi? Sayın Leyla Å�ahin. AÄ°HM, Leyla Å�ahin ile ilgili iÅŸlemi hukuka aykırı bulunmamıştır. Karar bundan ibarettir.".. "O olay için baÄŸlayıcıdır" "Düzenleyici iÅŸlemler farklı, yargısal iÅŸlemler farklıdır, düzenleyici iÅŸlemleri yasama organı koyar. Bizim Anayasamızda açıktır. Anayasa Mahkemesi düzenleyici iÅŸlem niteliÄŸinde karar alamaz diye. Bu iÅŸlemde idare haklıdır, haksızdır, mahkeme bunu tespit eder. Somut olayın tarafları için sadece baÄŸlayıcıdır. Ä°ddia edildiÄŸi gibi bu konu tamamen bitmiÅŸtir, burada kural konamaz. Hele hele bize hukuk dersi de vermiÅŸ hocaların bu anlama gelecek hocalarımızın beyanlarını ben hayretle karşıladım. Artık kural konamaz demek Türkiye’nin geleceÄŸini veya bir ulusun geleceÄŸini 16 yargıçtan oluÅŸan bir ekibe havale etmek anlamına gelir. GeleceÄŸe ipotek koymak anlamına gelir. Böyle bir ÅŸeyin demokrasilerde kabulü mümkün deÄŸil. Demokratik kurallarla baÄŸdaşır olması da düşünülemez." diye konuÅŸtuÄŸu, (Ek.119)32) TBMM BaÅŸkan Vekili ve Adalet ve Kalkınma Partisi Kayseri Milletvekili Sadık Yakut’un Adalet ve Kalkınma Partisi Ä°l BaÅŸkanlığı tarafından 2005 yılı Temmuz ayında düzenlenen basın toplantısında YÖK’ün meslek liseleri mezunlarına uygulanacak ÖSS katsayısının düşürülmesine iliÅŸkin kararıyla ilgili bir soruya “Adalet ve Kalkınma Partisi seçimlerde yüzde 35 oranında oy alarak iktidar oldu. Partimiz milli iradenin temsilcisidir. Milli iradenin yargıya da yansıması gerekir. Kurum ve kuruluÅŸlar milli iradenin bir parçasıdır.â€� ÅŸeklinde yanıt verdiÄŸi, (Ek.120)33) 2005 yılı Nisan ayında ‘Başörtüsüne Özgürlük Diyarbakır GiriÅŸimi’ne mensup 20 kiÅŸi, Adalet ve Kalkınma Partisi Diyarbakır Ä°l BaÅŸkanlığına giderek destek talebinde bulunmuÅŸ, Adalet ve Kalkınma Partisi Diyarbakır Ä°l BaÅŸkanı (Halen AKP Diyarbakır Milletvekili) Abdurrahman Kurt’un; “Türkiye’de toplumun yüzde 75-80 civarında ittifak ettiÄŸi bir konuda, aynı ÅŸekilde maÄŸduru olduÄŸumuz bir konuda halkın iradesini topluma yansıtmakta ne kadar zorlandığımızı ve bunun ne denli acılara sebep olduÄŸunu başörtüsü olayı çok açık bir ÅŸekilde ortaya koymaktadır.(…)Halkın ekseri çoÄŸunluÄŸunun Müslüman olduÄŸu bir ülkede dinin gereÄŸi olan bir hali yaÅŸama talebinde olan insanlarımız maÄŸdur edilmeye devam edilmektedir. Biz hükümet partisi olarak bunun acısını çok açık bir ÅŸekilde hissetmekle beraber halkın iradesinin topluma yansıtılmasındaki zorlukları ciddi ÅŸekilde hissetmekteyiz. Allah’ın onlara hak olarak verdiÄŸi özellikleri, tavsiyeleri, yönlendirmeleri yaÅŸamayı talep eden insanların önüne hangi gerekçeler sunulabilir diye düşünüyorum. Ve ÅŸahsen benim söyleyeceÄŸim bir gerekçem yok. Söyleyecek bir savunmam yok. Å�unu söylüyorum: Allah hepimizin yar ve yardımcısı olsun, ama inÅŸallah ve inanıyorum ki bu süreç bütün maÄŸdur kardeÅŸlerimizin onurlu tavırları ve direniÅŸiyle hayra vesile olacak vebir sonuç getirecektir…) biçiminde beyanda bulunduÄŸu, (Ek.121)34) Danıştay 2. Dairesi’nin Aytaç Kılınç’a iliÅŸkin 26.10.2005 gün ve 2004/4051-2005/3366 sayılı kararı ile ilgili olarak;Adalet ve Kalkınma Partisi Çorum Milletvekili ve TBMM Adalet Komisyonu Ãœyesi Muzaffer Külcü’nün, “Bu çok önceden planlanmış, tek tip toplum oluÅŸturma projesinin bir tezahürüdürâ€� …“Bu karar tek kelime ile ‘ayıp’ olarak özetlenebilirâ€� …“Zaten Danıştay, kendi kafasında kurguladığı bazı gerekçeler üzerinden karar alıyor. Danıştay kararlarında Anayasa, yasa, evrensel hukuk ilkelerinin gereklerini görmek çok zordurâ€�,Adalet ve Kalkınma Partisi Sivas Milletvekili Selami Uzun’un; Danıştay'ın verdiÄŸi bu karara “ancak dehÅŸet denebilirâ€� ÅŸeklindeki sözleri ile tepki göstererek “Bu kararı verenler önce dünyaya baksınlar. Dünya istikrar ararken Türkiye yargının eliyle kaosa sürükleniyorâ€�Adalet ve Kalkınma Partisi Kilis Milletvekili Hasan Kara’nın; “Danıştay başörtüsü konusundaki yorumu çok geniÅŸletiyor. Bu karar artık kamusal alan olayını da geçti. Bunu sokaklara yaymak istiyorlar. Böyle bir karar toplumda infiale neden olur ve vatandaÅŸlarımız üzerinde sıkıntıya yol açar. Peygamberimize yapılan hareket tüm dünya Müslümanlarında tepki oluÅŸtururken kendi içimizde birlik olamamak çok acıâ€�,ÅŸeklinde beyanda bulundukları, (Ek.122)35) 2007 yılı Aralık ayında gazetecilerle sabah kahvaltısında bir araya gelen AKP Genel BaÅŸkan Yardımcısı Nükhet Hotar Göksel’in; "Bunu biz ilk günden beri söylüyoruz. Buna bir sorun da denmez. Özellikle eÄŸitimde kızlarımız için bir engel. Bu engelin kaldırılması da ancak bir toplumsal mutabakatla saÄŸlanabilir. Bu herkesin sorunu olmalı. Herkes bunun kaygısını taşımalı. TaşıyabildiÄŸi ölçüde de toplumsal bir mutabakatla bu soruna bir çözüm getirilmeli"…"Somut bir ÅŸeyimiz yok. Ama anayasa olabilir, ama yönetmelikler olabilir. Ama insanlar bu konuda bilinç oluÅŸturur, öyle de olabilir. Bütün partiler bir araya gelip bu konuda bir çalışma yapabilir. Bunların her biri bir alternatiftir, bir şıktır. Å�ekli buralardan herhangi biri de olabilir, hepsi de olabilir. Ama biz temel olarak özellikle eÄŸitimde her türlü yasağın kalkmasından yanayız"…diye söylediÄŸi,"EÄŸitim derken ilköğretimi mi, ortaöğretimi mi, yükseköğretimi mi kastediyorsunuz" sorusunu "Tabii öncelikle yükseköğretim" ÅŸeklinde yanıtladığı, yeni anayasa taslağında bu konuda nasıl bir düzenleme olacağı yönündeki soru üzerine ise, "yükseköğretim kurumlarında eÄŸitim hakkı herhangi bir ÅŸekilde kısıtlanamaz gibi bir ifade olabileceÄŸini, baÅŸka seçenekler üzerinde de durulduÄŸunuâ€� söylediÄŸi, (Ek.123)36) AKP Ä°stanbul Ä°l Kadın Kollarınca Muammer Karaca Tiyatrosu'nda 2007 yılı Aralık ayında düzenlenen "5. Pera BuluÅŸması"nda, "Türk Kadınının Seçme ve Seçilme Hakkının 73. Yılı" dolayısıyla "Yerel Siyaset" konulu panelde konuÅŸan TBMM Anayasa Komisyonu BaÅŸkanı ve AKP Ä°stanbul Milletvekili Prof. Dr. Burhan Kuzu’nun, "Başörtülü kadınların siyaset yapma engeli kalkar diyemem ama başörtülü kızların üniversitede okumalarının önündeki engelin kalkması için yeni anayasada açık düzenleme olacak" ÅŸeklinde beyanda bulunduÄŸu, başörtülü bir öğrencinin ödül almasının engellenmesi olayını da "insanlık ayıbı" olarak nitelendirdiÄŸi, (Ek.124)37) Show TV’ de yayınlanan 17.01.2008 tarihli " Siyaset Meydanı" isimli programda AKP'nin Merkez Karar ve Yönetim Kurulu Ãœyesi AyÅŸe Böhürler ile Meclis Anayasa Komisyonu BaÅŸkanı Burhan Kuzu arasında geçen konuÅŸmada, AyÅŸe Böhürler’in türbanlı olarak hukuk öğrenimini bitirmiÅŸ bir kadının yargıçlık yapmasını savunduÄŸu, bu doÄŸrultudaki önerilerini Burhan Kuzu’nun, "Acele etmeyin ona da sıra gelecek " diye yanıtladığı, (Ek.125)38) AKP Genel BaÅŸkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat’ın 2007 yılı Kasım ayında Anayasa taslağı üzerindeki çalışmalarda sona yaklaÅŸtıklarını söylediÄŸi ve "Başörtüsü inanç özgürlüğünün kullanılması nedeniyle bir insanın hakkı. Başörtüsüyle ilgili yasalarda, Anayasa da dahil olmak üzere herhangi bir yasaklama yok. O zaman Türkiye'de eksik olan baÅŸka bir ÅŸey var. Türkiye'de sistemin tam demokratikleÅŸmediÄŸi, tam bir hukuk devleti oluÅŸmadığı ve kiÅŸi özgürlüklerine karşı büyük bir saygının oluÅŸmadığı sonucu ortaya çıkıyor. Tartışma başörtüsüyle ilgili deÄŸildir, problem de başörtüsü deÄŸildir. Aslında birileri genç kızlarımızın, kadınlarımızın başında olan örtüyü aldılar, kendi yüzlerine örttüler. Aslında tartışma konusu olan ÅŸey, egemenliÄŸin kime ait olduÄŸu ve bu egemenliÄŸin kimin eliyle kullanılacağı tartışmasıdır. Cevaplanması gereken iki soru var. Cumhuriyetçi misin, demokrat mısın? Kavga bunun üstünedir." dediÄŸi,2008 Yılı Å�ubat ayında yaptığı bir konuÅŸmada ise; Ãœniversitelerde uygulanan türban yasağının Anayasa ihlali olduÄŸunu ileri sürerek, “ Çünkü beÄŸensek de, beÄŸenmesek de 1982 Anayasası yürürlüktedir. Herkes bu Anayasaya uymak mecburiyetinden. 13’cü maddesi açık ve seçiktir. Özgürlükler yasa ile sınırlandırılabilir. Hiçbir makam, hiçbir organın emri ile, karıyla sınırlandırılamaz. Bunun aksini yapan Anayasayı ihlal eder. Bunu uygulayan her kiÅŸi de kanunsuz emri uygulamış olur. Kanunsuz emri uygulamak, emir verilmiÅŸ olsa dahi uygulayanı cezadan kurtarmaz.â€� ÅŸeklinde beyanda bulunduÄŸu, (Ek.126)39) TBMM Ä°nsan Hakları Komisyonu BaÅŸkanı ve AKP’li Prof. Dr. Mehmet Zafer Ãœskül’ün, seçim bölgesi Mersin’de 2007 yılı Kasım ayında yaptığı açıklamada; türbanlı öğrencilerin de üniversiteye girmesi gerektiÄŸini, baÅŸkalarının da haklarının bulunmasından ötürü insan haklarının sınırsız olmadığını, insan haklarının, olması gerekenin dışında sınırlandırılmaması gerektiÄŸini belirterek, “aynı zamanda kamusal düzenin oluÅŸturulması insan haklarının sınırlandırılmasını beraberinde getirir. Anayasalar da bu sınırlamanın nasıl yapılabileceÄŸini öngörürken sınırlamaya da bir sınır getirir. Mesela hakkın özüne dokunmamak, ölçülü olmak ve demokratik haklara karışmamak gibi zorunluluklar vardırâ€�… “Ancak türbanlı öğrencilerimiz ÅŸu anda bu haklarını üniversitelerimizde kullanamıyor. Ama bu doÄŸru mudur? Getirilen bu sınırlamalar bana göre doÄŸru deÄŸildir. Sonuç olarak öğrenci yurttaÅŸtır ve hizmet alandır. Bir öğrenci tapu dairesindeki iÅŸini yapabiliyor, suç iÅŸlerse karakola götürülebiliyor ve mahkemeye çıkarılabiliyor. Buralar da devletin kurumları. Ama devletin üniversitelerine alınmıyor. Burada bir çeliÅŸki var, bunun ortadan kaldırılması gerekir. Ama hukuken üniversitelerimiz baÅŸka bir ÅŸey yapamaz. Çünkü Danıştay ve Anayasa Mahkemesi kararı var. Dolayısıyla bu sorunu baÅŸka bir biçimde çözmeye çalışmak gerekiyor….â€� ÅŸeklinde konuÅŸtuÄŸu, (Ek.127)40) AKP Kütahya Milletvekili Hüseyin TuÄŸcu’nun, 2008 yılı Ocak ayında "Cemevleri resmi statüde camiler gibi birer ibadethane olamaz. Bu durum, Müslüman Türk toplumunun ayrışmasında ve birbirlerine karşı bakış açılarının sertleÅŸmesinde etkin rol oynayabilir", ne Osmanlı ne de Cumhuriyet döneminde cemevi kavramının olduÄŸunu, Alevi-BektaÅŸi Türk kültüründe toplantı mekânı olarak geçmiÅŸte 'dedeevi' tabiri kullanılırken günümüzde cemevi kavramı ön plana çıkmıştır, ... NakÅŸi, Rufai, Kadiri, Nurcular, Süleymancılar, Fethullahçılar gibi grupların toplantı yaptıkları özel mekânlar ile Alevi-BektaÅŸi toplumunun toplantı mekânları da özel mekânlardır" diye söylediÄŸi, bu kapsamda bir dönem zorunluluktan dolayı kaldırılan tekke ve zaviyelere iliÅŸkin yasanın sosyal gereksinimler çerçevesinde yeniden gözden geçirilmesi gerektiÄŸini savunan TuÄŸcu, "Zaten bu dini sosyal gruplar varlıklarını yıllardır sürdürüyorlar. Devleti millete, milleti devlete küstürmenin ne gereÄŸi ne de anlamı vardır" görüşünü dile getirdiÄŸi, (Ek.128)41) Adalet ve Kalkınma Partisi ile Milliyetçi Hareket Partisinin Türbanın Yükseköğretimde serbest bırakılmasına yönelik Anayasa ve yasa deÄŸiÅŸiklikleri önerilerini müzakereye baÅŸladıkları süreçte bazı AKP milletvekilleri ve partililer, konuya iliÅŸkin görüşlerini açıkladıkları ve hatta serbestliÄŸin sadece yükseköğretimle sınırlı kalmayacağını da içeren beyanlar verdikleri,AKP Balıkesir Milletvekili Mehmet Cemal Öztaylan’ın Burhaniye AKP Kadın Kolları Kongresinde yaptığı konuÅŸmada; “…Yasalara göre bize zulüm Cumhuriyet Yürüyüşleri yapacaksın, bizlere küfür edeceksin, Cumhuriyet Yürüyüşleri yapanlar ‘Cumhuriyet ÇocuÄŸu’ da biz ‘Patagonya ÇocuÄŸu muyuz?’(…) Ulan biz neyiz, aÄŸaç kökü müyüz?(…) Birçok ÅŸeyin olduÄŸu gibi AKP’nin de simgesi var…â€� ÅŸeklinde beyanda bulunduÄŸu,AKP Konya Milletvekili Hüsnü Tuna’nın Konya Gazeteciler Cemiyetini ziyareti sırasında; “…Üniversitelerde kılık kıyafet serbest olursa, kamu hizmetinde yasak devam eder mi? Ä°nÅŸallah hedefimiz kamu hizmetlerinde de, yani kamu hizmeti veren personellerde de böyle bir yasağın olmamasıdır. Bu utanç verici bir ÅŸey diye düşünüyorum ben. Ama bunun yeri 42 nci madde deÄŸil. Çünkü 42 nci madde eÄŸitim hakkıyla ilgili madde olduÄŸu için. Orada çalışma hakkını düzenleyemiyoruz. Zamanı gelince inÅŸallah o çerçevede düzenlemelerde gündeme gelecektir….â€� dediÄŸi,AKP’nin Kurucu ve halen Merkez Karar Yönetim Kurulu üyesi olup BaÅŸbakan Recep Tayip ErdoÄŸan’ın danışmanlığı görevini yürüten Hasan Cüneyt Zapsu’nun, Dünya Ekonomik Forumu için gittiÄŸi Ä°sviçre’nin Davos kentinde gazetecilerle yaptığı sohbet toplantısında “…Yok efendim ÅŸu kanun.. Bana ne kanundan? Ä°nsan yapmış kanunu, deÄŸiÅŸtirirsin kanunu..â€� ÅŸeklinde konuÅŸtuÄŸu, türbanın liseye, ilkokula ineceÄŸine dair korkular olduÄŸunu belirten Zapsu sözlerine devamla “…Kamuda da oldu diyelim. Sonunda ne olacak? Korkulan nedir? Å�eriat… Türkiye’ye hiçbir ÅŸey olmaz. Ä°sterse kamuda da olsun, bana ne? 700 sene Osmanlı ÅŸeriat ile idare edilmiÅŸtir. Türk halkı Yunus Emre ve Mevlana ile büyümüştür. ‘şeriat gelecek, Türkiye iÅŸte Ä°ran gibi olacak’ gibi ÅŸeyler… Bunlar tarih okumuyorlar..â€� biçiminde konuÅŸtuÄŸu,AKP Gaziantep Milletvekili ve Kadın Kolları BaÅŸkanı Fatma Å�ahin’in “….Bizim önceliÄŸimiz eÄŸitim hakkının verilmesidir.(…) Anayasada hizmet alan, hizmet veren diye bir düzenleme yaparsanız ihtiyaca cevap vermez. Kamuda çalışanların türban takması konusunu bugünden konuÅŸmak yanlış olur. Bir gün gelir, kurumsal mutabakat saÄŸlanır, ‘tüm yasakları kaldıralım’ noktasına gelinirse o gün kamuda çalışanların türban takması konuÅŸulabilir.(…) Adım adım gitmek lazım…â€� ÅŸeklinde beyanda bulunduÄŸu,Adalet ve Kalkınma Partisi Erzurum Ä°l BaÅŸkanlığı Danışma Meclisinin 3 ÅŸubat 2008 tarihli toplantısına katılan Erzurum Milletvekili Muzaffer Gülyurt’un öğretim üyelerinin cübbeleriyle yürüyüş yapmalarını eleÅŸtirerek, “Kutsal cübbeyi giyip başörtüsüne karşı yürüyenler gidip proje üretsinler. Birçok hoca akÅŸama kadar oturup para hesabı yapıyor. Ondan sonra da ‘başörtülüleri okula almayız’ diyorlar. Bu böyle olmaz. Bu zulümdür,â€� dediÄŸi,Adalet ve Kalkınma Partisi Erzurum Milletvekili Muhyettin Aksak’ın “Artık kimse haydi kızlar dışarı diyemeyecek. Önümüzdeki hafta bu ülkenin bütün gençleri okula rahatça gidebilecek. Ä°nÅŸallah bu beladan hep beraber kurtulacağız.â€� diye konuÅŸtuÄŸu,Yukarıdaki sözlerinden dolayı AKP Konya Milletvekili Hüsnü Tuna’nın ‘uyarı’ istemiyle Müşterek Disiplin Kurulu’na sevkedildiÄŸi, Gaziantep Milletvekili ve Kadın Kolları BaÅŸkanı Fatma Å�AHÄ°N hakkında AKP Grup Yönetim Kurulunun bir iÅŸlem yapılmamasının kararlaÅŸtırdığı,(Ek.129)42) Adalet ve Kalkınma Partisi Kurucu ve MKYK Ãœyesi olan Ä°stanbul Milletvekili Egemen Bağış’ın 2008 Ocak ayı içinde Konrad Adaneur Vakfı’nı davetlisi olarak gittiÄŸi Berlin’de bir gazetecinin türban konusundaki sorusu üzerine: “MHP Milletvekilleri Meclis kapısına kadar başörtüsü ile gelip, kapıda başını açıp giriyorlardı. Böyle çifte bir hayat yaÅŸamanın kime ne faydası olabilir. Ben bunu insanlık adına çok daha utanç verici buluyorum. Kapıya kadar gelecek bir milletvekili ve kapının aÄŸzında açacak ve çıkınca baÄŸlayacak. Bu daha saçma. Ama insanları bunu yapmak durumunda bıraktık Türkiye’deâ€�, dediÄŸi, gazetecinin, ‘Bu durumda siz Meclis çatısı altında başörtülü vekiller de bulunabilirler mi diyorsunuz?’ ÅŸeklindeki sorusunu ise “Mecliste görev yapan kimlerdir? Milletvekilleri, Kimin vekil, milletin vekili. O zaman millet neyse, vekil de o olmalıdır. Farklı olmamalı. Bu benim düşüncem. Partimin düşüncesini soruyorsanız, henüz bu konuyu konuÅŸmadık“ diye yanıtladığı, (Ek.130)43) Adalet ve Kalkınma Partisi Kurucu üyesi ve Kütahya Milletvekili Hüseyin TuÄŸcu’nun 2007 yılı Eylül ayında bir gazetecinin, “Son dönemde, devletten iÅŸ alacak müteahhitlerin eÅŸlerinin örtünmeye baÅŸladığı, hükümetin bu tür uygulamalarında da söz edilen iddialar var, bunlara ne diyorsunuzâ€� ÅŸeklindeki sorusunu “Evet tabiî ki bunlar olabilir, insanın olduÄŸu her yerde her ÅŸey mümkün… Elbette iÅŸ alacaksa kendine çeki düzen verecektir insan. Bu yönetimin durumuna göre ÅŸekillenecektir…â€� biçiminde yanıtladığı, (Ek.131)44) 2008 yılı ÅŸubat ayı içersinde, AKP Trabzon milletvekili Cevdet Erdöl’ün “başörtülü olarak okula alınmayan kız çocuklarının önündeki engellerin kaldırılması da ‘ haydi kızlar okula’ kampanyasının bir tamamlayıcı ayağı olacaktır. Ebeveynler kız çocuklarını okula göndermede daha istekli davranacaklardır.â€� dediÄŸi, bu beyanıyla; ilköğretim ve ortaöğretim çağındaki kız öğrencilere de türban serbestisi saÄŸlanacağının iÅŸaretini verdiÄŸi, ( Ek.167 )45) 2007 yılının Aralık ayında baÅŸlayıp 2008 yılının 14 Ocak’ında BaÅŸbakan Recep Tayyip ERDOÄ�AN’ın Ä°spanya’da yaptığı konuÅŸmada türbanı dinsel ve siyasal bir simge olarak tanımlaması ve üniversitelerde türbana serbesti tanınacağını açıklaması ve bundan sonra yaÅŸanan tartışmalar sürecinde 17.02.2008 tarihinde Kayseri’de AKP Gençlik Kolları Ä°l Kongresinde bir konuÅŸma yapan Genel BaÅŸkan Yardımcısı ve Manisa Milletvekili Hüseyin TANRIVERDİ’nin, basında çıkan haberlere tepki göstererek “Tepkilerin dozunu öylesine yükselttiler ki, ağızlarından akan salyalarıyla ‘TBMM’de kaosa kalkan 411 el’ diye manÅŸet attılar. Yazıklar olsun onlara. Bunlar kendi kiÅŸisel menfaat ve çıkarlarını düşündükleri için böylesi manÅŸet attılar. Buradan ifade ediyorum, milletvekili arkadaÅŸlarımla birlikte biz ellerimizi kaos için kaldırmadık. Türkiye’nin geleceÄŸi için kaldırdık ve bilesiniz ki sayın genel baÅŸkanımız baÅŸbakanımız ERDOÄ�AN ifade etti. Biz beyaz çarÅŸaflarımızla meclise geldik. Onun için siz varın, aÄŸzınızdan akan salyalarla manÅŸetler oluÅŸturun. Bunlar bizim için vız gelir, tırıs gider.â€� dediÄŸi, (Ek. 168)46) AKP Grup BaÅŸkan vekili Sadullah ERGÄ°N ile MHP Genel Sekreteri Cihan PAÇACI’nın 17 Å�ubat 2008 tarihinde Kanal 24’ün Ankara Masası programında gazeteci Å�amil TAYYAR ile TaÅŸkın KOÇ’un gündeme iliÅŸkin sorularını yanıtlarken Sadullah ERGÄ°N’in iki parti arasında gizli mutabakat imzalandığı ve mutabakatta çatlak olduÄŸu yönündeki iddiaları yalanladığı,söz konusu mutabakatın başörtüsü yasağını kaldıran anayasanın 10. ve 42. maddeleri ile YÖK yasasının ek 17. maddesinin deÄŸiÅŸikliÄŸine iliÅŸkin metne atılan imzadan ibaret olduÄŸunu söylediÄŸi, devamla “mutabakatın arkasındayız. Gizli hiçbir ÅŸeyimiz yok. Ek 17, anayasa deÄŸiÅŸiklikleri üzerine bina edilecek bir maddedir. Ne yapacağımız teknik bir konudur. Zamanlamasını beraber ayarlayacağız.â€� dediÄŸi, ( Ek. 169 )47) AKP Genel BaÅŸkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet FIRAT’ın, Anayasanın 10. ve 42. maddelerinde yapılan deÄŸiÅŸikliÄŸin henüz CumhurbaÅŸkanı tarafından imzalanıp yürürlüğe girmesinden önce 20.02.2008 tarihinde basına verdiÄŸi demeçte “Anayasanın 10. ve 42. maddelerinin deÄŸiÅŸtirilerek Yükseköğretimde türbanın önünü açan düzenlemenin yürürlüğe girmesi halinde buna uymayan rektör dâhil tüm yöneticilerin cezalandırılması için TCK’ya bir madde eklenmesi gerektiÄŸiniâ€� ifade ettiÄŸi, (Ek.170)48) CumhurbaÅŸkanı Abdullah GÃœL’ün Anayasanın 10. ve 42. maddelerinde deÄŸiÅŸiklik yapan yasayı onaylaması ve bahse konu yasanın 22 Ocak 2008 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girmesinden sonra, 2008 yılı ÅŸubat ayı içersinde TBMM Anayasa Komisyonu BaÅŸkanı Burhan KUZU’nun; “Uygulamaya üniversite yönetimleri ve YÖK karar verecek. (…). Derlerse ki ‘Anayasa deÄŸiÅŸikliÄŸi yeterli’, uygulamayı hemen baÅŸlatabilirler. ‘Bekleyelim’ derlerse ek 17. maddenin çıkmasını da bekleyebilirler.â€� dediÄŸi,AKP Grup BaÅŸkan Vekili Sadulah ERGÄ°N’ in de aynı konu ile ilgili olarak; “Hukuk devletinde hukuka saygılı olmak lazım. Artık uygulayıcıların da bu düzenlemeye uygun hareket etmesini umuyoruz. (…). YÖK Kanununun ek 17. maddesi konusunda MHP ile birlikte karar vereceÄŸiz.â€� diye söylediÄŸi, (Ek.171)49) YÖK BaÅŸkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya ÖZCAN’ ın 24.02.2008 gün ve 225 sayı ile üniversite rektörlerine gönderdiÄŸi bir yazıda, üniversitelerde türban serbestîsini getirmeyi amaçlayan Anayasanın 10. ve 42. maddelerine göre uygulama yapılabilmesi için ayrıca kanuni düzenlemeye ihtiyaç olmadığını bildirdiÄŸi, bir örneÄŸi İçiÅŸleri Bakanlığı ve valiliklere de gönderilen yazıda Anayasa deÄŸiÅŸikliÄŸi yapan kanun teklifindeki genel gerekçede “Yükseköğretim kurumlarında kılık kıyafetlerinden dolayı bazı öğrencilerin eÄŸitim ve öğretim hakkının engellenmesi kronik bir sorun haline gelmiÅŸtir.“ ifadesi kullanıldığı ,YÖK BaÅŸkanı Yusuf Ziya ÖZCAN’ın bahse konu genelgesinden sonra bazı üniversitelerde türbanlı öğrencilerin derslere alınmadığı, bunun üzerine YÖK BaÅŸkanı bir basın açıklaması yaparak türbana izin vermeyen rektörlerin kiÅŸi hak ve hürriyetleri açısından çifte suç iÅŸlediklerini; TCK’nın 106. maddesinde tanımlanan tehdit suçunu ve 112. maddesinde tanımlanan eÄŸitim ve öğretimin engellenmesi suçunu iÅŸlediklerini iddia ettiÄŸi,Bu geliÅŸmelerden sonra 28.02.2008 tarihinde toplanan Ãœniversitelerarası Kurul’un (ÃœAK) yayınladığı bildiride; YÖK BaÅŸkanının üniversitelerde gerilimi tırmandırdığı belirtilerek, “Cumhuriyetin temel nitelikleri, kiÅŸi hak ve hürriyetlerinin sınırlandırılmasına gerekçe gösterilemez. “ gibi sözlerle kiÅŸi hak ve özgürlüklerine sanki Cumhuriyetin temel nitelikleri engelmiÅŸ gibi asla kabul edilemeyecek ifadeler kullanması nedeniyle Türk üniversitelerini temsil edemez konuma geldiÄŸi için istifaya davet ediyoruz, denildiÄŸi,Türban konusunda yaÅŸanan kargaÅŸalar üzerine AKP Genel BaÅŸkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet FIRAT’ın, yasağı devam ettiren rektörlerin suç iÅŸlediÄŸini ileri sürerek savcıların harekete geçmesini, “Anayasa, kanunlar ve evrensel hukuk kaideleri ihlal edilerek genç kızlar giyim kuÅŸamlarından dolayı üniversitelerde eÄŸitim ve öğretim hakkından mahrum bırakılıyorâ€�(…) hukuk tanımazlık, aymazlık ve ceberut anlayışın bir sonucu anayasayı ihlal suçu dahil, TCK’nın birçok maddesinin ihlali anlamına geldiÄŸini, söylediÄŸi,Anayasa Taslağının tanıtımı için Fetullah Gülen’in himayesindeki bir kuruluÅŸun düzenlediÄŸi konferanslara katılmak üzere Profesör Dr. Ergun ÖZBUDUN, AKP milletvekili Cüneyt YÃœKSEL ile birlikte ABD’de bulunan Dengir Mir Mehmet FIRAT’ın, 5 Mart 2008 günü ‘Voice of America’ radyosuna verdiÄŸi mülakatta ‘türbanın serbest bırakılması ters tepkiler yaratabilir ya da başını örtmeyenler üzerinde baskılara neden olabileceÄŸi yolundaki kaygılar’la ilgili bir soru üzerine; “… Benim tavsiyem bu nevi korkular ile hayatını zehredenlerin, baÅŸkalarının hayatını zehretmelerinin ötesinde bir doktora baÅŸvurarak, bu fobilerinden kurtulmalarıdır. Yani başını örterek ne rejimin tehlikeye gireceÄŸini, kendisinin yaÅŸam tarzının tehlikeye girmeyeceÄŸini, ben inanıyorum ki bir psiyaktr kendilerine çok daha makul bir ÅŸekilde anlatırâ€� dediÄŸi,Dengir Mir Mehmet Fırat’ın, ABD’deki konferans programı çerçevesinde 04.03.2008 günü Colombia Ãœniversitesin’nde yaptığı konuÅŸmada; “türbanlı öğrencilerin üniversitelere alınmaması ile ilgili akılların karışmaması gerektiÄŸini belirterek, ÅŸu andaki yasalar çerçevesinde üniversitelere ‘çırılçıplak’ bile girilebilir,â€� demiÅŸ, devamla,(…)â€� Rektörlerin türbanlı öğrencilere üniversiteye almamakla anayasayı ihlal etmiÅŸlerdir.(…) ihbarlara raÄŸmen savcılar görevlerini yapmıyorlar.(…) anayasa ihlali ağır bir suçtur, Türk Ceza Kanununa göre bundan dolayı insan idam edilmiÅŸtir, bir baÅŸbakan idam edilmiÅŸtir, iki bakan idam edilmiÅŸtir, “ diye söylediÄŸi,TBMM Anayasa Komisyonu BaÅŸkanı Burhan Kuzu’nun, Anayasa’nın 10. ve 42. maddelerinde yapılan deÄŸiÅŸikliÄŸini Anayasa Mahkemesinin esastan inceleyeceÄŸi yorumlarını yapanlar için, “… böyle bir yorum yapmak beyinsizliktir, densizliktir…â€� dediÄŸi,AKP’nin kurucu üyesi Cüneyt ZAPSU’nun 5 Mart 2008 günü Almanya dönüşü uçakta gazetecilerin türbanla ilgili geliÅŸmeleri sormaları üzerine; “…Türban takanların sadece yüzde 50’si inancı yüzünden takıyor deseniz bile, bu yüzde 50’ye ‘türbanını çıkar demek, sokaktaki kadına donunu çıkar’ demekten farksızdırâ€� demiÅŸ, devamla “…Türkiye de türban nedeniyle ÅŸiÅŸmiÅŸ bir balon oluÅŸtu. ErdoÄŸan, üniversitelerde türbana izin vererek bu balonun patlamasını önledi, (…) Türkiye’de her zaman din istismarı yapan partiler olmuÅŸtur. ‘hatta bizimkiler bile yapmıştır, Ama dini öcü olarak göstermeye çalışarak siyasi prim yapmaya uÄŸraÅŸan partiler de var.â€� biçiminde beyanda bulunduÄŸu,YÖK BaÅŸkanlığının yasal deÄŸiÅŸiklik beklenmeksizin üniversitelere türbanlı öğrencilerin alınmasına dair talimatı ve bazı üniversite rektörlerinin söz konusu talimatın konusunun suç teÅŸkil ettiÄŸinden bahisle uygulamamaları karşısında, bazı siyasetçiler basına verdikleri demeçlerle türbana izin vermeyen üniversite rektörlerini eleÅŸtirdikleri, AKP Grup BaÅŸkan Vekili Bekir BOZDAÄ�’ın “Anayasa deÄŸiÅŸiklikleri uygulama kabiliyeti olan düzenlemelerdir. ‘Uygulamam’ deme hakkı hiç kimsede yoktur. Ek 17 sadece sınırlama getiriyor. “ dediÄŸi, (Ek. 174)50) Ãœniversitelerde türbanın serbest bırakılmasının yolunu açacak Anayasa deÄŸiÅŸikliÄŸinin yürürlüğe girmesinden önce ve sonra tartışmalar sürerken yurdun muhtelif yerlerinde, ortaöğretim kurumlarında, devlet hastanelerinde ve bazı kamu kurumlarında yasaÄŸa raÄŸmen türbanlı öğrencilerin serbestçe okullara girdikleri, hastaneler ve kamu kurumlarında memurlar, doktor ve hemÅŸirelerin türbanlarıyla görev yaptıkları basına yansıyan haberlerden izlenmiÅŸtir.Bu cümleden olarak;Ankara’da Cebeci EÄŸitim ve AraÅŸtırma Hastanesinin baÅŸhekimlik binasındaki mutemetlik ve matbu evrak deposu odalarında türbanlı personelin görev yaptığı,Kartal Ä°lçe Milli EÄŸitim Müdürü Eyüp ATASOY’un izinli olan sekreterinin yerine türbanlı bir kamu personeli çalıştırdığı,Ä°stanbul’da Haseki Ulviye Aygüler Çocuk PolikliniÄŸinde Ä°stanbul BaÄŸcılar EÄŸitim ve AraÅŸtırma Hastanesinde Ãœmraniye EÄŸitim ve AraÅŸtırma Hastanesinde Vakıf Gureba Hastanesinde çok sayıda saÄŸlık personelinin türbanlarıyla görev yaptıkları,Edirne AyÅŸe Kadın SaÄŸlık Ocağında Zeynep MAHMUT isimli bir doktorun türbanıyla görev yaptığı,Ä°stanbul Güngören’deki Ä°zzet Ãœnver Lisesi’nde çok sayıda türbanlı öğrencinin okula ve derslere girdiÄŸi ve öğretmenlerin müdahale etmedikleri,Bolu’da Zübeyde Hanım Kız Meslek Lisesi ile Ä°zzet Baysal SaÄŸlık Meslek Lisesi’nde çok sayıda kız öğrencinin okula ve derse türbanlarıyla girdikleri,Görülmüştür.Kamu kurumlarında türbanlı çok sayıda personelin görev yapması ve bazı liselerde de türbanlı öğrencilerin derslere girdiÄŸinin tespiti üzerine basına demeç veren AKP Grup BaÅŸkan Vekili Bekir BOZDAÄ�’ın “Kamu kurumları ve ortaöğretime yönelik bir çalışmamız, böyle bir niyetimiz yok. Anayasaya açık açık yazdık. Buna raÄŸmen hala bu noktada sorgulama yapanlar var. Görüntülerin çoÄŸunun yalan çıktığı, baÅŸka haberlerden de anlaşılıyor. Bu konuda süreci tıkamak isteyenlerin, iyi niyetten uzak gayretlerinin ürünü diye düşünüyorum.â€� dediÄŸi, gazetecilerin basında yer alan fotoÄŸrafları görüp görmediÄŸini sormaları üzerine Bekir BOZDAÄ�, “ Gördüm. Daha önce de gördüm. Hepsi yalan çıktı.â€� diye yanıtladığı,Çok sayıda saÄŸlık personelinin türbanla görev yaptıkları hususunun basına yansımasından sonra TBMM’de bu konuyla ilgili olarak verilen bir soru önergesine yanıt veren SaÄŸlık Bakanı Recep AKDAÄ�’ın, basına yansıyan fotoÄŸrafları kendisinin de gördüğünü, yerel yönetimlerin, vali ve kaymakamların görevlerinin bilincinde olduklarını, Anayasa deÄŸiÅŸikliÄŸi sonrasında farklı bir hava estirilmeye çalışıldığını söyleyerek “Türkiye’de son zamanlarda Anayasa deÄŸiÅŸikliÄŸi ile nerede, nasıl çekildiÄŸi belli olmayan, mekanı bile anlaşılmayan birtakım haberler yer alıyor. Devlet gazete haberleri ile yönetilmez. Bizim kamuyla ilgili tavrımız açık ve nettir. Ãœlkeyi yönetirken birtakım provokasyonlara gelmeyiz. Hiç kimsenin de provokasyonlara gelmemesini söylüyorumâ€� diye açıklama yaptığı,Yurdun muhtelif yerlerindeki çok sayıda saÄŸlık kuruluÅŸunda doktor, hemÅŸire vb, kamu görevlilerinin türbanlarıyla görev yaptıklarının basına yansımasından sonra SaÄŸlık Bakanlığı MüsteÅŸarı Orhan GümrükçüoÄŸlu imzasıyla 7 Å�ubat 2008 tarihinde bir genelge yayınlandığı, bahse konu genelgede; “…SaÄŸlık kurum ve kuruluÅŸlarımızın huzur ve sükunet içersinde hizmet verebilmesi ve mahremiyet haklarının korunması için kurum/kuruluÅŸ sahasında fotoÄŸraf ya da kamera çekimi yapılmaması, kurum/kuruluÅŸ amirinin onayı ve geçerli bir gerekçe olmadan bu tür faaliyetlere izin verilmemesi….â€� talimatı verilerek, saÄŸlık kurumlarındaki yasadışı uygulamaların gizlenmesine çalışıldığı,SaÄŸlık Bakanı Recep AKDAÄ�’ın Anayasa ve Yüksek Öğretim Kanununun ek 17. maddesinde yapılacak deÄŸiÅŸiklikten sonra, tıp fakültelerinin 6. sınıfında okuyan ‘intern’ denilen stajyer doktorların da başörtüsü takabileceklerini söylediÄŸi, (Ek. 175)BelirlenmiÅŸtir.f-Adalet ve Kalkınma Partili yerel yöneticiler ile partinin il, ilçe ve belde teÅŸkilatı yöneticilerinin laik devlet ilkesine aykırı eylem ve demeçleri1) 2004 yılında yapılan mahalli idareler seçimi sırasında NiÄŸde Ulukışla Ä°lçe teÅŸkilatı il genel meclisi üye adayları Ali UÄŸurlu, Kamil Ãœnal, Mustafa Burna ile belediye baÅŸkan adayı Ali Tekin, Cumhuriyet dönemi kastedilerek üzerine “İktidarla el ele-84 yıllık karanlığa sonâ€� yazılan araçla seçim propagandası yaptıkları, (Ek.132)2) Samsun ili Gazi Beldesi Belediye BaÅŸkanı Adalet ve Kalkınma Partili Süleyman Kaldırım'ın önsöz yazdığı ‘Muhtasar Ä°lmihal-Resimli Namaz Hocası’ adlı “gözleri ve ayakları saÄŸlam olmayanların cuma namazı kılamayacağı, insan pisliÄŸinin 3.2 gramdan fazlasının namaza mani olduÄŸu, ‘ah’ diye inlemenin, saç ve sakal taramanın da namazı bozduÄŸuâ€� gibi dini kuralların anlatıldığı 190 sayfalık kitabın ilköğretim okulu öğrencilerine 2005 yılı Eylül ayında bedava dağıtıldığı, (Ek.133)3) Dinar Ä°lçesi’nin ilahiyat kökenli Belediye BaÅŸkanı Adalet ve Kalkınma Partili Mustafa Tarlacı’nın, 2005 yılı Ramazan ayı boyunca 8 camide teravih namazı kıldırdığının öne sürülmesi üzerine ValiliÄŸin, buna izin veren 8 cami imamı hakkında soruÅŸturma açtırdığı, (Ek.134)4) Adalet ve Kalkınma Partisi Ä°zmir Yönetim Kurulu Ãœyesi Avukat AyÅŸe Yüreklitürk’ün Ä°zmir Ä°l Genel Meclisi'nin 2005 yılı Aralık ayında yapılan toplantısına türbanla gelerek, Adalet ve Kalkınma Partili meclis üyelerinin arasına oturduÄŸu, bu tutumunun ağır tartışmalara sebebiyet verdiÄŸi, (Ek.135)5) BaÅŸkanlığını APK’li Ahmet Genç’in yaptığı Eyüp Belediyesi’nce, 2005 yılında ÖSYM'nin yaptığı Kamu Personeli Seçme Sınavı'yla alacağı zabıta memurları için imam-hatip mezunu olma ÅŸartı getirdiÄŸi, (Ek.136)6) Adalet ve Kalkınma Partili Eyüp Belediye BaÅŸkanı Ahmet Genç’in, 2006 yılında 10.000 adet bastırdığı “…Örtünmemek elbette dinden çıkmak deÄŸildir. Sadece günahkar olmaktır. Ancak başörtülüye eÄŸitim ve sosyal sahalarda reva görülen muamele, sadece zulüm ve haksızlık olarak deÄŸerlendirilemez. Aynı zamanda Ä°slam dinini hatırlatan her ÅŸeye düşmanlıktır. Din ve vicdan özgürlüğüne açık bir müdahaledir" görüşlerini içeren “Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed" baÅŸlıklı broşür ile Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanlığının “Hz. Peygamberin Örnek Hayatıâ€� isimli kitabını okullarda izinsiz olarak dağıttığı, (Ek.137)7) Adalet ve Kalkınma Partili Eyüp Belediye BaÅŸkanı Ahmet Genç’in 2006 yılı ramazan ayında Eyüp Sultan Cami bahçesine kurulan ramazan çadırına 2820 sayılı Siyasi Partiler Yasasının 87. maddesine aykırı olarak ismini ve sıfatını içeren afiÅŸler astırttığı, tutanak tutulduÄŸu, (Ek.138)8) BaÅŸkanlığını AKP’li Mehmet Demirci’nin yaptığı Tuzla Belediyesince, 2006 yılında evlenen çiftlere üzerinde belediyenin ambleminin de yer aldığı ÅŸeriat hükümlerine göre yaÅŸamalarını ve bunun için cihat yapmalarını öneren Bursa UludaÄŸ Ãœniversitesi Ä°lahiyat Fakültesi öğretim üyesi Prof Dr Hamdi Döndüren tarafından yazılan 'Delilleriyle Aile Ä°lmihali' isimli kitabın dağıtıldığı, (Ek.139)9) BaÅŸkanlığını AKP’li Ahmet Misbah Demircan’ın yaptığı BeyoÄŸlu Belediyesi'nin, 2006 yılında ilköğretim öğrencilerine trafik kurallarını öğrenmesi amacıyla dağıtmak için kendisini "hoca" ve "ilahiyatçı" olarak isimlendiren Halis Ece’ye hazırlattığı ve önsözünü Belediye BaÅŸkanı Ahmet Misbah Demircan’ın yazdığı "Çocuklara Trafik Bilgileri ve EÄŸitimi" adlı trafik rehberinde, kazaların "takdir-i ilahi" olduÄŸunu belirtilerek, "Trafik kazaları kader deÄŸildir teraneleri, bizim tevhid, birlik esası üzerine kurulu inançlarımıza aykırı" denildiÄŸi, (Ek.140)10) BaÅŸkanlığını AKP’li Hüseyin Turan’ın yaptığı Silivri Belediyesince 2006 yılında belediye adına özel olarak bastırılan ve M.ErtuÄŸrul DüzdaÄŸ tarafından yazılan önsözünde Atatürk’ün kiÅŸiliÄŸine, ilke ve devrimlerine ağır saldırılar yapılan Mehmet Akif Ersoy’un “Safahatâ€� isimli kitabın ilçedeki tüm lise öğrencilerine bedava dağıtmak üzere belediyeye ait taşıtlarla okullara getirildiÄŸi ve Ä°lçe Milli EÄŸitim Müdürlüğünce dağıtım izni bulunmayan kitapların bir kısmının lisedeki öğrencilere dağıtımının yapıldığı, (Ek.141)11) AKP’li Kocaeli BüyükÅŸehir Belediye BaÅŸkanı Ä°brahim KaraosmanoÄŸlu’nun, 2006 tarihinde üzerinde kartviziti ve AKP logosu bulunan 5.000 adet Kuran-ı Kerim’i BüyükÅŸehir amblemini taşıyan çantalar içerisinde belediye personeli aracılığıyla kentte dağıttırdığı, (Ek.142)12) AKP’li Bolu Belediye BaÅŸkanı Alaaddin Yılmaz’ın 2004 yılı Kasım ve Aralık aylarında belediyenin görevleri içerisinde bulunmadığı halde belediye ait otobüsü seyyar mescit haline dönüştürdüğü ve bu eylemi nedeniyle hakkında soruÅŸturma izni verildiÄŸi, (Ek.143)13) Adalet ve Kalkınma Partisi Gençlik Kolları Ankara Ä°l BaÅŸkanlığı tarafından 2006 yılında KurtuluÅŸ semtinde, üzerinde 2820 Sayılı Siyasi Partiler Kanununun 87. maddesine aykırı olarak “HoÅŸ geldin Ya Å�ehr-i ramazanâ€�, “Adalet ve Kalkınma Partisiâ€�, “Gençlik Kollarıâ€�, “Her ÅŸey Türkiye içinâ€�, “Adalet ve Kalkınma Partisi Gençlik Kolları Ankara Ä°l BaÅŸkanlığı Ä°ftar Çadırıâ€� yazıları ile Adalet ve Kalkınma Partisi’nin amblemi ve genel baÅŸkanının dört ayrı fotoÄŸrafı bulunan iftar çadırı açıldığının belirlendiÄŸi, (Ek.144)14) Konya'nın SeydiÅŸehir ilçesinde, 18 Mart Çanakkale Å�ehitleri'ni Anma Günü nedeniyle düzenlenen ÅŸiir ve müzik yarışmasında birinci olan imam hatip lisesi öğrencilerine ödüllerinin verilmesi için okul bahçesinde düzenlenen törende konuÅŸma yapan AKP’li Belediye BaÅŸkanı Ä°brahim Halıcı’nın ''Ben de bu okulda okudum. O dönem okul çok kalabalıktı, ÅŸimdi azalmış. Ä°nÅŸallah bütün okullar imam hatip olacak'' dediÄŸi, (Ek.145)15) Denizli Endüstri Meslek Lisesi’nde sınıf tahtasına “şeriat gelecek, zulüm bitecekâ€� diye yazan ve namaz kıldığı için derslere geç giren öğrencisi Ä°mdat Niyaz’ı uyardığı için öldürülen Öğretmen Yusuf Batur’un bir caddeye verilen ismi AKP’li Denizli Belediye’si tarafından “Meclis Caddesiâ€� olarak deÄŸiÅŸtirildiÄŸi, adının yazılı olduÄŸu tabelaların yerinden söküldüğü,Yusuf Batur’un eÅŸi Ãœmmühan Batur’un söz konusu idari iÅŸlemin iptali için Denizli Ä°dare Mahkemesine açılan dava sonucunda hukuka aykırı meclis kararının iptaline karar verildiÄŸi, (Ek.146)16) Adalet ve Kalkınma Partisi Konya Milletvekili Halil ÃœRÃœN’ün danışmanlığını yürüten Ahmet Å�ükrü KILIÇ’ın; türbanlı olduÄŸu için 28 Å�ubat döneminde görevine son verildiÄŸi bildirilen eÅŸi Nilgün Kılıç’ın Adalet ve Kalkınma Partisi’nin 2003 Yılı Kasım ayında yapılan büyük kongresinde MKYK üyeliÄŸine seçilmesini “iÅŸte 28 Å�ubat’ın rövanşı diye ben buna derimâ€� ÅŸeklinde deÄŸerlendirdiÄŸi, (Ek.147)17) “Türbanlı Belediye BaÅŸkanı da olmalıâ€� çıkışıyla adı sıkça gündeme gelen AKP’li Isparta Belediye BaÅŸkanı Hasan BALAMAN’ın Ä°lköğretim öğrencilerine içinde Said-i Nursi propagandası yapılan bir kitap dağıttığı, ‘Küçük Gezgin, Güller Ve Halılar Diyarı Isparta’da’ adlı kitapta Said-i Nursi için ‘keskin zekası, harikulade hafızası yüzyılın mütefekkiri’ gibi övücü ifadeler kullanıldığı, belediye tarafından Bahattin ATAK’a hazırlatılan kitabın Ãœlkü Ä°lköğretim Okulunda 200 öğrenciye verildiÄŸi, ( Ek.172)18) AKP’li Isparta Belediye BaÅŸkanı Hasan Balaman’ın Isparta Müftülüğü tarafından düzenlenen ‘Hafızlık Taç Giyme Töreninde’ yaptığı konuÅŸmada; “… böyle bir ÅŸey olmaz. Yasak her yerden kalkmalı (…) başörtülü bir kadın da belediye baÅŸkanı, daire baÅŸkanı olabilmeli (…) imam hatipli bir kiÅŸinin hırsız veya uÄŸursuz olduÄŸu görülmemiÅŸtir.â€� dediÄŸi, (Ek.129)Tespit edilmiÅŸtir.g- Adalet ve Kalkınma Partisi hükümetlerinin laiklik ilkesine aykırı diÄŸer eylemleri1) Milli EÄŸitim Bakanlığı’nın, 13.8.1999 gün ve 23785 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren ''Milli EÄŸitim Bakanlığı Ä°lköğretim MüfettiÅŸleri BaÅŸkanlıkları YönetmeliÄŸiâ€�nde deÄŸiÅŸiklik yaparak 30 dan fazla maddesini deÄŸiÅŸtirdiÄŸi, YönetmeliÄŸin 42. maddesinde yapılan deÄŸiÅŸiklikle ilköğretim müfettiÅŸlerinin görev alanının yeniden belirlendiÄŸi, düzenleme ile “Milli EÄŸitim Yayınevleri ile öğretmenevleri, halk eÄŸitim merkezi ve akÅŸam sanat okullarıyla bunlara baÄŸlı kurslar, çıraklık eÄŸitim merkezleri, eÄŸitim araçları ve donatım merkezi ve akÅŸam sanat okulu müdürlükleri, rehberlik ve araÅŸtırma merkezleri ve saÄŸlık eÄŸitim merkezleri, hizmetiçi eÄŸitim enstitüleri ve akÅŸam sanat okulları ile hizmet içi eÄŸitim merkezleri, spor ve izcilik merkezleri, gençlik ve izcilik eÄŸitim tesisleri, Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanlığı’na baÄŸlı Kuran kursları, dernek ve vakıflarca açılan ve bakanlığın denetimi ve gözetimi altında bulunan gerçek ve tüzelkiÅŸilere (ÅŸirket) ait öğrenci yurtları''nın denetim görevinin ilköğretim müfettiÅŸlerinden alındığı, Yönetmelik deÄŸiÅŸikliÄŸi sonucu ilköğretim müfettiÅŸlerinin denetim alanlarının ''Okulöncesi eÄŸitim kurumları, ilköğretim kurumları, özel eÄŸitim gerektiren çocuklar için açılmış ilköğretim seviyesindeki okullar ve sınıflar, yetiÅŸtirici ve tamamlayıcı sınıflar ve kurslar, ilköğretim seviyesinde açılan öğrenci yetiÅŸtirme kursları, özel öğretim kurumlarına baÄŸlı, ilköğretim seviyesindeki dershane, kurs, etüt eÄŸitim merkezleri ve okulları, valilikçe uygun görülen bakanlığın gözetimi ve denetimine tabi diÄŸer okul/kurumlarda inceleme ve soruÅŸturma iÅŸleri.'' ile sınırlandırıldığı, böylece Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanlığı'na baÄŸlı Kuran kursları ile vakıf yurtlarının denetiminin ilköğretim müfettiÅŸlerinin görev alanından çıkarılarak, Kuran kurslarını denetleme görevinin Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanlığı’na baÄŸlı murakıplara bırakıldığı,Danıştay'ın yönetmelik deÄŸiÅŸikliÄŸini iptal etmesi üzerine, yönetmelikte yeniden bir deÄŸiÅŸiklik yapıldığı, Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanlığı'na baÄŸlı ilköğretimin 5. sınıfını bitiren öğrenciler için açılan yaz Kuran kursları ilköğretim müfettiÅŸlerinin denetim kapsamına alınırken diÄŸer Kuran kursları ile dernek ve vakıflarca açılan öğrenci yurtlarının yine denetim kapsamı dışında tutulduÄŸu, (Ek.148)2) Milli EÄŸitim Bakanlığı, Açık Öğretim Lisesi YönetmeliÄŸi’nde 2006-2007 öğretim yılından itibaren geçerli olmak üzere Ä°mam Hatip Lisesi öğrencileriyle ilgili önemli bir düzenleme yaparak, Ä°mam Hatip Lisesi son sınıf öğrencileri ya da mezunlarının, Açık Öğretim Lisesinde bir dönem öğrenim gördükten sonra Öğrenci Seçme Sınavı’nda (ÖSS) istedikleri alandan sınava girebilmelerine olanak tanındığı, YönetmeliÄŸin 14 Aralık 2005 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdiÄŸi,14.12.2005 tarih ve 26023 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Milli EÄŸitim Bakanlığı Açık Öğretim Lisesi YönetmeliÄŸinin bazı maddelerinin yürürlüğünün durdurulması ve iptali istemiyle YÖK tarafından açılan davada Danıştay 8. Dairesi 7.2.2006 gün ve 2005/6384 Esas sayılı kararla istemi yerinde görerek yürütmenin durdurulması kararı verdiÄŸi, Milli EÄŸitim Bakanlığının bu karara kadar yapılan yeni kayıtların geçerli ocağına dair iÅŸlemin de iptali amacıyla YÖK tarafından açılan davada Danıştay 8. Dairesi 7.6.2006 gün ve 2006/1249 Esas sayılı karar ile iÅŸlemin yürütmesinin durdurulmasına hükmettiÄŸi, (Ek.149)3) 8.11.2003 tarihli resmi gazetede yayımlanan “Milli EÄŸitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu BaÅŸkanlığı YönetmeliÄŸinde DeÄŸiÅŸiklik Yapılmasına Dair Yönetmelikâ€�in 15. maddesinin kaldırıldığı, kaldırılan madde hükmünün “Gençleri Cumhuriyet esaslarına göre hazırlayacak ve okullarda milli terbiyeyi kuvvetlendirecek tedbirleri almakâ€� ÅŸeklinde olduÄŸu, (Ek.150)4) Fakir ve baÅŸarılı öğrencilerin Devletçe özel okullarda okutulmasıyla ilgili yönetmelik hakkında Danıştay’ca yürütmenin durdurulması kararı verildiÄŸi, bunun akabinde aynı konuda çıkartılan 31.7.2003 tarih ve 4967 sayılı Yasanın da CumhurbaÅŸkanı tarafından bu okullara alınacak öğrenci yapısı ve öğretmenler gözetilerek, devlet niteliklerine aykırılık söz konusu olacağı gerekçesiyle veto edildiÄŸi, (Ek.151)5) Milli EÄŸitim Bakanlığının (MEB), Å�ubat 2002 tarihli TebliÄŸler Dergisi'nde yayımlanan Merkezi Sistem Sınav Yönergesi'ni yenileyerek Ortaöğretim Kurumları Sınavı (OKS), devlet parasız yatılılık ve bursluluk, açık öğretim okulları, motorlu taşıt sürücü adayları sınavlarıyla resmi, özel kurum ve kuruluÅŸlarla imzalanan protokollere göre yapılan seçme, yerleÅŸtirme, atama, görevde yükselme, unvan deÄŸiÅŸikliÄŸi ve benzeri sınavlarla ilgili esasları yeniden düzenlediÄŸi, mevcut yönergede MEB'in yaptığı merkezi sınavlara adayların girebilmesi için 'baÅŸ açık' olması gerektiÄŸi belirtilirken, Mayıs 2006-2584 sayılı TebliÄŸler dergisinde yayımlanan 19.4.2006 gün ve 5855 sayılı Merkezi Sistem Sınav Yönergesi’nde bu ifadenin kaldırıldığı, mevcut Yönergenin 10/ı maddesinde yer alan “Tüm sınav görevlilerinin, yürürlükteki mevzuata uygun kılık ve kıyafet ile görevlerine gelmelerini, örgün ilk ve orta öğretim kurumlarında öğrenim gören adayların merkezi sistem sınavlarına başı açık, temiz, düzenli ve aşırılığa kaçmayan bir kıyafetle girmelerini saÄŸlamakâ€� maddesi, yeni Yönergenin 11/i maddesi ile 'Adayların temiz, düzenli ve aşırılığa kaçmayan bir kıyafetle sınava girmelerini saÄŸlar' ifadesiyle deÄŸiÅŸtirildiÄŸi,EÄŸitim-İş’in, Milli EÄŸitim Bakanlığının 19.4.2006 gün ve 5855 sayılı Merkezi Sistem Sınav Yönergesi’nin 11/i hükmünün iptali amacıyla açtığı dava sonucu, Danıştay 8. Dairesinin 3.8.2006 gün ve 2006/3481 Esas sayılı hükmü ile “Kararda, dava konusu yönerge ile yürürlükten kaldırılan Milli EÄŸitim Bakanlığı Merkezi Sınav Yönergesinin, Sınav Görevlileri ve Sorumları baÅŸlıklı 10. maddesinin Bina Sınav Komisyonu KuruluÅŸu ve Görevleri bölümünün ( ı) bendinde yer alan ; “Tüm sınav görevlilerinin, yürürlükteki mevzuata uygun kılık ve kıyafet ile görevlerine gelmelerini, örgün ilk ve orta öğretim kurumlarında öğrenim gören adayların merkezi sistem sınavlarına başı açık, temiz, düzenli ve aşırılığa kaçmayan bir kıyafetle girmelerini saÄŸlamakâ€� hususunun bina sınav komisyonunun görevleri arasında sayıldığı, dava konusu olan ve eski düzenlemeyi yürürlükten kaldıran yeni yönergede aynı baÅŸlığı düzenleyen 11. maddesinin (i) bendinde ise, Sınav Komisyonuna “sınava başı açıkâ€� girilmesinin saÄŸlanması görevinin yüklenmesinin eksik bırakıldığı, yeni yönergeden “başı açıkâ€� ibaresinin “çıkarılarak soyut ve genel ifadelereâ€� yer verilmesinin,â€� hukuka aykırı bulunduÄŸu gerekçesiyle sözü edilen yönergenin 11/i maddesinin iptaline karar verdiÄŸi,Danıştay Ä°dari Dava Daireleri Kurulunun, Danıştay 8. Dairesi’nin kararına MEB’in yaptığı itirazı da reddettiÄŸi, (Ek.152)6) 7.12.2004 günü yürürlüğe giren 5272 sayılı Belediye Kanununun 15. maddesinin 1. fıkrası “gayrisıhhi müesseseler ile umuma açık istirahat ve eÄŸlence yerlerini ruhsatlandırmak ve denetlemekâ€� görevini belediyelere, belediye sınırları dışında ise 5320 sayıl Ä°l Özel Ä°daresi Kanununun 7. maddesi mucibince “İl Özel Ä°daresiâ€�ne verdiÄŸi,24.11.2004 tarih ve 5259 sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu ile Bazı Kanunlarda DeÄŸiÅŸiklik Yapılması Hakkında Kanun ile 4.7.1934 gün ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanununun 6, 7, 8, 12. maddeleri, 8.6.1942 gün 3572 sayılı Ä°ÅŸyeri Açma ve Çalışma Ruhsatlarına Dair Kanun Hükmünde Kararnamenin DeÄŸiÅŸtirilerek Kabulüne Dair Kanunun 3. maddesinin a bendi, 14.6.1989 tarih ve ve 4250 sayılı Ä°spirto ve Ä°spirtolu İçkiler Ä°nhisarı Kanunun 19. maddesinin ikinci fıkrasında yapılan deÄŸiÅŸikliklerle içkili yerlerin ruhsatlandırılması görevinin belediye ve il özel idarelerine verildiÄŸi, yasalarda yapılan bu deÄŸiÅŸiklik üzerine Ä°ÅŸyeri Açma ve Çalışma Ruhsatlarına Ä°liÅŸkin Yönetmelik hazırlanarak 10.8.2005 tarih ve 25902 sayılı Resmi Gazete’de yayımlandığı,Ä°ÅŸyeri Açma ve Çalışma Ruhsatlarına Ä°liÅŸkin Yönetmelik hükümlerinin uygulanmasına iliÅŸkin İçiÅŸleri Bakanlığı Mahalli Ä°dareler Genel Müdürlüğü’nün 14.10.2005 gün ve 82663- 2005/107 sayılı genelgesinde; “10.8.2005 tarih ve 25902 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Ä°ÅŸyeri Açma ve Çalışma Ruhsatlarına Ä°liÅŸkin YönetmeliÄŸin 29. maddesine göre içkili yer bölgesi mülki amirlerin genel güvenlik ve asayiÅŸ durumu hakkındaki görüşü doÄŸrultusunda belediye sınırları ve mücavir alanlar içinde belediye meclisince, bu sınırlar dışında il genel meclisince tespit edilecektir. Ancak, içkili yer bölgesinin bir belediye sınırı dahilinde birden çok alanda tespit edilmesine engel bir husus yoktur. Bununla beraber, içkili yer bölgesi adres ve nokta iÅŸyeri olarak deÄŸil bölge olarak tespit edilmelidir. Dolayısıyla iÅŸyeri ve adres bazında içkili yer bölgesi tespitinin yapılması YönetmeliÄŸin genel düzenlemesine ve bölge tespitinden beklenen amaca aykırıdır. Çünkü bar, gazino, pavyon vb içkili eÄŸlence yerlerinde, gerek müşterilerin gerekse iÅŸyeri çalışanlarının sebep olduÄŸu çeÅŸitli asayiÅŸ olaylarının meydana gelmesi veya yüksek sesle müzik yapılması gibi nedenlerle çevreye rahatsızlık verildiÄŸinden, bu gibi yerlerin kolluk veya zabıtaca sürekli kontrol ve denetim altında bulundurulması gerektiÄŸi için bölgesel tespit yapılması esas alınmıştır. DiÄŸer yandan, gerek imar planında gerekse ÅŸehir planlarında park alanları, okul bölgeleri, spor alanları, kültürel merkezler yanında oyun ve eÄŸlence merkezlerinin açılabileceÄŸi alanların da belirlenmesi, hem ÅŸehrin düzenli geliÅŸimini, hem de kiÅŸilerin yaÅŸam alanlarında huzurlu ve güven içerisinde bulunmalarını saÄŸlayacaktır. Bu çerçevede, kiÅŸilerin huzur ve sükunu ile beden ve ruh saÄŸlığını temin edecek bir çevre oluÅŸturulması, umuma açık istirahat ve eÄŸlence yerlerinin daha etkin bir ÅŸekilde kontrollerinin yerine getirilmesi esas alınarak, bu tür iÅŸ yerlerinin özellikle konut ve yerleÅŸim alanları ile gürültüye duyarlı kurumların bulunduÄŸu yerlerde açılmaması, bunların ÅŸehir içerisinde veya yakınında konutlardan ayrılmış, özel olarak bu ÅŸekilde faaliyet gösteren iÅŸletmelere tahsis edilmiÅŸ, alt yapısı, ulaşım hizmetleri buna göre yapılmış ayrı bir bölgede, tarihi kültürel ve turistik özellikler taşıyan cadde ve sokaklarda veya içerisinde sadece iÅŸyerlerinin bulunduÄŸu iÅŸ merkezi, pasaj gibi yerlerde açılabilmesine yönelik bölge tespitlerinin yapılması saÄŸlanmalıdır. Bu itibarla içkili yer bölgesi tespiti yapılırken, Yönetmelikte yer alan hükümler dışında yukarıdaki açıklamalarında dikkate alınarak, iÅŸletmelerden gelen içkili yer bölgesine dâhil edilme taleplerinin her iÅŸletme için deÄŸerlendirilmesi yerine toplu olarak ve bölgesel çapta ele alınması hususuna dikkat edilmelidir. Ayrıca daha önce içkili yer bölgesi olarak tespit edilen bölgelerin kaldırılması veya daraltılması yoluna gidilmesinde de iÅŸletmelerin kazanılmış haklarına uyulması gerekmektedir.â€� denildiÄŸi,Yapılan bu düzenlemeler üzerine Belediyelerin, YönetmeliÄŸe ve YönetmeliÄŸe aykırı çıkarılan genelge hükümlerine göre iÅŸlemler yaptığı, “ruhsat iptali, yeni ruhsat verilmemesi, eÄŸlence vergisi ve hafta tatili ruhsat harcı artırımına gidilmesi, içkili yerlerin kent dışındaki alanlarda toplanmalarına zorlanmalarıâ€� uygulamalarının baÅŸlatıldığı, içki içilmesi ve satılmasını kısıtlama kampanyasına dönüştürüldüğü, resmi kurumlara ait sosyal tesislerde içki yasağı uygulamasına baÅŸlandığı,İçiÅŸleri Bakanlığı Mahalli Ä°dareler Genel Müdürlüğü’nün 14.10.2005 tarihli genelgesinin iptali amacıyla Ankara Barosu’nun açtığı davada, Danıştay 8. Dairesi 7.3.2007 gün ve 2005/6261 Esas, 2007/1246 Karar sayılı hükmü ile; genelgenin Bakanlar Kurulu'nca 10 AÄŸustos 2005'te çıkarılan 'Ä°ÅŸyeri Açma ve Ruhsatlarına Dair Yönetmelik'e aykırı hükümler içerdiÄŸini, genelgede içkili yerler için "konut ve yerleÅŸim alanlarında, konutlardan ayrılmış, özel olarak bu ÅŸekilde faaliyet gösteren iÅŸletmelere tahsis edilmiÅŸ, altyapısı, ulaşım hizmetleri buna göre yapılmış ayrı bir bölge" tanımları yapılarak, üst hukuk normu olan yönetmelikte sayılmayan kısıtlamalara yer verildiÄŸi, genelgenin sadece yasal deÄŸiÅŸiklikleri açıklamaya yönelik olarak çıkarılma amacının aşıldığı, içkili yer bölgesiyle ilgili yönetmelikte olmayan yeni kısıtlamalar getirilmesinin, üst hukuk normlarına aykırı olduÄŸu gerekçeleriyle genelgeyi hem içerik, hem de ÅŸekil açısından iptal ettiÄŸi, (Ek.153)7) SaÄŸlık Bakanlığı'nca hazırlanan SaÄŸlık KuruluÅŸları Ruhsatlandırma YönetmeliÄŸi Tasarısı’nın 113. maddesinde birinci basamak saÄŸlık kuruluÅŸlarında, hastaların dini gereklerini yerine getirebilecekleri mekânlar ayrılmasının öngörüldüğü, (Ek.154)8) Devlet Planlama TeÅŸkilatı'nın 9. Kalkınma Planı hazırlıkları kapsamında oluÅŸturulan Gelir Dağılımı ve Yoksullukla Mücadele Özel Ä°htisas Komisyonun taslak raporunda, "zekat" sisteminin özel kurum ve teÅŸkilatına kavuÅŸturulması, bu amaçla "Zekat MaÄŸazalar Zinciri" oluÅŸturulması önerisinde bulunulduÄŸu, (Ek.155)9) 13.6.2006 gün ve 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanununun “Mükelleflerâ€� baÅŸlıklı 2. maddesinin beÅŸinci fıkrasında; “Dernek veya vakıflara ait iktisadî iÅŸletmeler: Dernek veya vakıflara ait veya baÄŸlı olup faaliyetleri devamlı bulunan ve bu maddenin birinci ve ikinci fıkraları dışında kalan ticarî, sınaî ve ziraî iÅŸletmeler ile benzer nitelikteki yabancı iÅŸletmeler, dernek veya vakıfların iktisadî iÅŸletmeleridir. Bu Kanunun uygulanmasında sendikalar dernek; cemaatler ise vakıf sayılır.â€� hükmü getirilerek, cemaat kavramının yasalara girdiÄŸi, (Ek.156)10) Diyanet Ä°ÅŸleri ile Milli EÄŸitim Bakanlığı'nın denetim ve gözetiminde yaz Kuran kurslarının açılması, halen Diyanet'in kış aylarında düzenlediÄŸi Kuran kurslarına gitmek için gereken ilk ve ortaöğretimi bitirmiÅŸ olma, yani 15 yaÅŸ ve yaz aylarında aranan 12 yaÅŸ sınırı ÅŸartının kaldırılmasının öngörüldüğü yasa teklifinin TBMM BaÅŸkanlığı'na sunulduÄŸu, (Ek.157)11) Milli EÄŸitim Bakanlığı tarafından hazırlanan 14.12.2005 gün ve 26023 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren “Milli EÄŸitim Bakanlığı Açık Öğretim Lisesi YönetmeliÄŸiâ€�nin amaçlarının açıklandığı 5/a maddesinde; “İlköğrenimini tamamlayan, ancak orta öğretime devam edemeyenler ile orta öğretimden ayrılan, mezun olan ve yüksek öğretimden ayrılan veya mezun olanlara farklı alanlarda öğrenim görme fırsatı vererek eÄŸitim-öğretim imkanı saÄŸlamakâ€�, Diploma baÅŸlıklı 35. maddesinde; “Lise’den mezun olanlara, bitirdikleri program türüne göre diploma verilir.â€� Kılık ve kıyafet baÅŸlıklı 45. maddesinde “Sınavlarda kılık-kıyafetin, öğrencinin rahatlıkla tanınmasını saÄŸlayacak ÅŸekilde sade ve temiz olması esastır. hükümleri getirilmiÅŸ, böylece açık öğretimin kural, örgün öğretim ise istisna haline getirilerek, meslek lisesi mezunlarına (imam-hatip lisesi) çift diploma edinmeleri suretiyle üniversiteye giriÅŸte 1999 yılından beri uygulanan meslek liseleri ve düz lise mezunları arasında uygulanan katsayı uygulamasının bertaraf edilmesi imkanının saÄŸlandığı, ayrıca öğrencilerin türbanlı, sakallı olarak derslere devam etmeleri olanağının tanındığı,Bahsedilen YönetmeliÄŸin bazı maddelerinin iptali ve yürütmesinin durdurulması istemiyle Yükseköğretim Kurulu BaÅŸkanlığı ve EÄŸitim-Sen’in Danıştay 8. Dairesine dava açtıkları,Danıştay 8. Dairesi Yükseköğretim Kurulu BaÅŸkanlığının açtığı davada 7.2.2006 tarihli karar ile dava konusu edilen Yönetmelik maddelerinin yürütmesini durdurduÄŸu, 7.3.2007 gün ve 2005/6384 Esas, 2007/1259 sayılı karar ile de YönetmeliÄŸin 5/a, 15/b-c, 18/c, 20/b-e, 25/2, 26/b, 26/son paragraf, 32/2 ve geçici 4. maddelerini iptal ettiÄŸi, EÄŸitim-Sen tarafından açılan davada da 7.3.2007 gün ve 2005/6465 Esas, 2007/1257 sayılı karar ile; YönetmeliÄŸin 5/a, 15/b-c, 20/b-e, 25/2, 26/b ve son paragraf, 32/2 ve geçici 4. maddenin iptaline karar verildiÄŸinden yeniden karar verilmesine yer olmadığına, 22, 45, 46/1, 35/d, 41. maddelerinin ise iptaline karar verdiÄŸi,Milli EÄŸitim Bakanlığının, Danıştay 8. Dairesinin 7.2.2006 tarihinde verdiÄŸi YönetmeliÄŸin dava konusu edilen maddelerinin yürürlüğünün durdurulması kararını etkisiz kılmak amacıyla 1.3.2006 tarihinde, YönetmeliÄŸin yayımlanmasından sonra açık öğretim liselerine kayıt yaptıranların kazanılmış haklarının korunacağını duyurduÄŸu, Yükseköğretim Kurulu BaÅŸkanlığı bu idari iÅŸlemin de hukuka aykırı bulunduÄŸu gerekçesiyle yürütmesinin durdurulması ve iptali istemiyle açtığı davada Danıştay 8. Dairesi 7.6.2006 gün ve 2006/2349 Esas, 2006/1249 Karar sayılı hükümle ile 1.3.2006 tarihli iÅŸlemin de yürütmesinin de durdurulmasına karar verdiÄŸi,Buna karşın, 24.6.2007 tarihinde Milli EÄŸitim Bakanlığı'nca (MEB) düzenlenen açıköğretim lisesi sınavlarına bazı öğrencilerin türbanla katıldıkları,Alanya’daki Açık Lise sınavlarına türbanla girenleri rapor eden ve buna izin veren okul müdürleri hakkında suç duyurusunda bulunan 3 öğretmen hakkında Antalya Milli EÄŸitim Müdürlüğünce soruÅŸturma açıldığı, konuyu araÅŸtıran Milli EÄŸitim Müdürlüğü MüfettiÅŸleri, ÅŸikayete konu olan müdürler için yapılacak herhangi bir iÅŸlem olmadığına karar verdikleri, Alanya Kaymakamlığının da müfettiÅŸ raporları doÄŸrultusunda ÅŸikayetin iÅŸleme konulmaması yönünde karar aldığı, bunun üzerine Antalya Milli EÄŸitim Müdürlüğünün ÅŸikayetçi olan 3 öğretmen için ‘toplu dilekçe verdikleri iddiasıyla’ valilikten soruÅŸturma izni aldığı, öğretmenler hakkında görevlendirilen müfettiÅŸlerce soruÅŸturmaya baÅŸlandığı, (Ek.158)12) Ãœniversitelerde türban yasağının kaldırılması ve diÄŸer yandan serbestliÄŸin tüm kamusal alana taşınması tartışmalarının yapıldığı 2008 yılı ocak ayı içinde yapılan açık öğretim lisesi sınavlarına baÅŸta Ankara olmak üzere, Erzurum, Edirne, Denizli, Konya ve Ä°zmir’ de çok sayıda öğrencinin sınavlara türbanla girmesinin saÄŸlandığı, hatta bu öğrenciler arasında çarÅŸaflı kiÅŸilerin de sınava alındığı,Denizli ve Ankara Cumhuriyet Lisesi'nde yapılan Açık Ä°lköğretim Okulu sınavlarında salona başörtüleriyle alınan bazı öğrencilerin, sınavın baÅŸlamasına dakikalar kala görevlilerce dışarı çıkarıldıkları, ancak öğleden sonra yapılan sınavlara ise alındıkları,Ankara Sincan Ä°mam Hatip Lisesi'nde, 13 Ocak 2008 Pazar günü yapılan Milli EÄŸitim Bakanlığı Açık Ä°lköğretim Okulu sınavına türbanlıların hatta "çarÅŸaflı" bir kiÅŸinin alındığı, bu hususta herhangi bir iÅŸlem yapılmadığı, okul ya da milli eÄŸitim müdürlüğü yetkililerinin duruma herhangi bir müdahalesinin olmadığı, (Ek.159)13) Türbanın yükseköğretim kurumlarında serbestçe takılmasına olanak saÄŸlamak üzere Anayasanın 10 ncu ve 42 nci maddelerinde deÄŸiÅŸiklik yapılmasını içeren kanun teklifinin Adalet ve Kalkınma Partisi ile Milliyetçi Hareket Partili milletvekillerinin imzalarıyla, aynı amaca yönelik olarak 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunun Ek 17 nci maddesinde deÄŸiÅŸiklik yapılmasına dair kanun teklifinin ise her iki partili yedi milletvekilinin imzalarıyla 29.01.2008 ve 30.01.2008 tarihlerinde TBMM’ne sunulduÄŸu, 2547 sayılı Kanun’da deÄŸiÅŸiklik yapılmasına iliÅŸkin kanun teklifinde Adalet ve Kalkınma Parti Milletvekilleri Bekir BozdaÄŸ, Sadullah Ergin, Nurettin Canikli, Mustafa ElitaÅŸ ve Nihat Ergün’ün imzalarının bulunduÄŸu, (Ek.160)14) Prof. Dr. Ä°rfan ERDOÄ�AN’ın Talim Terbiye Kurulu BaÅŸkanlığı, Ali Ä°lker GÃœMÃœÅ�ELİ’nde baÅŸkan yardımcılığı görevinden Milli EÄŸitim Bakanı Hüseyin ÇELÄ°K’le izlenen çizgide uyuÅŸamadıklarından ayrıldıkları, müfredat konusunda iÅŸinin ehli olmasına deÄŸil, talimatla kitap onaylayıp onaylamayacağına bakılarak kurula üye atandığı, bunun da günün koÅŸullarından, bilimsellikten, çaÄŸdaÅŸlıktan ve Atatürkçülük’ten uzak öğelerle dolu kitapların çıkmasına yol açtığı, Talim Terbiye Kurulu’na danışılmaksızın tepeden inme bir yöntemle MEB Personel Genel Müdürü Remzi KAYA tarafından kurula üye görevlendirildiÄŸi, yine Talim Terbiye Kuruluna sorulmaksızın görevlendirilen 33 kiÅŸinin Cumhuriyet devrimlerine aykırı faaliyetleriyle bilinen EÄŸitim Bir-Sen’e üye olanlar arasından seçildiÄŸi, okutulan kitapların ve müfredat içeriÄŸinin eksik ve yanlışlarla dolu olduÄŸu, Türkçe kitapların da sihir, peri, büyü gibi soyut ve gerçekten uzak kavramlara yer verilirken devrim tarihi ve Atatürkçülük dersinin içeriÄŸinin ise Osmanlı yanlısı bir tutumla verildiÄŸi,( Ek.173)BelirlenmiÅŸtir.3- İç Hukuk ve Avrupa Ä°nsan Hakları Mahkemesinin Siyasi Parti Kapatma Davalarında Esas Aldığı Ölçütler de Nazara Alınarak Eylemlerin DeÄŸerlendirilmesiLaiklik gerek Anayasa Mahkemesi, gerekse Ä°HAM’ne göre, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin deÄŸiÅŸmez ve temel ilkelerinden birisi olup; hukuk ve insan haklarına verilen önem ile aynı karede yer almaktadır. Bu ilkeye saygı duymayan hiçbir hareket kabul edilemez ve koruma göremez(RP/Türkiye Daire Kararı, Kalaç/Türkiye kararı)Batıda laisizm ruhban sınıfına karşı halkı korumak, ruhban sınıfının iktidarına son vermek için geliÅŸtirilmiÅŸ bir ilkedir. Yüzlerce yıl süren mücadeleler ve deneyimlerden sonra tartışma konusu olmaktan çıkarılıp genel bir kabul gördüğünden, bazı batı anayasalarında laikliÄŸe ağırlıkla yer verilmesine gerek bile duyulmamıştır. Türkiye, nüfusunun çoÄŸunluÄŸu Müslüman olan milletler arasında laiklik ilkesini Anayasasına alan ilk Cumhuriyet olduÄŸundan, laiklik Türkiye Cumhuriyetinin esasını oluÅŸturmakla, diÄŸer devrimler de bu ilkeler üzerine yapılandırılmış olup, ilk ve yeni olan bu ilkenin daha çok korunması gerekmekle Türkiye’deki laisizm, batıdakinden farklı ve yaÅŸamsal bir yapıya sahip bulunduÄŸundan, toplumca içselleÅŸtirildiÄŸinden Türkiye’nin bu tehdit ve tehlikeler karşısında gerekli koruma önlemlerini alma hakkı bulunmaktadır. Bu noktada davalı partinin dinsel simgelere getirilen yasağın sadece Türkiye ile sınırlı olduÄŸuna iliÅŸkin iddiası yanıltıcıdır. Batıda da her devlet kendi toplumunun kamu düzeninin gereklerine göre tedbirler almak ve uygulamak durumundadır. Nitekim Avrupa’da en fazla Müslüman nüfus barındıran devletlerden Fransa’da türbanı okullarda ve kamusal alanda yasaklamıştır. Almanya’da bazı eyaletlerde yasaklanmış, diÄŸer bazı eyaletlerde de yasaklanması tartışılmaktadır. Ä°sviçre ve Belçika’da da benzer yasaklar vardır ve en son Ä°spanya ve Hollanda’da türbanın belli alanlarda yasaklanmasına karar verilmiÅŸtir.Siyasal Ä°slam, yalnızca kiÅŸi ile tanrı arasındaki alanla sınırlı kalmayıp, devlet ve toplum düzenini de kapsamına alma iddiasında olmakla, totaliterdir. Dolayısıyla Türkiye Cumhuriyetinde siyasal Ä°slam’ı esas alan partilerin Avrupa’daki Hıristiyan demokrat partilerle benzerliÄŸi söz konusu deÄŸildir.Türkiye’de siyasal Ä°slamcı akımların ve aynı esasa dayalı politikalarıyla davalı siyasi partinin nihai amaçlarının hukuk devleti yerine, dini esaslara dayalı bir devlet sistemi kurmak (ÅŸeriat) olduÄŸu görülmüştür. Bu amaca ulaşıncaya kadar “takiyyeâ€� yöntemini kullanacakları kendi ifadeleriyle açıklanmaktadır. Tabanlarından gelen baskı karşısında sabır ve itidal tavsiyeleri bunun iÅŸaretidir. Oysa ÅŸeriat düzeni Anayasa, Ä°HAS ve buna baÄŸlı olarak Avrupa kamu düzeni ile hiçbir biçimde baÄŸdaÅŸmamaktadır.Bu yolda siyasal Ä°slam'ın ya da Türkiye’ye giydirilmek istenen “ılımlı Ä°slamâ€� modelinin bir ÅŸeriat devletine dönüşmesi ve gerekirse bu yolda Ä°slami terörün de kullanılması uzak bir olasılık deÄŸildir. Nitekim yakın tarihte bölgemizde geçiÅŸ dönemi örneÄŸi olarak, sıkça öne çıkarılan kimi devletlerin daha sonra kaçınılmaz biçimde radikal bir deÄŸiÅŸikliÄŸe uÄŸrayarak köktendinci bir rejime dönüştüğü görülmüştür.Å�eriat, Müslümanların kendi aralarındaki ve diÄŸer dinlere mensup olanlarla arasındaki iliÅŸkilere uygulanan bir hukuk sistemidir (RP/Türkiye Kararı). Ä°slam’ın düzenleyici kuralları çok hukukluÄŸu (ceza hukuku, devletler hukuku, aile hukuku, miras hukuku alanlarını) kapsadığı gibi; insanın sosyal yaÅŸamının (kiÅŸinin giyinmesi, evlenmesi, boÅŸanması, karşı cinsle her türlü beÅŸeri iliÅŸkisi) ÅŸeklini de belirler. DiÄŸer bir anlatımla, dünyevi iliÅŸkilerde de belirleyici olması ÅŸeriata göre bir zorunluluktur. Sonuçta statik kurallar bütünü ÅŸeriat total bir sistemdir. Özü itibarıyla da baskıcıdır ve demokrasi, insan hakları düşüncesiyle baÄŸdaÅŸmaz.Anayasamız ile partiler siyasal yaÅŸamın vazgeçilmez bir unsuru olarak kabul edilmiÅŸ ise de, siyasi partiler için Anayasa’ya sadakat yükümlülüğü de öngörülmüştür. Bu baÄŸlamda Anayasa’daki özgürlükçü demokratik düzenin temeli olan laiklik ilkesine baÄŸlı olmayan diÄŸer bir anlatımla anti-laik partiler yasaklanmış ve bu konuda kapatma yaptırımı benimsenmiÅŸtir. Bu yasaklama ve yaptırım, laik rejim için olası tehlikeler gözetildiÄŸinde Almanya ve Avusturya’da Nazi Partisinin, Ä°talya’da FaÅŸist Partinin yasaklanması kadar yasal ve hukuka uygundur.Cumhuriyet öncesi dönemde Ä°slami teokratik rejim tarafından diÄŸer inanç topluluklarının toplumsal yaÅŸamlarını düzenlemek için, ÅŸeriat hukuku çerçevesinde çok hukuklu bir sistem uygulanmıştır (RP/Türkiye Kararı). Davalı parti ileri gelenlerinin gerek siyasal alandaki söylemlerinde, gerekse eÄŸitim ve öğretim programlarındaki uygulamalarında, Cumhuriyet öncesi döneme sıklıkla vurgu yapmaları; o döneme ait uygulamaların ve ÅŸeriata özgü çok hukukluluÄŸun üstü kapalı olarak canlı tutulması ve yerleÅŸtirilmeye çalışılmasıdır.Çok hukukluluÄŸu ve Ä°slami yönden sınırsız özgürlüğü savunmak, Ä°slam’a yönelik pozitif ayrımcılıktır. Bu suretle devlet ve laik hukuk dışlanmaktadır. Sonuçta bu doÄŸrultuda atılan adımlar yoÄŸunlaÅŸtıkça Ä°slami düzen ortaya çıkmakta ve laiklik de ortadan kaldırılmaya çalışılmaktadır.Bu baÄŸlamda dinsel bir simge olan türbanın yükseköğretimde ve giderek tüm alanlarda serbestçe takılmasına yönelik politikalar, imam hatip okullarının sayısının arttırılması ve katsayı sisteminin kaldırılması gibi uygulamalar genel nüfusun ağırlıklı inanç yapısı gözetildiÄŸinde Ä°slam için bir pozitif ayrımcılıktır.Laik devlet, yapısı ve deÄŸerleriyle dini hüküm ve kurallara bağımlı olmayan, bilimin esaslarına uygun ve din kurallarından bağımsız olarak her türlü düzenlemeyi yapabilen, din kurallarının yasa koyucuyu sınırlayamadığı devlettir. Bireyler de laik devletin koyduÄŸu kuralların din kurallarına aykırı olduÄŸunu ileri sürerek bu kurallar nedeniyle eÄŸitim ve öğrenim haklarının engellendiÄŸini ileri süremezler. Çünkü laik devlet fertlerin toplumsal yaÅŸamdaki iÅŸlerini ilgilendiren konularda din kurallarıyla baÄŸlı olmaksızın kamu düzeni ve yararını gözeterek serbestçe düzenleme yapabilir. Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının baÅŸlangıç dâhil birçok maddesinde yer alan laikliÄŸi baÅŸka bir biçimde anlama ve yorumlamanın imkanı yoktur. Oysa baÅŸta davalı partinin genel baÅŸkanı ve bir dönem TBMM BaÅŸkanlığı da yapmış olan Bülent Arınç ve diÄŸer parti ileri gelenlerinin “anayasada laikliÄŸin bir tanımının bulunmadığını,(…) Türkiye’deki laiklik uygulamasının Fransız laiklik anlayışına yakın olduÄŸunu, oysa anglo sakson bir laiklik anlayışının Türkiye’nin laiklikle ilgili sorunlarını çözeceÄŸini,(…) insanların laik olamayacağını, ancak devletin laik olabileceÄŸini, kendilerinin dini inançları nedeniyle laik olmadıklarınıâ€�, sıklıkla tekrarlamaktadırlar.(Ek.14) Burada dini inancı olanların laik olamayacaklarını vurgulamaktaki asıl amaç, laiklik ilkesini hukuksal yerinden uzaklaÅŸtırarak, inançsızlık- inanca dayalı bir ayrımcılık oluÅŸturmaktır.Ayrıca lâikliÄŸin yanlış tanımlandığı iddiası, resmî daire ve üniversitelerde uygulanan türban ve başörtüsü yasağını hak ve özgürlüklerin kullanılmasını engelleyen, zulüm ve zorbalık olarak gösterilmesi, kamu düzenini bozacak nitelikte görülmüştür. BaÅŸbakanın ve davalı Partinin diÄŸer üyelerinin bu ve benzeri söylemlerle dinsel konularda kiÅŸiler için sınırsız bir alan yaratmak ve bu ayrımcı yaklaşımla dinlere (sayısal çoÄŸunluk gözetildiÄŸinde Ä°slam’a) serbest bir ortam saÄŸlamak amacını taşımaktadır. KiÅŸilerin dinsel konularda (ki Ä°slam’ın dünyevi ve uhrevi tüm alanları kapsadığı gözetildiÄŸinde) tam bir serbesti içinde olmaları demek, kiÅŸilere uygulanacak kuralların, benimsedikleri din ekseninde belirlenmesi anlamındadır. Bu ise kiÅŸiler yönünden laik devletin kurallarını dışlayıcıdır ve dini (Ä°slam’ı), tartışmasız olarak kiÅŸilerin uhrevi deÄŸil tüm dünyevi iliÅŸkilerinde de tek belirleyici unsur olarak kabul etmek anlamındadır.Nitekim bir Yargıtay BaÅŸkanı, ülkede yaÅŸanan geliÅŸmeleri ve gidiÅŸatı da gözeterek yaptığı 2003 Yılı Adli Yıl açılış konuÅŸmasında, “…Sınırsız din ve vicdan özgürlüğü isteyenlerle Ä°slami devlet kurmak isteyenlerin amaçları aynı…" (Ek.2) ÅŸeklinde tespit yaparak sınırsız din ve vicdan özgürlüğü isteyenlerin gerçek siyasi amaçlarını ortaya koymuÅŸ, BaÅŸbakan ErdoÄŸan, “…Bu bir defa çirkin ve olumsuz bir yaklaşım, Bir defa özgürlükler farklı bir noktada olan kiÅŸinin özgürlük alanına, kadar o alana giremezsiniz. Siz bir dinin mensubuysanız, farklı bir dinin mensubunun olduÄŸu alana giremezsiniz. Ä°nancınızın gereÄŸi neyse, bu inanca saygı duymak yönetimlerin görevidir.(…) Kaldı ki, ÅŸu anda yaÅŸanan süreçte gerek Türkiye’de, gerek Batı’da, gerek Dünya’da tamamıyla dinlere saygılı olan bir anlayışın egemen kılınması, aynı ÅŸekilde düşünceye ve örgütlenmeye saygılı yapıların, özgürlüklerin oluÅŸmasına fırsat verilmesini devamlı olarak imkânını hazırlıyor. Biz de böyle bir gayretin içindeyiz …" (Ek.2) ÅŸeklinde yanıt vererek, aslında din ve vicdan özgürlüğü konusundaki düşüncelerinin siyasal Ä°slam’a sınırsız bir özgürlük alanı yaratmak olduÄŸunu bir kere daha açıklıkla ifade etmiÅŸtir. Bu bakış açısı BaÅŸbakan Recep Tayyip ErdoÄŸan ve tüm parti ileri gelenlerinin söylem ve eylemlerine yansımış, devlet adeta bir inancın hüküm ve kuralları çerçevesinde yeniden biçimlendirilmeye, dönüştürülmeye çalışılmıştır. Nitekim türbanın Yükseköğretim kurumlarına girmesine olanak saÄŸlayacak Anayasa deÄŸiÅŸikliÄŸin yapıldığı 9 Å�ubat 2008 günü Almanya’daki resmi seyahati sırasında gazetecilerin “İslamiyet ile AB sürecini nasıl baÄŸdaÅŸtırdığınıâ€� sormaları üzerine; “…Farklı dinlerin mensuplarına bizler nasıl ‘siz niçin dininizi bu kadar iyi yaşıyorsunuz ya da bu kadar hassasiyetle yaşıyorsunuz’ deme hakkına sahip deÄŸilsek, bir Müslüman’ın da dinini yaÅŸamasına kimse kalkıp ‘sen niçin dinini bu kadar iyi yaşıyorsun, baÅŸarılı yaşıyorsun’ deme hakkına sahip deÄŸildir. Bir taraftan din ve vicdan özgürlüğü diyeceksiniz, öbür taraftan kalkıp Müslüman için böyle bir defans uygulayacaksın. Bu defansı uygulamaya bir defa kimsenin hakkı yokâ€� (Ek.50.) demiÅŸ, 7 Mart 2008 tarihinde partisinin UÅŸak ilinde düzenlediÄŸi bir toplantıda kendisine “Af yok mu?â€� diye seslenen bir vatandaÅŸa, “..Af yok, suç iÅŸleyen cezasını çeker, Devlet katili affetme yetkisine sahip deÄŸildir. Katili affetme yetkisi aslında maktulün varislerine aittir. Öyle olması lazım…â€� demiÅŸtir. (Ek.165) BaÅŸbakan ilk söylemiyle, bir Müslüman’ın dininin emrettiÄŸi her ÅŸeyi serbestçe yapabileceÄŸini, dini özgürlüklerin sınırsız olduÄŸunu, ikinci söylemiyle de laik hukuk sistemini yok sayarak, adam öldürme suçuna ÅŸeriat hukukundaki ‘kısas’ uygulamasını ifade etmekte, “öyle olması gerekirâ€� cümlesiyle de, sistemin ÅŸeriat hukukuna dönüşmesine olan özlem ve niyetini açığa vurmaktadır. BaÅŸbakanın bu yaklaşımlarına göre dini inancın bütün vecibeleri din ve vicdan özgürlüğü kapsamındadır ve kısıtlanamaz. Bu yoruma göre, özel ve kamusal yaÅŸamın tümünü kapsama iddiasındaki Ä°slam ÅŸeriatı için hiçbir kısıtlama öngörülemeyecek, ceza hukuku uygulamalarında da ÅŸeriat hukukunun kapıları açılacaktır. Bu bakış açısıyla türban bir dini vecibedir ve dini vecibelere kısıtlama getirilemez. Yine din kurallarının uygulanması dini vecibe (dini ödev) kabul edildiÄŸinde, bu kuralların tüm özel ve kamusal alanlarında da (aile, miras, ceza, ticaret hukuku vb.) yaÅŸanması talebi kendiliÄŸinden ortaya çıkacak, aksini savunanlar yine Ä°slam ÅŸeriatının yaptırımlarına maruz kalabilecektir.Gösterilen deliller, Anayasanın 10. ve 42 nci maddelerinin laiklik ilkesinin özüne dokunmak amacıyla deÄŸiÅŸtirildiÄŸini kanıtlamaktadır. Çünkü artık köktendinciler isteklerini türbanın kamusal alanda da serbest kalmasının ötesine taşımışlar, televizyonlardaki açık oturumlarda ‘türbanın yasaklanmasını savunanların Mussolini gibi yargılanacaklarını ve cezalandırılacaklarını çekinmeden söylemeye baÅŸlamışlardır. Sadece bu durum bile laik devlet ilkesini ve Türkiye’de laikliÄŸi savunanları nasıl bir tehlikenin beklediÄŸini göstermeye yeterli olup, ÅŸeriatın içerdiÄŸi ÅŸiddet unsurunu da sergilemektedir.Davalı parti, baÅŸta laiklik olmak üzere Cumhuriyetin bütün kazanımlarına karşı mücadeleyi esas alan, Milli Nizam Partisi, Milli Selamet Partisi, Refah Partisi ve Fazilet Partisi çizgisinin devamı niteliÄŸinde siyasi bir oluÅŸumdur. Ancak bu partilerin geçmiÅŸte kullandıkları radikal, anti-laik eylem ve söylemleri nedeniyle hukuki koruma görmemeleri ve bazılarının kapatılmaları gözetilerek, tarihi deneyimden ders alan bir grup tarafından kurulmuÅŸtur. Å�eriat hedefine ulaÅŸmada, demokrasiyi bir araç gören bu zihniyet, “gerçek amacını doksanlı yıllardan sonra dünyada küreselleÅŸmenin merkez güçlerinin ülkemiz ve bölge ülkeleri için ürettiÄŸi ‘ılımlı Ä°slam’ ideolojisi ve onun siyasi hedefi ‘Büyük OrtadoÄŸu Projesi’nin (BOP) eÅŸbaÅŸkanları sıfatıyla söylemlerini insan hakları, demokrasi, din ve vicdan özgürlüğü, öğrenim hakkı gibi asıl referansları olan ÅŸeriatla hiç baÄŸdaÅŸmayan kavramların arkasına gizlenerekâ€� göstermiÅŸlerdir. BaÅŸta Genel BaÅŸkan Recep Tayyip ErdoÄŸan ve diÄŸer partililer, 2001 yılından önce mensubu bulundukları partilerde Cumhuriyeti ve onun devrimlerini doÄŸrudan hedef alarak eleÅŸtirmiÅŸler, söylemlerinde; “…hakimiyet Ulusa deÄŸil Allah’a aittir,(…)Millet isterse laiklik elbette elden gidecektir. (…)laiklik dinsizliktir..â€� (Ek.12) diyenler, her türlü din istismarını yapanlar, bu söylemlerini deÄŸiÅŸtirerek takiyye yapmaya baÅŸlamışlar, partinin önemli isimlerinden Bülent Arınç, Türkiye Demokrasi Vakfı'nca düzenlenen bir toplantıda, TBMM BaÅŸkanı iken yaptığı bir konuÅŸmada; “…Siz ifade özgürlüğüne tam sahip deÄŸilseniz, kapatılmamak için, önünüze engeller çıkmaması, iktidara giderken bir takoza ayağınız takılıp da düşmemek için yalan söylemeye, samimiyetsiz davranmaya, takiyye yapmaya mecbursunuz…â€� (Ek.67) diyerek, takiyyenin yeni dönemdeki siyasal yöntemleri olacağının iÅŸaretini vermiÅŸ, buna raÄŸmen davalı parti gerçek siyasi hedefini gizleyememiÅŸ, laiklik ilkesine iliÅŸkin Anayasa ve yasa hükümlerine, Anayasa Mahkemesinin Refah Partisi ve Fazilet Partisinin kapatılmasına, resmi daire ve üniversitelerde türban-başörtüsü kullanmayı teÅŸvik eden konuÅŸmaların laik düzen karşıtları için bir mesaj oluÅŸturduÄŸuna iliÅŸkin kararlarına karşın, türban konusunu belirledikleri politikalara temel almakta bir sakınca görmemiÅŸtir.Davalı parti özellikle 22 Temmuz 2008 seçimlerinden sonra, alınan oy oranının etkisi ve cüretiyle toplumu Ä°slam devletine dönüştürecek projelerini önce yeni bir Anayasa taslağı hazırlamak sonra da türbanı gündeme getirmek suretiyle laiklik ilkesini hedef alarak adım adım gerçekleÅŸtirmeye baÅŸlamıştır.Davalı parti iktidarda olduÄŸu süreçte, insanlığın dinsel dogma ve hurafelere karşı verdiÄŸi mücadele sonrasındaki ortak kazanımları olan din ve vicdan özgürlüğü, öğrenim özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü, laiklik ilkesi gibi birçok kavram tersyüz edilmiÅŸ, “laikliÄŸin yeniden tanımlanmasıâ€� gibi suni sorunlar yaratılarak Cumhuriyetin deÄŸerleri tartışılır hale getirilmiÅŸtir. Dinsel taassubun göstergesi olan türban, inanç özgürlüğünün zorunlu bir parçası olarak gösterilmiÅŸ ve türban takmanın bir hak olduÄŸu inancı topluma benimsetilmeye çalışılmıştır. Oysa daha yakın tarihte yapılan bir araÅŸtırmanın<SEE FOOTNOTE> sonuçları çok açık göstermiÅŸtir ki, liseden sonra üniversiteye gidemeyen kadınların yüzde 30’u sınavı kazanamadığından, yüzde 15’i sınavı kazanmasına raÄŸmen evlenip okulu bıraktığından, yüzde 15’i daha fazla okumasına ailesi izin vermediÄŸinden, yalnızca yüzde 1’i türban nedeniyle yüksek öğrenim görememiÅŸtir. Bu araÅŸtırma sonuçları da çok açık bir biçimde ortaya koymuÅŸtur ki, davalı partinin asıl amacı, iddia edildiÄŸi gibi öğrenim özgürlüğünün önündeki engelleri kaldırmak deÄŸil, türban sayesinde eÄŸitim ve öğretim alanından baÅŸlamak üzere, tüm kamusal alanı ve toplumsal yaÅŸamı dinselleÅŸtirmek ve giderek laik devleti ortadan kaldırmaktır.<FOOTNOTE> 08.02.2008 tarihli Radikal Gazetesinde yayınlanan “İş YaÅŸamı, Ãœst Yönetim ve Siyasette Kadınâ€� baÅŸlıklı araÅŸtırma.Türban, davalı partinin Cumhuriyet devrimlerine ve özellikle laiklik ilkesine yönelik kararlılıkla yürüttüğü mücadelesinde eÄŸitim, kültür, ekonomik ve sosyal yaÅŸam alanlarında toplumu dönüştürecek karşı devrimin adımlarını atarken kullandığı özgürlükçü söylemli bir dini ve siyasi simgedir.Yargı kararlarında, doktrinde, çaÄŸdaÅŸ düşünsel ve felsefi düzlemde; din ve vicdan özgürlüğünün yükseköğretim kurumlarında türbanı da kapsayacak ÅŸekilde salt olmadığı, bu özgürlüğe laiklik ilkesi gereÄŸince sınırlama getirilebileceÄŸi tartışmasızdır.Gerek iç hukuk gerekse, uluslar arası hukuk boyutuyla incelenip, irdelendiÄŸinde; yargısal içtihatlarla türbanın temel bir insan hakkı olmadığının din ve inanç özgürlüğü kapsamında kalmadığının açık ve tartışmasız olarak vurgulandığı görülmüştür. Å�öyle ki;. Danıştay 8. Dairesi’nin 23.02.1984 gün ve 207/330 sayılı; 16.11.1987 gün ve 128/486 sayılı ; 27.6.1988 gün ve 178/512 sayılı,. Danıştay Ä°dari Dava Daireleri Genel Kurulu’nun 16.6.1994 gün ve 61/327 sayılı,. Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 15.3.2005 gün ve 201/30 sayılı,. Anayasa Mahkemesi’nin 07.3.1989 gün ve 1/12 sayılı, 9.4.1991 gün ve 36/8 sayılı, 16.01.1998 gün ve 1/1 sayılı; 22.6.2001 gün ve 2/1 sayılı kararları ile daha bir çok kararlarda; başörtüsünün laiklikle baÄŸdaÅŸmadığı, temel bir insan hakkı olarak korunmadığı ve özgürlük alanının dışında kaldığı ve bu yolla “dine dayalı bir devlet modeliâ€� adımlarının atıldığı belirtilmiÅŸtir.Türbana iliÅŸkin olarak verilen Danıştay ve Anayasa Mahkemesi kararlarında; “.. Türban takanların sırf laik cumhuriyet ilkelerine karşı çıkarak dine dayalı bir devlet düzenini benimsediklerini belirtmek amacıyla baÅŸlarını örttükleri,(…)laik devlet ilkelerine karşı bir tutum içinde bulunmaları nedeniyle okula alınmamalarında yasalara aykırılık olmadığı,(…)Hiçbir görüş ve düşüncenin Atatürk milliyetçiliÄŸi, medeniyetçiliÄŸi, ilke ve devrimleri karşısında korunma göremeyeceÄŸi,(…) Dinsel inanç nedeniyle başörtüsüne olanak tanımanın hukuk kurallarını dinsel esaslara dayandırmak anlamına geldiÄŸinden laiklik ilkesine aykırılık oluÅŸturacağı,(…) Din kurallarına göre yapılan düzenlemelerin hukuksal nitelik taşımadıkları, hukukun kaynağının hukuku yaratan istenç olarak kendi ulusunun istenci olduÄŸu ve yasalar ilkelerini dinden deÄŸil, yaÅŸamdan ve hukuktan almak zorunda oldukları için, türbanın Yükseköğretimde serbestçe takılmasına iliÅŸkin bir düzenlemenin hukuk devleti ilkesine de aykırılık oluÅŸturacağı,(…) Ä°slami bir örtünme biçimi ve dini bir zorunluluk olduÄŸu ileri sürülen başörtüsüne ayrıcalık tanımanın biçimsel yönden eÅŸitlik ilkesine de ters düşeceÄŸi,(…) Lâik eÄŸitimde dinsel inançlara göre hiçbir ayrım gözetilemeyeceÄŸi,(… ) (Belli biçimde giyinmek özgürlüğü dinsel inancı aynı, ayrı olanlar ve olmayanlar arasında farklılık yaratacağı, vicdan özgürlüğünün istediÄŸine inanmak hakkı olduÄŸu, laiklikle vicdan özgürlüğü karıştırılarak dinsel giyinme özgürlüğünün savunulamayacağı,(…) kamu alanında giyinmeyi düzenleyen kuralların dinsel inanca dayalı olarak deÄŸil ancak hukukun gereklerine göre düzenleneceÄŸi,(…) laikliÄŸi ortadan kaldıran ya da zedeleyen bir özgürlük ya da özerkliÄŸin geçerlilik kazanamayacağı, (… ) â€�dinsel inanç gereÄŸiâ€� sözcükleri kullanılmasa da Cumhuriyetin niteliklerine yönelik, bu amaç ve anlamdaki dinsel kaynaklı düzenlemeleri içeren giriÅŸimlerin Anayasa karşısında geçerli olamayacağı, özgürlüklerin Anayasa ile sınırlı olduÄŸu, Anayasa’daki lâiklik ilkesine ve lâik eÄŸitim kuralına karşı eylemlerin demokratik bir hak olduÄŸunun savunulamayacağı, (…) vurgulanarak türbanın bir özgürlük konusu olmadığı son derece bilimsel ve yetkin gerekçelerle açıklanmıştır.Türban sorununa Avrupa Ä°nsan Hakları SözleÅŸmesi çerçevesinde bakıldığında; bu konu ile ilgili aÅŸağıda belirtilen kararlardan özellikle 3 tanesi AÄ°HM’nin üniversitelerdeki türban sorununa bakış açısını açıkça ortaya koymaktadır. Bu kararlar :Karaduman /TürkiyeEczacılık Fakültesi’nden mezun olmaya hak kazanan Å�enay Karaduman isimli öğrenci, çıkış belgesine türbanlı fotoÄŸrafının yapıştırılması talebinin idarece reddedilmesi üzerine AÄ°HS’nin 9. maddesinin ihlal edildiÄŸi gerekçesiyle Komisyona baÅŸvurmuÅŸtur.Komisyon öncelikle üniversitelerdeki günlük yaÅŸamı düzenleyen disiplin kurallarıyla doÄŸrudan ilgili olmayan, diplomalara yapıştırılacak fotoÄŸraflara iliÅŸkin kuralların “üniversitelerin laik ve cumhuriyetçi niteliÄŸini koruma amacını güden üniversite kurallarının bir parçasıâ€� olduÄŸunu tespit etmiÅŸtir.Somut uyuÅŸmazlıkta, kılık-kıyafete iliÅŸkin üniversite yönetmeliÄŸinin, öğrencilere türban takmama zorunluluÄŸu getirdiÄŸine iÅŸaret ederek, yüksek öğrenimini laik bir üniversitede yapmayı seçen bir öğrencinin, bu üniversitenin düzenlemelerini kabul etmiÅŸ sayılacağı görüşünü ifade etmiÅŸtir. Ayrıca Komisyon’a göre laik bir üniversitede öğrencilik statüsü, doÄŸası gereÄŸi, baÅŸkalarının hak ve özgürlüklerini saygı gösterilmesini saÄŸlamaya yönelik bazı davranış kurallarıyla baÄŸlılığı da içermektedir.Mahkeme burada “laik üniversitelerâ€�de öğrenim görmeyi tercih eden baÅŸvurucuların, bu üniversitelerin koyduÄŸu kurallara uymak zorunda olduklarını vurgulamaktadır.Komisyon özellikle, nüfusun büyük çoÄŸunluÄŸunun belirli bir dine mensup olduÄŸu ülkelerde, bu dinin tören ve simgelerinin herhangi bir yer ve biçim sınırlaması olmaksızın sergilenmesinin, sözü geçen dini uygulamayan veya baÅŸka bir dine mensup olan öğrenciler üzerinde bir baskı oluÅŸturabileceÄŸi görüşündedir. Bu nedenle farklı inanışlardaki öğrencilerin birlikteliÄŸini saÄŸlamak amacına yönelik olarak öğrencilerin dinsel inançlarını açığa vurma özgürlükleri yer ve biçim bakımından sınırlanabilmektedir.Komisyon’a göre, “laik bir üniversitenin yönetmeliÄŸi, öğrencilere verilecek olan diplomaların, bir dinden esinlenen ve öğrencilerin de dahil olabileceÄŸi (köktendinci) hareketleri hiçbir ÅŸekilde yansıtmamasını düzenleyebilir.â€�Bunun yerine doÄŸrudan “laik üniversite düzeninin gerekleri dikkate alındığında, öğrencilerin kılık-kıyafetlerinin düzenlenmesinin ve bu düzenlemeye uyulmadıkça, kendilerine diploma verilmesi gibi bazı idari hizmetlerden yararlandırılmamalarının, din ve vicdan özgürlüğüne bir müdahale oluÅŸturmadığı düşüncesiniâ€� ifade etmiÅŸtir.Sonuç olarak Komisyon baÅŸvurucunun, çıkış belgesine türbanlı fotoÄŸraf yapıştırma talebinin idarece reddedilmesinin SözleÅŸmenin 9. maddesiyle korunan din özgürlüğüne bir müdahale oluÅŸturmadığı gerekçesiyle, baÅŸvuruyu kabul edilemez bulmuÅŸtur.Bulut/TürkiyeEÄŸitim Fakültesi’nden aldığı çıkış belgesinin türbanlı fotoÄŸrafının bulunduÄŸu bir diploma ile deÄŸiÅŸtirilmesi talebinin idarece reddedilmesi üzerine Lamiye Bulut, Avrupa Ä°nsan Hakları Komisyonu’na baÅŸvurmuÅŸtur..Komisyon, “baÅŸvurucunun kendisine bir diplomanın saÄŸlayacağı bütün avantajları temin eden bir çıkış belgesine zaten sahip olduÄŸunaâ€� dikkat çekerek, baÅŸvuruyu kabul edilemez bulmuÅŸtur.Kararın kalan kısmı Karaduman/Türkiye kararıyla aynı ifadelerle kaleme alınmıştır.Dahlab/Ä°sviçre KararıKatolik iken sonra Ä°slam Dinini seçen ve türban takmaya karar veren Ä°sviçre vatandaşı ve anaokulu öğretmeni olan Lucia Dahlab, beÅŸ yıl süresince velilerden herhangi bir itiraz gelmeden türbanlı olarak görevine devam ettikten sonra, Ä°lköğretim Genel Müdürlüğü tarafından, türbanın “özellikle kamusal ve seküler bir eÄŸitim sisteminde bir öğretmenin öğrencilerine empoze ettiÄŸi açık bir kimlik aracıâ€� olduÄŸu gerekçesiyle görevinden alınması üzerine, laiklik ilkesinin öğretmenlerin dinsel inanca sahip olmalarına ve inançları gereÄŸi sembol taşımalarına engel oluÅŸturmadığı ve öğrencilerinin farklı etnik ve dinsel kökenlerden geldiÄŸi için çeÅŸitliliÄŸe alışkın oldukları, dolayısıyla türbanlı oluÅŸunun okuldaki dinsel uyumu bozmadığı gerekçelerine dayanarak türbanlı olduÄŸu için görevden alınmasının AÄ°HS’nin 9 ve 14. maddelerini ihlal ettiÄŸi gerekçesiyle AÄ°HM’ne baÅŸvurmuÅŸtur.Sonuç olarak AÄ°HM, öğrencilerin baÅŸvurucudan kolaylıkla etkilenebilecek kadar küçük yaÅŸta olmalarının ve baÅŸvuru sahibinin dinsel açıdan tarafsız davranmak zorunluluÄŸunun altına çizerek, yasaklayıcı iÅŸlemin, baÅŸkalarının hak ve özgürlüklerini, kamu güvenliÄŸini ve kamu düzenini koruma ÅŸeklindeki meÅŸru amaçları güttüğüne karar vermiÅŸ ve baÅŸvurucunun ders sırasında türban taktığı için görevine son verilmesini, din özgürlüğüne bir müdahale saymış, ancak bu müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli olduÄŸu gerekçesiyle baÅŸvuruyu kabul edilemez bulmuÅŸtur.Leyla Å�ahin/Türkiye KararıLeyla Å�ahin CerrahpaÅŸa Tıp Fakültesi’nde okurken, Ä°stanbul Ãœniversitesi’nin 23.02.1998 tarihinde yayınladığı sakallı ve türbanlı öğrencilerin derslere ve pratik çalışmalara alınmamalarını öngören genelgesi gereÄŸi derslere alınmamış ve bazı bölümlere kayıt yaptıramamıştır. Genelgenin iptali istemiyle açılan davalar ise idari yargı organlarınca reddedilmiÅŸtir. Daha sonra türban taktığı gerekçesi ile yazılı sınavlardan birine alınmayan baÅŸvurucunun kayıt talebi de aynı gerekçe ile reddedilmiÅŸtir.BaÅŸvurucu kılık kıyafet kurallarına uymadığı için önce kınama cezası, daha sonra türban yasağını protesto gösterisine katıldığı için bir dönem okuldan uzaklaÅŸtırma cezası almıştır. BaÅŸvurucunun disiplin cezaları ile ilgili açtığı dava Ä°stanbul Ä°dare Mahkemesi tarafından reddedilmiÅŸtir. Yüksek öğretim kurumlarında türban takma yasağının SözleÅŸmenin 8, 9, 10 ve 14.maddeleri ile 1.Protokolün 2. maddesindeki haklarını ihlal ettiÄŸi gerekçesi ile AÄ°HK’na baÅŸvurmuÅŸ, dava 11 No’lu Protokolün 5/2 maddesi gereÄŸince 1.11.1998’de AÄ°HM’ne devredilmiÅŸtirMahkeme’nin üniversitede Ä°slami türban takılmasını yasaklayan ve bu yasaÄŸa aykırı davranmayı disiplin yaptırımına baÄŸlayan düzenlemelerin, din ve vicdan özgürlüğü hakkına müdahale olduÄŸunu varsayımsal olarak kabul etmiÅŸ ancak üniversitelerde türbana izin vermenin Anayasa’ya aykırı olduÄŸunun Anayasa Mahkemesi’nce açıkça belirtildiÄŸini ve ayrıca Ä°slami türban takılmasına iliÅŸkin düzenlemelerin, baÅŸvurucunun Ãœniversiteye kayıt yaptırmasının öncesinden itibaren mevcut olduÄŸunu vurgulayarak, davada “kanunen öngörülmeâ€� kriterinin gerçekleÅŸtiÄŸine, “davanın ÅŸartlarını ve milli mahkemelerin kararlarındaki tabirleri dikkate alarak, … söz konusu tedbirin öncelikle baÅŸkalarının haklarının ve özgürlüklerinin korunmasına ve kamu düzeninin korunmasına iliÅŸkin meÅŸru amaçları güttüğünü ve “takdir yetkisinin alanını göz önüne alarak, Ä°stanbul Ãœniversitesinin Ä°slami türban takılmasına sınırlamalar getiren düzenlemelerinin ve bunları uygulamaya yönelik tedbirlerin, güdülen amaçlarla orantılı ve haklı olduÄŸuna ve demokratik bir toplumda gerekli olarak kabul edilmesi gerektiÄŸine karar vermiÅŸtir.â€�AHÄ°M’nin 29.06.2004 tarihli bu kararına müteakip baÅŸvurucunun davanın Büyük Daire’ye iletilmesini istemesi üzerine Avrupa Ä°nsan Hakları Mahkemesi Büyük Dairesi 10 Kasım 2005 tarihli kararında:…Bu baÄŸlamda, yükseköğrenim kurumları, bir dinin sembol ve törenlerinin tezahürünü deÄŸiÅŸik dinden öğrenciler arasında huzurlu ortak yaÅŸamı saÄŸlamak ve böylece kamu düzenini ve diÄŸerlerinin haklarını korumak amacıyla böyle bir tezahürün yeri ve ÅŸekline sınırlamalar getirerek düzenleyebilirler. Küçük çocukların sınıfında görevli bir öğretmenle ilgili olan, Dahlab davasında, Mahkeme, diÄŸer konuların yanı sıra öğretmenin başörtüsü takmasının temsil ettiÄŸi “güçlü dış sembolâ€� üzerinde durmuÅŸ ve cinsiyet eÅŸitliÄŸi ilkesiyle baÄŸdaÅŸtırılması zor olan dini davranış kuralları kadınlara başörtüsü takma zorunluluÄŸu getirmiÅŸ olduÄŸuna göre, bunun bir tür baÅŸkalarını dini inancından vazgeçirme etkisi oluÅŸturup oluÅŸturmayacağını sorgulamıştır. Ayrıca, Ä°slami başörtüsü takmanın, demokratik bir toplumda bütün öğretmenlerin öğrencilerine aktarması gereken hoÅŸgörü, baÅŸkalarına saygı ve hepsinin ötesinde eÅŸitlik ve fark gözetmeme mesajı ile kolaylıkla baÄŸdaÅŸtırılamayacağını kaydetmiÅŸtir.…Laiklik kavramı Mahkeme’ye göre SözleÅŸme’nin temelini oluÅŸturan deÄŸerlerle uyumludur. (...) Bu ilkeye saygı göstermeyen bir davranış, kiÅŸinin dinini ifÅŸa etmesi özgürlüğü kapsamında kabul edilmeyecek ve SözleÅŸme’nin 9. maddesinin korumasından yararlanmayacaktır. …Mahkeme, Türkiye’de kendi dini sembollerini ve dini dogmalar üzerine kurulmuÅŸ bir toplum kavramını toplumunun tümüne empoze etmeye çalışan aşırı siyasi hareketlerin olduÄŸunu gözden kaçırmamıştır. (…) …Sonuç olarak, söz konusu kısıtlama, baÅŸvuranın eÄŸitim hakkına zarar vermemektedir. (…)Görüşlerine yer vermiÅŸtir.Türbanın dinsel ve siyasal bir simge olduÄŸunun ulusal ve uluslararası yargı kararlarıyla kesinleÅŸmesine karşılık davalı parti, kuruluÅŸlarının hemen ertesinde baÅŸlattıkları karşı propagandalarla toplumdaki geleneksel bir örtünme olgusunun varlığından yola çıkarak türbanı bu kalıplar içinde halka benimsetmeye çalışmıştır.Kadın özgürlüğü ve Cumhuriyetin temel ilkelerine karşı çıkmanın siyasal bir simgesine dönüştürülen ve temel bir hak algısıyla topluma sunulan türbanın toplumu topyekûn teokratik bir düzene dönüştürecek karşı devrimin en önemli anahtarı olduÄŸu, giderek tüm alanlara yayılacağı, ertesinde baÅŸka bazı anti laik talepleri de bir hak algısıyla ve yeni “mutabakat süreçleriyleâ€� toplumun gündemine taşınacağı, davalı parti yetkililerince de şüphesiz bilinmektedir! Ãœniversitelerde türbana saÄŸlanan serbestinin büyük bir geriye dönüşün miladı olduÄŸu BaÅŸbakan’ın 14 Ocak 2008 tarihinde yaptığı Ä°spanya konuÅŸmasının hemen ardından ortaya çıkmış, aynı ay içinde yapılan Açık Öğretim Lisesi sınavlarında öğrencilerin sınavlara türbanla ve hatta çarÅŸafla girmelerine müsamaha gösterilmiÅŸ, partililerin sürekli olarak türban yasağının bir insan hakkı ihlali olduÄŸu yönündeki ısrarlı demeçleriyle teÅŸvik edilmiÅŸtir. Aynı günlerde Adalet ve Kalkınma Partisi çizgisindeki bazı sivil toplum örgütleri türban yasağının kaldırılmasının sadece Yükseköğretim kurumlarıyla sınırlı kalmamasını isteyen gösteriler yapmışlardır.Ä°zleyen günlerde davalı partili milletvekilleri Hüsnü Tuna, Fatma Å�ahin, MKYK üyesi AyÅŸe Böhürler, Isparta Belediye BaÅŸkanı Hasan Balaman gibi partililer türbanın üniversitelerde serbest bırakılmasının varılmak istenen amacın ilk aÅŸaması olduÄŸunu, adım adım tüm kamusal alanda serbestçe takılmasının bundan sonraki hedefleri olduÄŸunu açıkça ifade etmiÅŸlerdir.(Ek.129) Davalı Partinin Ä°stanbul Milletvekili Egemen Bağış, Merve Kavakçı isimli Fazilet Partili milletvekilinin türbanıyla TBMM genel kurula girmesinin bu partinin kapatılma nedenlerinden biri olduÄŸu gerçeÄŸini unutmuÅŸ gözükerek, milletvekillerinin türbanla genel kurul çalışmalarına katılabileceklerini ima eden sözler sarfetmiÅŸtir.(Ek.129)Ä°ktidarın türban konusunu tırmandırmasından cesaret alan baÅŸta saÄŸlık kurumlarında çalışan doktor ve hemÅŸireler, eÄŸitim kurumlarında öğretmen ve öğrenciler olmak üzere birçok kurumda kamu personelinin göreve türbanla geldikleri 2008 Yılı Ocak ve Å�ubat aylarında yayınlanan gazete ve televizyon haberleri arasında sıkça yer almıştır.(Ek.159)Örnekleri daha önce de yaÅŸanan benzer olaylar karşısında siyasi iktidarın bu kurumların başına atadığı kendi dünya görüşlerine yakın baÅŸtabip, okul müdürü vb. idareciler soruÅŸturmaları göstermelik, sudan gerekçelerle savsaklamışlar, adeta kamu kurumlarında türbanlı görevlilerin çalışmasını teÅŸvik etmiÅŸ, cesaretlendirmiÅŸlerdir.ÖrneÄŸin;YÖK BaÅŸkanı Yusuf Ziya ÖZCAN, henüz yasal deÄŸiÅŸiklik yapılmadan 24.02.2008 gün ve 225 sayı ile üniversite rektörlerine gönderdiÄŸi yazıda; üniversitelerde türban serbestîsini getirmeyi amaçlayan Anayasanın 10. ve 42. maddelerine göre uygulama yapılabilmesi için ayrıca kanuni düzenlemeye ihtiyaç olmadığını bildirmiÅŸ, bir örneÄŸi İçiÅŸleri Bakanlığı ve valiliklere de gönderilen yazı içeriÄŸinde Anayasa deÄŸiÅŸikliÄŸi yapan kanun teklifindeki genel gerekçede belirtilen “Yükseköğretim kurumlarında kılık kıyafetlerinden dolayı bazı öğrencilerin eÄŸitim ve öğretim hakkının engellenmesi kronik bir sorun haline gelmiÅŸtir.“ ifadesi kullanılmıştır. (Ek.174)ÇoÄŸu Ãœniversite rektörleri bu kanunsuz emre uymayacaklarını belirtip YÖK BaÅŸkanı hakkında görevi kötüye kullanmak ve benzeri suçlardan suç duyurularında bulunmuÅŸlar, ancak konu resmi olarak kendisine intikal etmeden bir açıklama yapan Milli EÄŸitim Bakanı Hüseyin ÇELÄ°K’, “SoruÅŸturma açmaya yetkim var. Ama ben YÖK BaÅŸkanı’nın söylediklerinin suç teÅŸkil ettiÄŸini düşünmüyorum. SoruÅŸturmaya izin vermeyeceÄŸim.“ diyerek hiçbir araÅŸtırmaya gerek duymadan YÖK BaÅŸkanının bu kanun dışı eylemini onaylamıştır. (Ek.174)Ãœniversitelerde baÅŸlı başına türban serbestisi getirmeyen Anayasa deÄŸiÅŸikliÄŸi henüz yürürlüğe girmeden ve Yüksek Öğretim Yasasının ek 17’nci maddesi deÄŸiÅŸtirilmeden birçok üniversitede türban ile derslere girme uygulaması baÅŸlatılmış, baÅŸta BaÅŸbakan Recep Tayyip ErdoÄŸan olmak üzere birçok davalı parti yetkilisi eylem ve demeçleriyle söz konusu yasadışı uygulamayı cesaretlendiren ve üniversitelerde bir kaos ortamının yayılmasına sebebiyet veren bir tavır sergilemiÅŸlerdir.BaÅŸbakan ErdoÄŸan, Vakıf Ãœniversitelerinin rektörleri ile yaptığı bir görüşmede, Yüksek Öğretim Yasasının Ek 17. maddesinde deÄŸiÅŸiklik yapılmadan Ãœniversitelerde türbanın serbestçe takılabileceÄŸine iliÅŸkin bir genelge yayınlayan YÖK BaÅŸkanının bu hukuk dışı tasarrufuna bir bildiri ile karşı çıkan Ãœnivesitelerarası Kurul’u (ÃœAK) kastederek; “… Sizin üniversitelerinizin rektörleri de ÃœAK Ãœyesi. Ancak bildiriye imza atanlar oldu. Bu konuda daha ilkeli tavır bekliyoruz. Bu bildiriye niye karşı çıkmıyorsunuz? Tavır göstermenizi beklerdik…â€� diyerek YÖK BaÅŸkanının hukuka aykırı davranışına destek verilmesini istemiÅŸtir. (Ek.164)YÖK BaÅŸkanlığının yukarıda hukuka aykırı olduÄŸunu belirttiÄŸimiz iÅŸlemi aleyhine açılan davada, Danıştay 8. Dairesi, Yükseköğretim Genel Kurulu'nun tesis edeceÄŸi iÅŸlemle düzenleme getirilecek bir alanda Yükseköğretim Kurulu BaÅŸkanı'nın tek başına iÅŸlem tesis etmek suretiyle düzenleme yapma yetkisi bulunmadığından, yetki unsuru yönünden açıkça yasaya aykırı olan dava konusu iÅŸlemin yürütülmesinin durdurulmasına karar vermiÅŸtir<SEE FOOTNOTE>.<FOOTNOTE> 10.03.2008 gün ve 2008/1501 Esas sayılı kararı.BaÅŸbakan ErdoÄŸan Anayasanın 10. ve 42. maddelerinin deÄŸiÅŸtirildiÄŸi süreçte söylem ve demeçlerinde toplumu geren ve kutuplaÅŸmaya yol açan sert bir üslup takınmış; “… Biz o beyaz çarÅŸaflarla beraber yola çıktık. Biz bu konuda bedel ödemeye hazırız. (…)Bizlere karşı gösterilen bir farklı yaklaşım varsa cevapsız kalmayız. Zira bize de inanan, güvenen bir kitle var. O kitle, sessiz yığınlar olarak yıllar yılı bekledi. O dille tercüman olacak siyasetçiler olarak bizi buraya gönderdi. (…) “Öfkeli olduÄŸumu söylüyorlar, öfke de bir hitabet sanatı.(…) Sabırla izliyorum. BulunduÄŸum makam nedeniyle. Ama ÅŸu anda böyle bir ÅŸeyin karşısında eÄŸer gerilim taraftarı olsam o meydanlara 10 katını biz toplarız. (…) 5 yıl başörtüsü konusunda ses çıkarmadık. Hep sabır sabır dedik. (…) Din Ä°ÅŸleri Yüksek Kurulu 1980’de Kuran-ı Kerim’den bir ayeti alıyor şöyle diyor: Cenab-ı Hak bu ayeti ile celile ile cahiliye devrinin bu adetini kesinlikle yasaklamış. Müslüman kadınların başörtülerini, saçlarını, baÅŸlarını, kulaklarını, boyun ve gerdanlarını örtecek ÅŸekilde yakalarının üzerine salmalarını emretmiÅŸtir…â€� ÅŸeklindeki sözleri ile dinsel inanç yada dinsel kurallarla doÄŸrudan iliÅŸki ve baÄŸlantı kurularak yapılacak düzenlemelerin hem devrim yasalarını hem de laiklik ilkesini ilgilendireceÄŸini (Any. Mah. 9.4.1991 gün ve 1990/36-1991/8 sayılı kararı) dikkate almadan sorunlara yaklaşımda dini ve dince kutsal sayılan kuralları referans gösterme ve istismar etme eylemlerini sürdürmüştür.AKP Genel BaÅŸkan Yardımcısı Mir Dengir Mehmet Fırat, bu süreçte yaptığı konuÅŸma ve mülakatlarda; Anayasanın 10. ve 42. maddelerinin deÄŸiÅŸtirilerek Yükseköğretimde türbanın önünü açan düzenlemenin yürürlüğe girmesi halinde buna uymayan rektör dâhil tüm yöneticilerin cezalandırılması için TCK’ya bir madde eklenmesi gerektiÄŸini ifade etmiÅŸ, sonrasında da; “… Yasağı devam ettiren rektörler suç iÅŸliyor(…)savcılar harekete geçmeli,(...) Anayasa, kanunlar ve evrensel hukuk kaideleri ihlal edilerek genç kızlar giyim kuÅŸamlarından dolayı üniversitelerde eÄŸitim ve öğretim hakkından mahrum bırakılıyorâ€�(…)Benim tavsiyem bu nevi korkular ile hayatını zehredenlerin, baÅŸkalarının hayatını zehretmelerinin ötesinde bir doktora baÅŸvurarak, bu fobilerinden kurtulmalarıdır. Yani başını örterek ne rejimin tehlikeye gireceÄŸini, kendisinin yaÅŸam tarzının tehlikeye girmeyeceÄŸini, ben inanıyorum ki bir psiyaktır kendilerine çok daha makul bir ÅŸekilde anlatır,(…) ÅŸu andaki yasalar çerçevesinde üniversitelere ‘çırılçıplak’ bile girilebilir,(…)Rektörlerin türbanlı öğrencilere üniversiteye almamakla anayasayı ihlal etmiÅŸlerdir.(…) ihbarlara raÄŸmen savcılar görevlerini yapmıyorlar.(…) anayasa ihlali ağır bir suçtur, Türk Ceza Kanununa göre bundan dolayı insan idam edilmiÅŸtir, bir baÅŸbakan idam edilmiÅŸtir, iki bakan idam edilmiÅŸtir… “ diyerek Anayasa’da yapılan deÄŸiÅŸikliklerin Ãœniversitelerde türban ile öğrenim görülmesini saÄŸlamadığı ve YÖK Yasasının Ek 17. maddesinde yapılması düşünülen deÄŸiÅŸiklik gerekçesinde belirtilen yasal düzenleme gerçeÄŸini de göz ardı ederek Ãœniversite rektörleri ile hukukun uygulayıcıları olan Cumhuriyet savcılarına kuvvetler aykırılığı ilkesine de aykırı biçimde kendi düşünceleri doÄŸrultusunda hareket etmeleri konusunda telkin ve tavsiyeler de bulunmuÅŸtur. (Ek.174)Davalı partinin kurucu üyesi Cüneyt ZAPSU, 5 Mart 2008 günü Almanya dönüşü uçakta gazetecilerin türbanla ilgili geliÅŸmeleri sormaları üzerine; “…Türban takanların sadece yüzde 50’si inancı yüzünden takıyor deseniz bile, bu yüzde 50’ye ‘türbanını çıkar demek, sokaktaki kadına donunu çıkar’ demekten farksızdırâ€� (…) Türkiye’de her zaman din istismarı yapan partiler olmuÅŸtur. ‘hatta bizimkiler bile yapmıştır’…â€� diyerek partisinin din istismarı konusundaki yaklaşımının seviyesini ortaya koymuÅŸtur. (Ek.174)2008 yılı Å�ubat ayı içersinde de çok sayıda saÄŸlık kuruluÅŸu ve ortaöğretim kurumlarında doktor, hemÅŸire, saÄŸlık personelinin türbanla görev yaptıkları, öğrencilerin derslere türbanla girdikleri yönündeki basında çıkan haberler üzerine TBMM’de bu konuyla ilgili olarak verilen bir soru önergesine yanıt veren SaÄŸlık Bakanı Recep AKDAÄ�, basına yansıyan fotoÄŸrafları kendisinin de gördüğünü, yerel yönetimlerin, vali ve kaymakamların görevlerinin bilincinde olduklarını, Anayasa deÄŸiÅŸikliÄŸi sonrasında farklı bir hava estirilmeye çalışıldığını söyleyerek “Türkiye’de son zamanlarda Anayasa deÄŸiÅŸikliÄŸi ile nerede, nasıl çekildiÄŸi belli olmayan, mekanı bile anlaşılmayan birtakım haberler yer alıyor. Devlet gazete haberleri ile yönetilmez….â€� diyerek özelikle saÄŸlık kuruluÅŸlarında yoÄŸun olarak yaÅŸanan laikliÄŸe aykırı bu durumu görmezden gelmiÅŸ, akabinde Bakanlık MüsteÅŸarı imzasıyla bir genelge yayınlayarak, saÄŸlık kurum ve kuruluÅŸlarında fotoÄŸraf ve kamera çekimini yasaklamış, laikliÄŸe aykırı olası davranışları gizleme telaşına düşmüştür.(Ek.175)SaÄŸlık Bakanı Recep AKDAÄ�, Anayasa ve Yüksek Öğretim Kanununun ek 17. maddesinde yapılacak deÄŸiÅŸiklikten sonra, tıp fakültelerinin 6. sınıfında okuyan ‘intern’ denilen stajyer doktorların da başörtüsü takabileceklerini söyleyerek üniversitelerde türban serbestîsinin kamudaki olası geniÅŸlemesinin iÅŸaretini vermiÅŸtir.(Ek.175)Kamu kurumlarında türbanlı çok sayıda personelin görev yapması ve bazı liselerde de türbanlı öğrencilerin derslere girdiÄŸinin tespiti üzerine basına demeç veren AKP Grup BaÅŸkan Vekili Bekir BOZDAÄ�, “…Görüntülerin çoÄŸunun yalan çıktığı, baÅŸka haberlerden de anlaşılıyor. Bu konuda süreci tıkamak isteyenlerin, iyi niyetten uzak gayretlerinin ürünü diye düşünüyorum.â€� demiÅŸ, gazetecilerin basında yer alan fotoÄŸrafları görüp görmediÄŸini sormaları üzerine, “ Gördüm. Daha önce de gördüm. Hepsi yalan çıktı…â€� diye yanıtlamış, böylece kamuda gittikçe yaygınlaÅŸan bu yasadışı tutumu, türbanın kamusal alanda yayılmasını onaylamış ve cesaretlendirmiÅŸtir (Ek.175)Bir özgürlük algısıyla topluma sunulan türbana karşılık ülkemizde kadınların yoksulluk ve aşırı dinsel taassup nedeniyle ataerkil erkek egemenliÄŸine tabi oldukları, bu ve benzeri nedenlerle yüksek öğretim hakkından yararlanamadığı toplumsal bir gerçektir. Davalı parti bütün bu sorunlara aklın ve bilimin, Cumhuriyetin laik eÄŸitim politikalarının yol göstericiliÄŸinde çözümler üretmek yerine, tarihteki tüm köktendinci hareketler gibi toplumu çağın gerisine götürmek ve dönüştürmek noktasında yargı kararlarında siyasal simge olarak kullanıldığı belirtilen türbanı-başörtüsünü araç olarak kullanmaktadır. Oysa insanlığın aydınlanma süreci dinin toplumsal yaÅŸamın tüm alanlarındaki egemenliÄŸine karşı verilen ve insanın vicdanına yükseltilmesiyle sonuçlanan bir süreçtir. Aklın egemen kılındığı bu süreçte kadının da dini taassubun koyu karanlığından kurtarılıp özgürleÅŸtirilmesi, insan denilen varlığın diÄŸer eÅŸit bireyi haline gelmesi saÄŸlanmıştır. Bugün davalı partinin toplumu dönüştürmek yolunda bir siyasal simge olarak kullandığı türban, aslında kadının tarihi özgürleÅŸme mücadelesini ve Cumhuriyetin laik kazanımlarını yok sayacak bir araçtır.Türbanın yüksek öğretim kurumlarında serbest bırakılması, giderek tüm kamusal alanda kullanılmasına, giymeyenlerin de buna zorlanmasına ve giderek hayatın bütün alanlarında dinsel ayrımcılığa yol açılmasına neden olacak tehlikeli bir süreçtir. Önce kadını, giderek tüm toplumu birey, yurttaÅŸ ve ulus kimliÄŸinden soyutlayarak ümmet ve kul kimliÄŸine götürecek bu anlayışın bir hak ve özgürlük algısıyla topluma sunulabilmesi de, kutsal din duygularının devlet iÅŸlerine ve politikaya karıştırılmış olduÄŸunun göstergesidir.Davalı parti yöneticileri ve üyeleri, yargı organlarının belirlediÄŸi hukuksal tespitler karşısında türbanı serbest bırakmanın mümkün olmadığını kavradıklarından, takiyye yöntemiyle halkın dinsel inançlarını kullanarak, türbanın bir insan hakkı olduÄŸunu, eÄŸitim kurumlarında ve kamuda serbest olması gerektiÄŸini ileri sürüp, bu konuda tabanlarının beklentilerini canlı tutmuÅŸlar, mutabakat söylemleriyle tabanlarını besleyip gelen baskıyı frenlerken bir yandan da türban, imam hatip liseleri, kuran kursları gibi konularda sürekli laik sistemi eleÅŸtirerek halkın bir bölümünü Devlet’e karşı durdurmuÅŸlar, toplumu tehlikeli bir çatışmaya sürüklemesi olası, laik-anti laik kamplaÅŸmalara sürüklemiÅŸlerdir.Anayasa’nın ikinci maddesinde laik bir hukuk sisteminin, Cumhuriyetin nitelikleri arasında sayılması ve bu madde hükümlerinin deÄŸiÅŸtirilemeyeceÄŸinin ve de deÄŸiÅŸtirilmesinin teklif edilemeyeceÄŸinin de dördüncü maddede vurgulanması karşısında; hukuk sistemimiz Türkiye Cumhuriyeti var olduÄŸu sürece laik niteliÄŸiyle varlığını sürdüreceÄŸinden Anayasa ve yasalarda deÄŸiÅŸiklik yapılarak türbana serbestlik tanınması olanaklı deÄŸildir. Hukuk düzeni, kuÅŸkusuz sadece pozitif düzenlemelerden oluÅŸmamaktadır. Pozitif düzenlemelerdeki kavramların içeriÄŸini somut olaylardan hareketle yargı kararları biçimlendirmekte, bu biçimlendirmede de türban olarak adlandırılan örtünme biçiminin, laik hukuk düzeni içerisinde koruma göremeyeceÄŸi açık ve tartışmasız biçimde ortaya konulmakta, türbanın laik bir sistemde özgürlük sorunu olmayıp, özgürlük alanı dışında kaldığı belirtilmektedir. Yargı kararlarına karşın türbanı özgürlük sorunu olarak göstermeyi ve sunmayı; türbanın özgürleÅŸeceÄŸi, ilk adımı ılımlı Ä°slam olan ÅŸer’i hukuk sistemine yönelik atılan adımlar zinciri içerisinde görmek gerekmektedir.Tarihsel süreç irdelendiÄŸinde, laikliÄŸe aykırı eylemlerin odağı olduÄŸu gerekçesi ile Anayasa Mahkemesi’nce kapatılan Milli Nizam Partisi, Refah Partisi ve Fazilet Partisi’nin aksine; Adalet ve Kalkınma Partisi yöneticileri, bu partilerde yaÅŸanan tecrübelerden hareketle, amaçlarına eylem ve söylemler itibarıyla tek adımda deÄŸil birkaç adımda ulaÅŸmak ve bunu kademeli olarak gerçekleÅŸtirerek, olası tepki ve refleksleri bertaraf etmek amacındadırlar. Partinin iktidara geldiÄŸi 3 Kasım 2002 seçimlerinden bugüne uzanan süreçte izledikleri türban politikaları da bu düşünceyi doÄŸrulamaktadır. Ancak yürüttükleri bu takiyye politikasına raÄŸmen tabandan gelen baskılar karşısında gerçek niyetlerini her zaman saklayamamışlardır. “…Gönlümün derinliklerinde yatan hıçkırıklar var, (…) Ama sabırlı olmaya mecburuz,(…) DeÄŸiÅŸmedik.(…)Hedefimize acele etmeden adım adım ulaÅŸacağız. (…) Sabredin. (…)Bazen susarak, bazen baldıran zehiri içerek bu sorunu çözmeyi hedeflemeliyiz.(…)Toplumsal mutabakatla sorunu çözeceÄŸiz.,,â€� (Ek. 18, 25, 27, 36, 44, 117, 123, 129...) gibi söylemler, kaynağı siyasal Ä°slam olan bu yapının temel hedeflerinin deÄŸiÅŸmediÄŸini göstermektedir.Davalı siyasi partinin tüm eylem ve söylemleri; ilk aÅŸamada Ä°slami kural ve deÄŸerlerin ön planda tutulduÄŸu ve referans olarak alındığı bir Ä°slam toplumunu oluÅŸturmak, ortaya çıkacak bu ılımlı model arkasından, hukuksal düzenlemeleri de gerçekleÅŸtirerek ÅŸeriata adım atmak kast ve amacını içermektedir.ÇoÄŸunluk iktidarına sahip olan bir siyasi parti için, önce hukuksal düzenlemeleri yapması ve arkasından toplumun bu Ä°slami düzenlemelere göre biçimlendirmesinin tabloya daha uygun olacağı söylenebilirse de, laikliÄŸi bütünüyle yok edecek hukuki düzenlemeler yapılması halinde devletin hukuksal yollarla, kendisini koruyacağı düşüncesi yöntem deÄŸiÅŸikliÄŸini zorunlu kılmaktadır. Türbanı serbest bırakmanın hukuksal yönden koruma göremeyeceÄŸini kavramalarına raÄŸmen, bu tutumları uzun vadede sonuç almaya yönelik olup; iktidarın olanaklarından da yararlanarak, topluma yavaÅŸ yavaÅŸ benimsetme ve düşünce platformlarında da giderek yandaÅŸ kazanma ve böylece sonuca ulaÅŸma yöntemini kullanmaktadırlar. Bu nedenle bireysel, giderek kitlesel ve toplumsal istek olarak konuya ivme kazandırıp, esas olan ÅŸeriat amacına ulaşılmaya çalışılmaktadır. Nitekim BaÅŸbakan Recep Tayyip ErdoÄŸan 14.01.2008 tarihinde bir resmi ziyaret için bulunduÄŸu Ä°spanyaâ€�da yaptığı basın toplantısında sorulan bir soru üzerine; “…Türkiyeâ€�de türbana siyasi simge olarak karşı çıkılıyor, velev ki siyasi simge olarak takıyor. Bunu suç kabul edebilirmisiniz? Simgelere, sembollere yasak getirebilirmisiniz?.... Bunu en yakın zamanda çözeceÄŸiz…, “ ( Ek.47) diyerek ve yine türbanı bir kuvvet gibi kullanarak toplumu ve devleti Ä°slami bir yapıya dönüştürmedeki kararlılığını göstermiÅŸ, hemen akabinde, yurda dönüşte Ankara EsenboÄŸa Havaalanında gazetecilere verdiÄŸi demeçte; “..türban sorununun çözümü konusunda “yeni anayasayı beklemeye gerek yok, onun çözümü çok kolay. Oturup beraber mutabık kaldığımız bir cümleyle çözülürâ€�… Toplumda türban konusunda mütakabat sıkıntısı yok, ancak kurumlar arasında sıkıntı yaÅŸanmaktadır…â€� (Ek.48) diyerek sürece yeni bir ivme kazandırmış, mutabakat arayışı Milliyetçi Hareket Partisinden yanıt bularak türbanın yüksek öğretim kurumlarında serbestçe takılabilmesine olanak saÄŸlayacak Anayasa ve yasa deÄŸiÅŸikliklerinin ilk adımı atılmıştır.Türban-başörtüsü ile yüksek öğretim kurumlarında öğrenim görülmesinin laiklik ilkesine aykırı olmasına, ulusal ve uluslararası yargı kararlarının da bu doÄŸrultuda bulunmasına karşın; yüksek öğretim kurumlarında türban-başörtüsü ile öğrenim görülmesini saÄŸlamak için BaÅŸbakan Recep Tayyip ErdoÄŸan ile AKP’li ve MHP’li milletvekillerinin imzaladığı Anayasa’nın 10. ve 42. maddelerinde deÄŸiÅŸiklik yapılmasını ve 7 milletvekilinin imzaladığı 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun ek 17 nci maddesinde deÄŸiÅŸiklik yapılmasını içeren teklifler 29-30.1.2008 tarihlerinde TBMM BaÅŸkan’ı tarafından Anayasa ve Milli EÄŸitim Kültür Gençlik ve Spor Komisyon’larına gönderilmiÅŸtir.Anayasa deÄŸiÅŸikliÄŸine iliÅŸkin teklifin gerekçesi<SEE FOOTNOTE> ile Anayasa Komisyonunun raporu <SEE FOOTNOTE>kapsamından ve 2547 sayılı Yasanın Ek 17. maddesinin deÄŸiÅŸtirilmesine iliÅŸkin teklif metni ile gerekçesinden<SEE FOOTNOTE>; yükseköğretim kurumlarında türban-başörtüsü ile öğretim yapılmasının amaçlandığı açıkça anlaşılmaktadır.<FOOTNOTE> Anayasa’da deÄŸiÅŸiklik teklifinin Genel Gerekçesi; “Anayasanın 10 uncu ve 42 nci maddelerinde yapılması öngörülen deÄŸiÅŸiklikler, yükseköğretim hizmetlerinden kiÅŸilerin kanun önünde eÅŸitlik ilkesine uygun olarak, herhangi bir nedenle ayrımcılığa tabi tutulmadan yararlanmasının önündeki engelleri kaldırmayı amaçlamaktadır. Devletin temel amaç ve görevlerinden biri de kiÅŸinin temel hak ve hürriyetlerini, hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle baÄŸdaÅŸmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmak, insanın maddi ve manevi varlığının geliÅŸmesi için gerekli ÅŸartları hazırlamaktır.Yükseköğretim kurumlarında kılık ve kıyafetlerinden dolayı bazı öğrencilerin eÄŸitim ve öğrenim hakkının engellenmesi kronik bir sorun haline gelmiÅŸtir. Kurucusu ve üyesi bulunduÄŸumuz Avrupa Konseyine üye ülkelerin hiç birinde üniversite düzeyinde böyle bir sorun mevcut bulunmamaktadır. Buna raÄŸmen, ülkemizde uzun bir süredir üniversitelerde bazı kız öğrencilerin baÅŸlarını örtmede kullandıkları kıyafetler nedeniyle eÄŸitim ve öğrenim hakkını kullanamadıkları bilinmektedir. Atatürk’ün hedef gösterdiÄŸi çaÄŸdaÅŸ uygarlık düzeyinde “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hürâ€� nesillerin yetiÅŸtirilmesi, kiÅŸilerin yükseköğrenim hakkından kanun önünde eÅŸitlik ilkesi gereÄŸi hiçbir nedenle ayrımcılığa tabi tutulmadan yararlanmasını zorunlu kılmaktadır. Bu nedenlerle, Anayasanın 10 uncu ve 42 nci maddesinde iÅŸbu deÄŸiÅŸikliklerin yapılması gereÄŸi doÄŸmuÅŸtur.â€�Madde Gerekçeleri ise; “Madde 1- Kanun önünde eÅŸitlik, demokratik hukuk devletinin vazgeçilmez ilkelerinden biridir. Bu ilkeyi uygularken Devletin negatif ve pozitif yükümlülükleri vardır. Devlet organları ve idarî makamlar, hiçbir sebeple bireyler arasında ayrımcılık yapamayacağı gibi, bu yöndeki ayrımcılık giriÅŸimlerini de önlemekle yükümlüdürler.Nitekim Anayasanın 5 inci maddesine göre “kiÅŸinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle baÄŸdaÅŸmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının geliÅŸmesi için gerekli ÅŸartları hazırlamaya çalışmakâ€� Devletin temel amaç ve görevleri arasındadır. Devlet bu temel görevini yerine getirirken, herkesin kamu hizmetlerinden eÅŸit bir ÅŸekilde yararlanmasını saÄŸlamaya yönelik her türlü tedbiri almak zorundadır. Tüm idare makamları gibi üniversiteler de yükseköğretim hizmeti sunarlarken dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep, giyim, kuÅŸam ve benzeri sebeplerle bu hizmetten yararlanan kiÅŸiler arasında ayrımcılık yapamazlar.Madde 2- EÄŸitim ve öğrenim hakkı, kiÅŸilerin en temel ve vazgeçilmez haklarından biridir. Bu nedenle bu hakkın sınırlandırılması ancak kanunun açıkça belirttiÄŸi istisnai durumlarda söz konusu olabilir. Nitekim Anayasanın 13. maddesinde de temel hak ve hürriyetlerin “özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere baÄŸlı olarak ve ancak kanunlaâ€� sınırlanabileceÄŸi belirtilmektedir. Kanunun açıkça yasaklamadığı bir fiil, tutum veya davranıştan dolayı idare hiç kimseyi eÄŸitim ve öğrenim hakkından mahrum bırakamaz. Buna raÄŸmen ülkemizde bazı kiÅŸilerin kanunda açıkça yazılı olmayan sebeplerden dolayı yükseköğrenim hakkından mahrum bırakıldıkları da bir gerçektir. Ä°ÅŸte bu nedenle yapılan deÄŸiÅŸikliÄŸin amacı, münhasıran yükseköğretim hizmetlerinden yararlanan vatandaÅŸlar arasında eÅŸitliÄŸi saÄŸlamak ve yükseköğretim kurumlarında öğrenim hakkından mahrum edilen kiÅŸilerin bu hak mahrumiyetini ortadan kaldırmaktır.â€�<FOOTNOTE> 1.2.2008 günlü Anayasa Komisyonu Raporu:“…Toplantımıza Hükümeti temsilen Devlet Bakanı ve BaÅŸbakan Yardımcısı Sayın Cemil Çiçek ve Adalet Bakanlığı yetkilileri katılmıştır.Teklifle; Anayasanın kanun önünde eÅŸitliÄŸi düzenleyen 10 ile eÄŸitim ve öğretim hakkı ve ödevini düzenleyen 42 nci maddelerinde deÄŸiÅŸiklik öngörülmektedir. 10 uncu maddede getirilen düzenleme ile; devlet organları ve idare makamlarının bütün iÅŸlemlerinin yanı sıra her türlü kamu hizmetlerinden yararlanılmasında kanun önünde eÅŸitlik ilkesine uygun hareket etme zorunluluÄŸu dördüncü fıkraya eklenmektedir.42 nci maddeye eklenen fıkra ile; Kanunda açıkça yazılı olmayan herhangi bir sebeple kimsenin yükseköğrenim hakkını kullanmaktan mahrum edilemeyeceÄŸi, bu hakkın kullanımının sınırlarının kanunla belirleneceÄŸi öngörülmektedir.Komisyon BaÅŸkanı Prof. Dr. Burhan KUZU sunuÅŸ konuÅŸmasında ÅŸu görüşleri ifade etmiÅŸtir;Gündemimizde yer alan Anayasa DeÄŸiÅŸikliÄŸi Teklifinin üniversitede okuyan öğrencilerin bir kısmının uzun süredir engellenen eÄŸitim hakkından mahrumiyeti gidermeye yönelik ve bu amaçla verildiÄŸi anlaşılmaktadır. Her ne kadar Anayasa metninden net olarak anlaşılmasa da yapılmak istenen deÄŸiÅŸikliÄŸin baÅŸlarını örtmeleri sebebiyle okuyamayan öğrencilere de bir imkân vermek istediÄŸi görülmektedir. Nitekim deÄŸiÅŸikliÄŸin genel ve madde gerekçelerinde bu durum açıkça ortaya konmaktadır. Gerçekten, üniversitelerimizde 1980’li yıllardan baÅŸlayan bu sorun Anayasa Mahkememizin 1989 ve 1991 tarihli kararlarıyla farklı bir boyut kazanmıştır. Getirilmek istenen deÄŸiÅŸiklik üzerinden onsekiz yıl gibi uzun bir süre geçmiÅŸ olan bu kararlar çerçevesinde konu mahkemeye intikal ederse hem yeni bir yorum imkânı verecek hem de Yükseköğretim Kurulu ve üniversitelerimize bu sorunu çözmede yeni bir uygulama baÅŸlatabilmek fırsatı verecektir. DeÄŸiÅŸikliÄŸin hedefinin basında yer aldığının aksine kamu kesiminde çalışan görevlileri kapsamadığı, keza lise ve ilköğretim okulunda okuyan öğrencilerin bu deÄŸiÅŸikliÄŸin tamamen dışında kaldığı da getirilen metnin açık düzenlenmesinden anlaşılmaktadır.Teklif sahipleri adına Sayın Sadullah Ergin, yükseköğretim hizmetlerinden yararlanmada kanun önünde eÅŸitliÄŸin gereÄŸi olarak; engellerin kaldırılmasının amaçlandığını belirtmiÅŸtir. Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının egemenliÄŸi düzenleyen 6, yasama yetkisini düzenleyen 7, eÅŸitlik ve Anayasanın baÄŸlayıcılığı ve üstünlüğünü düzenleyen 10 ve 11 inci maddeleri, temel hak ve hürriyetlerin niteliÄŸi ile ilgili 12, sınırlamasını düzenleyen 13, kötüye kullanmamayı öngören 14, eÄŸitim-öğretim hakkını düzenleyen 42, yönetmelikle ilgili 124, yargı yolunu hükme baÄŸlayan 125, Anayasa Mahkemesinin kararlarını düzenleyen 153 üncü maddelerinden hareketle konu incelenmelidir. Bu çerçevede eÄŸitim-öğretim hakkı amir hükümlere raÄŸmen yargı kararlarıyla fiilen engellenmektedir. Bu sorunu gidermeyi amaçlamaktayız. Ä°fade edilen maddeler ışığında Anayasa ile uygulama arasındaki çeliÅŸkiyi gidermek, maddeler arası insicamı saÄŸlamak amacıyla bu Teklif getirilmiÅŸtir.Teklif sahipleri adına söz alan Sayın Faruk Bal; ülkemizin 40 yılı aÅŸan bir süredir yaÅŸadığı sorunu çözmek amacını taşıdıklarını ifade etmiÅŸtir. Bu sorunun çözülmemesinin temel nedeni laiklik ile din ve vicdan hürriyeti çerçevesinde deÄŸerlendirilmesinden kaynaklanmıştır. Anayasanın 10 uncu maddesine raÄŸmen bu sorun giderilememiÅŸtir. Sorun öncelikle eÅŸitlik ilkesi sonra yükseköğrenim hakkıyla ilgilidir. Teklif bu amaçla Anayasamızın 10 ve 42 nci maddesinde deÄŸiÅŸiklik öngörmektedir. Temel hakların tümünün sınırlandırılması, Anayasanın 14 üncü maddesinde düzenlenmiÅŸtir. Teklif Anayasa hükmü haline geldiÄŸinde bu madde de öngörülen sınırlamaya tabi olacaktır. Özel sınırlarda eÄŸitim-öğrenim hakkını düzenleyen 42 nci maddede yer almıştır. Bu maddeye eklenen fıkra ile getirilen düzenleme, hem eÅŸitlik hakkını bu maddede somutlaÅŸtırmakta, hem de maddedeki sınırlara tabi kılınmaktadır.Teklifin genel gerekçesi okunduktan sonra, Teklif üzerinde üyelerimiz ÅŸu görüşleri ifade etmiÅŸlerdir;- Bu parlamentoda Anayasa; yürürlükteki Anayasanın amir hükümleri çerçevesinde yapılmalıdır. Teklif edilemeyecek hükümler söz konusudur. Buna uyulmalıdır. Sayın Ergin’in belirttiÄŸi hükümler incelendiÄŸinde Anayasada öngörülen deÄŸiÅŸikliklerin laiklik ilkesine aykırı olmaması gerekir. Amaç türbanı çözmektir. Özellikle Anayasanın 90 ncı maddesi ile milletlerarası andlaÅŸmalar hakkında Anayasaya aykırılık iddiasında bulunulamaması hükmü ve AÄ°HM kararları karşısında bu düzenleme uygun olmayacaktır. Teklifin gerekçesi ne olursa olsun; hukukun üstünlüğü ilkesinden hareketle AÄ°HM ve Anayasa Mahkemesi kararları karşısında bu düzenleme yapılamaz. Toplumu kutuplaÅŸmaya yönelteceÄŸi açık olan bu düzenleme yapılmamalıdır. Laiklik bu devletin temelidir, dinamiÄŸidir, yok kabul edilemez, çiÄŸnenemez, başörtüsü ile ilgili bir sorun yoktur ama, kamu kurumlarında olması sorun yaratacaktır. Uygulama derslerinde kamu hizmeti verilmektedir. Bu da kamu kurumlarında gerçekleÅŸecektir. Stajyer öğretmen, doktor, doktora öğrencisi gibi kiÅŸiler sorun yaÅŸayacaklardır.Bu Teklif yasalaşırsa toplumda önlenemeyecek çatışmalar doÄŸacaktır. Ãœniversitelerimiz ayaktadır. Ãœlkemizi bölecek bu deÄŸiÅŸiklikten vazgeçilmelidir.Bazı üyelerimiz bir önerge vererek; Anayasanın 2 nci maddesinde yer alan laiklik ilkesi karşısında bu Teklifin görüşülmesinin mümkün olup olmadığı hakkında usul tartışması açılmasını istemiÅŸlerdir.Konu eÄŸitim-öğretim hakkı ise, aileleri dar gelirli olduÄŸu için okuyamayan gençlerin sorunu öncelikle çözülmelidir. Özgürlük, eÅŸitlik ilkelerinin arkasına sığınılmamalıdır. Türkiye Cumhuriyetine türban dayatılmaktadır. Bazı üyelerimiz Türkiye’yi kamplaÅŸtıracak asıl sebebin bu alandaki yasağın devam etmesi olduÄŸunu söylemiÅŸlerdir. Tüm gençlerimize eÄŸitim-öğrenim hakkı eÅŸit olarak tanınmalıdır. Türban sorununu görmezden gelemeyiz. Laiklik ilkesine atıfta bulunarak bu yasağın devamı konusunda tartışmalar devam etmektedir, edeceÄŸi de anlaşılmaktadır. Bunun önüne geçilmelidir. Anayasada bir deÄŸiÅŸiklik yapılacaksa, Yükseköğrenim Yasasında da bir deÄŸiÅŸiklik zorunlu olacaktır. Başı açık olanlara karşı herhangi bir baskı uygulanmasının da önüne geçilmelidir.Verilen önerge ile ilgili olarak, mahkeme kararlarıyla siyasi simge olan türbanın hiçbir kamusal alana giremeyeceÄŸinin hükme baÄŸlandığı belirtilmiÅŸtir. Ãœniversitelerde dini simgelerin kullanılmasının yasaklanmasının temelinde laiklik ilkesi vardır. Å�eriata dayalı bir devlet sistemi getirilmesinin önlenmesi amaçlanmaktadır. Bu deÄŸiÅŸiklik deÄŸiÅŸtirilmesi teklif dahi edilemeyecek laiklik ilkesiyle baÄŸlantılıdır. Anayasa Mahkemesi bu ilkelere uymayı ÅŸekil ÅŸartı olarak öngörmektedir. Bu nedenle görüşülmemelidir.Bu görüşlere cevaben, Anayasa Mahkemesinin yasal düzenlemeler yapılırken dini unvanlara dayanılmamasını öngördüğü belirtilmiÅŸtir. Laik bir devlette dini gerekçelerle yasal düzenlemeler yapılamaz. AÄ°HM kararları ışığında ilgili devletin takdir hakkı olduÄŸu, iç hukukunda deÄŸiÅŸiklik yapabileceÄŸi söylenmektedir. Yasal düzenlemeler doÄŸrultusunda mahkeme içtihatları da deÄŸiÅŸebilir. Bu doÄŸal bir durumdur.1982 Anayasası ÅŸekil açısından sınırları belirlemiÅŸtir. Bu noktada 1961 Anayasasından ayrılmaktadır. Anayasanın 2 nci maddesiyle ilgili farklı düzenlemeler pek çok Anayasa taslağında yer almıştır. Hukuk devletinin gereÄŸi tüm vatandaÅŸlara eÅŸit davranmaktır. Temel hak ve hürriyetlerin gereÄŸi yapılmaktadır. Laiklik ilkesi ile çatışmamaktadır.Devlet Bakanı ve BaÅŸbakan Yardımcısı Sayın Cemil ÇİÇEK Teklifin 10 ve 42 nci maddeleriyle ilgili olduÄŸunu, deÄŸiÅŸmez tekliflerle ilgili olsa doÄŸrudan reddedileceÄŸini ifade etmiÅŸtir. Anayasa Mahkemesi mevcut mevzuata göre karar verecektir. Bahsedilen kararlar 1961 Anayasası ile ilgilidir. Oysa 1982 Anayasasıyla ilgili kararlarında ÅŸekil yönünden yetkisinin sınırlarını belirtmektedir. Bu da teklif ve oylama çoÄŸunluÄŸuna ve ivedilikle görüşülemeyeceÄŸi ÅŸartına uyulup uyulmadığı hususlarıyla sınırlıdır. Yapılan görüşmelerden sonra önerge oya sunulmuÅŸ ve reddedilmiÅŸtir.Devletin temelini bozma hedefi güdenler eÅŸitlik, eÄŸitim-öğrenim hakkının arkasına saklanmaktadır. Türban bunun aracı olarak kullanılmaktadır. Türban serbestisi mahalle baskısını artıracak, toplumu bölünme tehlikesiyle karşı karşıya bırakacaktır. Bunun arkası gelecektir.Türkiye’de türban sorununu çıkaranlar siyasidirler. MaÄŸduriyetlerin giderilmesi öncelikli amaç olmalıdır.Siyasal Ä°slamcılık hareketi bu Teklifin yasalaÅŸmasıyla hız kazanacaktır. Laik düzen tehdit edilmektedir. DeÄŸiÅŸiklikle bu sorun çözülmeyecek aksine büyüyerek devam edecektir.Teklifin tümü üzerindeki görüşmelerden sonra maddelere geçilmesi oy çokluÄŸu ile kabul edilmiÅŸtir.Teklifin 1 inci maddesi üzerindeki görüşmelerde ÅŸu görüşler dile getirilmiÅŸtir;Toplumsal barışın saÄŸlanması adına eÅŸitliÄŸe ihtiyacımız vardır. Amaç, Anayasal sistemin temel ilkesi olan eÅŸitlik ilkesinin kanunlarda ve gerçek hayatta, uygulamada anlamını bulmasıdır. Madde ile kanun önünde öngörülen eÅŸitlik, kamu hizmetleri açısından vurgulanmaktadır. Laiklik ilkesi ile baÄŸlantısı yoktur.Ä°slamiyet’in en güzel yaÅŸandığı yer ülkemizdir. Bunun da nedeni laiklik ilkesidir. Ä°nsanların bireysel tercihlerine herkesin saygısı vardır. Ancak karşı olunan kutsal deÄŸerlerin siyasi amaçlar doÄŸrultusunda kullanılmasıdır.AÄ°HM kararlarında başörtüsünün “bunu takmayanlarda uyandıracağı baskı göz önünde bulundurulmalıdırâ€� diyor. Düzenleme amaçla orantılı olmalı, kamu düzeni korunmalıdır. Anayasamızın baÅŸlangıç bölümünün dördüncü fıkrası 1, 2, 3 üncü maddeleri, 6 ncı maddenin son fıkrası, 11, 12, 13,14 üncü maddeleri, 24 üncü maddenin son fıkrası konumuzla çok alakalıdır. Özellikle 24 üncü maddenin son fıkrası din istismarını engellemeyi amaçlamaktadır. Uluslararası sözleÅŸmeler ve AÄ°HM kararları göz ardı edilmemelidir. Kamu hizmetlerine türbanla girmenin alt yapısı hazırlanmaktadır.Siyaset kurumu sorunları çözmek zorundadır. Bu sorunu çözmemizde hak, hukuk, rejim, adalet açısından yarar vardır. Bu düzenleme uygun görülmüyorsa sorunu çözmede hangi yol seçileceÄŸi açıkça ortaya konulmalıdır. Ä°nsan haklarına saygılı olmanın da Cumhuriyetimizin niteliklerinden olduÄŸu unutulmamalıdır.Teklifin 1 inci maddesi Komisyonumuzca oy çokluÄŸu ile kabul edilmiÅŸtir.Teklifin 2 nci maddesi üzerinde üyelerimiz ÅŸu görüşleri ifade etmiÅŸlerdir;Yükseköğrenim hakkının kanun dışı uygulama ile engellenmesinin önüne geçilmesi maddenin özünü oluÅŸturmaktadır. Mesele deÄŸerler ekseninde tartışıldığında herkes bu deÄŸerlere sahip çıkacaktır. Bu ortak payda içinde sorunlara çözüm bulmamız gerekmektedir.Bazı üyelerimiz getirilen düzenlemenin Anayasanın 2 ve 42 nci maddesinin üç ve dördüncü fıkralarına aykırılık teÅŸkil ettiÄŸini söylemiÅŸtir. Sorunun çözümü için öncelikle alt yapı oluÅŸturulmalı, güven ortamı saÄŸlanmalıdır.Teklifin 2 nci maddesi Komisyonumuzca oy çokluÄŸu ile kabul edilmiÅŸtir.Teklifin yürürlük ve halkoylamasını düzenleyen 3 üncü maddesi Komisyonumuzca oy çokluÄŸu ile kabul edilmiÅŸtir.Teklifin tümü oya sunulmuÅŸ ve Komisyonumuzca oy çokluÄŸu ile kabul edilmiÅŸtir…â€�<FOOTNOTE>2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun ek 17 nci maddesinde deÄŸiÅŸiklik yapan teklifin gerekçesi :“Genel Gerekçesi;Yükseköğrenimde yaÅŸanan ve eÄŸitim öğrenim hakkından yararlanmada eÅŸitsizliÄŸe yol açan uygulamalara yasal bir çözüm bulmak amacıyla Anayasanın 10 uncu ve 42 nci maddelerindeki deÄŸiÅŸiklikler çerçevesinde 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun Ek 17 nci maddesine bir fıkra eklenmesi ihtiyacı hasıl olmuÅŸtur.Madde Gerekçesi ise;Bu hükmün amacı, herkesin yükseköğrenim hakkından serbestçe, eÅŸit ve özgür bir ortamda yararlanmasını saÄŸlamaktır. Ãœniversitelerde uzun bir süredir devam eden ve bazı öğrencilerin kılık ve kıyafetlerinden dolayı öğrenim hakkından yoksun bırakılmasına neden olan uygulama, toplumsal barışı, millet-devlet kaynaÅŸmasını ve eÄŸitimde fırsat eÅŸitliÄŸini olumsuz yönde etkilemektedir. Ãœniversite düzeyinde eÄŸitim gören kiÅŸilerin, kendi kılık ve kıyafetleri konusunda tercih yapabilmeleri, bireysellik, kimlik ve kiÅŸiliklerinin gelîşmesi için kaçınılmaz bir gerekliliktir. Ãœniversiteler evrensel bilgi ve bilîmin hür bir ortamda üretildikleri, özgür ve özerk mekanlardır. Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün iÅŸaret ettiÄŸi "fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür" nesiller, ancak kiÅŸilerin hiçbir gerekçeyle ayrıma tabi tutulmadığı ve eÅŸit olarak yükseköğrenim hakkından yararlandırıldığı özgür üniversitelerde yetiÅŸebilir.Yükseköğretim kurumlarında başın örtülmesi, eÄŸitim ve öğretimin gerektirdiÄŸi güvenliÄŸin saÄŸlanması amacına yönelik olarak sınırlandırılmaktadır. Bu kapsamda, başı örtmek için kullanılan kıyafetlerin yüzü açıkta bırakması ve kiÅŸinin kimliÄŸinin tespitine imkan verecek ÅŸekilde olması gerekmektedir.â€�DeÄŸiÅŸiklik metni ise;“4.11.1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun ek 17 nci maddesine birinci fıkrasından sonra gelmek üzere aÅŸağıdaki fıkra eklenmiÅŸtir.“Hiç kimse başının örtülü olması sebebiyle yüksek öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz ve bu yönde uygulama ve düzenleme yapılamaz. Ancak başın örtülmesi, kiÅŸinin yüzü açık ve kimliÄŸinin tanınmasına imkan verecek ve çene altından baÄŸlanacak ÅŸekilde olması gerekir.â€� biçimindedir.â€�Cumhuriyetin deÄŸiÅŸtirilmesi ve deÄŸiÅŸtirilmesi teklif dahi edilemeyen nitelikleri arasında bulunan laiklik ilkesi gereÄŸince üniversitelerde türban ile öğrenim görülmesinin mümkün bulunmamasına binaen; Yüksek Öğretim Kanununda üniversitelerde türbanla öğrenim görülmesini saÄŸlayacak bir deÄŸiÅŸikliÄŸin Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edileceÄŸini öngören davalı Parti önce Anayasa’nın 10. ve 42. maddelerinde deÄŸiÅŸiklik yapmak ve daha sonra bu deÄŸiÅŸikliÄŸe dayanmak suretiyle Yüksek Öğretim Yasasında yapacağı deÄŸiÅŸiklikle üniversitelerde türbanla öğrenim görülmesinin yolunu açmak istemektedir. Yükseköğretim Yasasında deÄŸiÅŸiklik içeren teklifin Anayasaya aykırı olduÄŸu tartışmasızdır. Anayasa deÄŸiÅŸikliÄŸi içeren teklif ise amaç yönünden Anayasaya aykırılık taşımaktadır.Anayasanın 10. ve 42. maddelerinde deÄŸiÅŸiklik öngören teklif TBMM’de 09.02.2008 tarihinde kabul edilmiÅŸ, CumhurbaÅŸkanı tarafından onaylanmasını müteakip 5735 sayılı Yasa olarak 23 Å�ubat 2008 tarihinde Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmiÅŸtir. Bu yasanın iptali için Ana Muhalefet Partisi 27.02.2008 tarihinde Anayasa Mahkemesine baÅŸvurmuÅŸtur.2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun ek 17 nci maddesinde deÄŸiÅŸiklik yapan teklif ise TBMM Milli EÄŸitim Kültür Gençlik ve Spor Komisyon’unda beklemektedir.Laik Cumhuriyet ilkesinin türban vasıta kılınarak deÄŸiÅŸtirilme çabasının ivme kazandığı bu dönemde, BaÅŸsavcılığımız, Anayasa ve Yasalarda yer alan görev ve yetkiler çerçevesinde 17 Ocak 2008 günü bir basın bildirisi yayınlamıştır. Bildiride; “…türban serbestliÄŸinin laik üniter yapıya aykırı bir faaliyet alanı yaratacağı, böyle bir serbestliÄŸin dini ve bölücü örgütler tarafından rahatlıkla kullanılacağı, eÄŸitim kurumlarını gruplara ve kamplara ayıracağı vurgulanmış, siyasi partilerin kutsal sayılan ÅŸeyleri istismar etmemesi gerektiÄŸine…â€� dikkat çekilmiÅŸ, “…siyasi partilerin demokrasinin bir veya birçok kuralınauymayan veya cumhuriyetin temel ilkelerinden olan laik ve üniter yapıyı, demokrasiyi yok etmeyi amaçlayan ve de demokrasinin tanıdığı hak ve özgürlükleri yasa dışı yorumlarla tarif ederek oluÅŸturulan siyasi projeleri öne süremeyecekleri, bu nitelikteki beyan ve eylemlerin gerek iç hukuk gerekse de Avrupa Ä°nsan Hakları SözleÅŸmesi korumasından yararlanamayacağı gözetilmelidir….â€� denilerek, yapılacak Anayasa ve yasa deÄŸiÅŸikliklerinin Anayasanın laiklik ilkesini zedeleyeceÄŸi vurgulanmıştır.18.01.2008 tarihinde Danıştay BaÅŸkanlığı’nca da türban yasağının kaldırılmasına iliÅŸkin tartışmalarla ilgili olarak yapılan açıklamada; “… ‘Yeni düzenlemeler yapılırken Anayasa’nın temel ve deÄŸiÅŸmez ilkelerine ve yargı kararlarına uygun davranılmamasının, Cumhuriyetin kazanımlarına aykırı olacağı’ belirtilerek, ‘söz konusu giriÅŸimlerin eÄŸitim kurumları ile sınırlı kalmayacağı ve sonuçta toplumsal barışı da zedeleyeceÄŸi kaygı ile izlenmektedir…â€� denilmiÅŸ, (…)son günlerde yazılı ve görsel basında, Anayasada yapılacak yeni düzenlemeler tartışılırken, yüksek öğretim kurumlarında türban yasağının kaldırılmasına yönelik giriÅŸimler ve ortaya atılan görüşler karşısında, anayasal bir kurum ve yüksek yargı organı olmanın sorumluluÄŸu ile" kamuoyuna bir açıklama yapılmasının zorunlu görüldüğü, Türkiye Cumhuriyeti’nin demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olduÄŸu’ vurgulanarak, bu dört nitelik, Cumhuriyetin deÄŸiÅŸtirilemeyecek, deÄŸiÅŸtirilmesi teklif bile edilemeyecek anayasal temel hükümleridir…â€� denilmiÅŸtir.Yargı Kurumlarının laik cumhuriyet ilkelerinin zedelenmesine yönelik giriÅŸimlere gösterdiÄŸi bu tepkiye Yargıtay da katılmış, Yargıtay Birinci BaÅŸkanvekili, 04.02.2008 günü düzenlenen bir törende yaptığı konuÅŸmada, “…Laiklik ilkesinin doÄŸrudan veya yeni düzenlemelerle zayıflatılmasının kesinlikle kabul edilemez olduÄŸu..â€� gerçeÄŸine vurgu yaparak yapılması düşünülen Anayasa deÄŸiÅŸikliÄŸinin laiklik ilkesine aykırı olacağını belirtmiÅŸtir.Mevcut Anayasa, Devrim Kanunları ve yargı kararları karşısında Cumhuriyetin laiklik ilkesinin deÄŸiÅŸtirilmesini ya da etkisiz bırakılmasını saÄŸlayacak hiçbir düzenlemenin hukuki koruma görmeyeceÄŸine ve yaptırımla karşılanacağına vurgu yapan bu açıklamalar karşısında; davalı partinin Genel BaÅŸkanı ve bazı parti yetkilileri demokrasiyi çoÄŸulcu deÄŸil, çoÄŸunlukçu algılarla anladıklarını ve uyguladıklarını gösteren sert açıklamalarla laiklik karşıtı eylem ve söylemlerini sürdüreceklerine dair kararlılıklarını sergilemiÅŸlerdir. BaÅŸbakan ErdoÄŸan Partisinin Ãœmraniye Kadın Kollarının 19.01.2008 tarihli kongresinde yaptığı konuÅŸmada, “….Bizim önümüze ikide bir Anayasayı çıkarmasınlar. En az onlar kadar anayasayı biz de biliriz.(..) Kimse yasama, yürütme organının üstünde kendini göremez, bulamaz…â€� (Ek.49 ) diyerek, anayasal kurumların ve yargının uyarılarını, türban konusunda ulusal ve uluslararası yargı kararlarını önemsemediÄŸini açık bir mesaj olarak kamuoyuna duyurmuÅŸtur.BaÅŸbakan bu söylemiyle de yetinmeyerek partisinin grup toplantısında yaptığı bir konuÅŸmada, “…Biz ÅŸuna inanıyoruz; biz yola çıkarken daha önce de demokrasiye inanmış insanların söylediÄŸini söylüyoruz. Biz o beyaz çarÅŸaflarla yola çıktık. Biz bu konuda bedel ödemeye hazırız…" demiÅŸ, kefen veya idam gömleÄŸiyle özdeÅŸleÅŸen “beyaz çarÅŸafâ€� betimlemesiyle devleti ve toplumu dönüştürme kararlılığını ve bu uÄŸurda neleri göze aldığını vurgulamış, ölüm ve idam çaÄŸrıştırmalarıyla halkın bir kısmını laik devlet aleyhine kışkırtıcı tavrını sürdürmüştür. (Ek.161)BaÅŸbakan ErdoÄŸan ve diÄŸer partililerin laiklik ilkesini savunanlara ve Yargının laiklik ilkesini koruyan kararlarına karşı takındıkları bu sert üslup yeni deÄŸildir. BaÅŸbakan Recep Tayip ErdoÄŸan Anayasa Mahkemesinin CumhurbaÅŸkanı seçiminde toplantı yeter sayısının 367 olması gerektiÄŸi yönündeki kararını, “ Bu bitmedi, çok konuÅŸulacak. Bu yargı için bir talihsizliktir, yüz karasıdır.(…) Açık net ortada olduÄŸu halde zorlamayla, dayatmayla bu karar verilmiÅŸtirâ€� (Ek.178) gibi sözlerle eleÅŸtirerek çoÄŸulcu demokrasinin güçler ayrılığı ilkesine dayandığı gerçeÄŸini adeta reddederek totaliter bir anlayışın savunuculuÄŸunu yapmıştır. 22 nci dönem TBMM baÅŸkanı ve halen davalı parti milletvekili olan Bülent Arınç, kurumların ve toplumun türbana iliÅŸkin tepkilerini alaycı bir dille eleÅŸtirerek, “…İnsanlar sokakta teneke çalmaya baÅŸladı. Yüzde 47 oy almış bir parti, mütevazı olacağım diye, teneke çalıp gürültü yapanların karşısında neredeyse mahcup durumda…â€� demiÅŸ, türbanlı öğrencileri kastederek, “…Onlar bu kıyafetiyle giremezken, çok sevgili arkadaÅŸları hangi kıyafetle okula giriyorlar, hepiniz biliyorsunuz…â€� (Ek.71) diyerek, adeta türban takmayan öğrencileri ve kıyafetlerini aÅŸağılayan bu sözleriyle sorunun önümüzdeki süreçte alacağı boyutu ve türbansız öğrencilere ileride uygulanması muhtemel baskıların ilk iÅŸaretlerini vermiÅŸtir.Davalı parti 3 Kasım 2002 genel seçimlerinde oyların % 34.28’ni alarak iktidar olduÄŸu süreçte; türban, imam hatip liseleri ile katsayı ve eÄŸitimin dinselleÅŸtirilmesi konularında toplumda mutabakatın saÄŸlanması, kurumlarla mutabakatın saÄŸlanması, TBMM’de mutabakatın saÄŸlanması gibi kavramlarla gündemi sürekli sıcak tutarak anılan kavramları siyasete alet etmiÅŸ ve laik cumhuriyet ilkesini zayıflatmıştır.Davalı parti “mutabakat sürecinin!â€� tamamlandığına kanaat getirmiÅŸ olmalıdır ki, nihai amaçlarına ulaÅŸabilmek için 22 Temmuz 2007 genel seçimlerin hemen akabinde hazırlattığı yeni bir anayasa taslağını toplumun gündemine taşımış, gelen tepkilerin yoÄŸunlaÅŸması ve yeni bir anayasa yürürlüğe sokmanın alacağı süreç düşünülerek, çalışmaların bitmesi beklenilmeden mevcut Anayasanın 10. ve 42 nci maddelerinde deÄŸiÅŸiklik yapmak suretiyle türbanın yüksek öğretim kurumlarına girmesinin yolunu açmaya çalışmış, bu suretle laik devlet ilkesinin eÄŸitim kurumlarından baÅŸlayarak tasfiyesi sürecini hızlandırmıştır.Davalı parti dini esaslara dayalı bir devlet sistemine giden yolda toplumu dönüştürmenin en önemli adımlarından birisinin milli eÄŸitim politikalarının dinselleÅŸtirilmesi olduÄŸunun bilinciyle eÄŸitimin milli olmaktan çıkarılması, Cumhuriyet devrimlerinin kötülenmesi, küçümsenmesi, Ä°slam’a karşı yapılmış gibi gösterilmesi, Cumhuriyete ve laikliÄŸe karşı olan bir nesil yetiÅŸtirilmesi, laikliÄŸin dinsizlikle eÅŸ anlamlı olduÄŸu ÅŸeklinde zihinlerde yanlış bir algı yaratılması konularında ısrarlı bir gayret içinde bulunmuÅŸtur.Bu gayretin bir sonucu olarak;1739 sayılı Milli EÄŸitim Temel Yasasına göre Türk Milli EÄŸitiminin amacı; Türk Milletinin bütün bireylerinin, Atatürk ilke ve devrimlerinin, Anayasada ifade edilen Atatürk milliyetçiliÄŸine baÄŸlı, Türk Milletinin milli, insani, manevi ve kültürel deÄŸerlerini benimseyen, koruyan ve geliÅŸtiren (…), insan haklarına ve Anayasanın baÅŸlangıcındaki temel ilkelere dayanan demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetine karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getirmiÅŸ yurttaÅŸlar olarak yetiÅŸtirmektir. Oysa Adalet ve Kalkınma Partisi Hükümetleri bu temel ilkelerle çatışan icraatlarda bulunmuÅŸlardır.Bu baÄŸlamda; öncelikle sadece din görevlisi yetiÅŸtirmek üzere açılmış bulunan imam hatip lisesi mezunlarına üniversiteye giriÅŸte uygulanan katsayıyı ortadan kaldırmak amacıyla Yüksek Öğretim Kanununda deÄŸiÅŸiklik yapılmış, ancak yasa CumhurbaÅŸkanı tarafından veto edilmiÅŸtir. Veto gerekçesinde; “…Yasanın imam hatip liselerini özendirdiÄŸi, bu okullarla genel liselerin eÅŸit statüye getirilmesinin Anayasanın Atatürk ilke ve devrimlerini temel alan ruhuyla baÄŸdaÅŸmadığı (…) Anayasanın 42. maddesinde eÄŸitim ve öğretimin Atatürk ilke ve devrimleri doÄŸrultusunda yapılacağının öngörüldüğü, laiklik nedeniyle kutsal din duygularının devlet iÅŸleri ve politikaya karıştırılamayacağı, laikliÄŸin Türkiye Cumhuriyetini oluÅŸturan deÄŸerlerin temel taşı olduÄŸu (…) laikliÄŸin Türkiye Cumhuriyetinde ümmetten ulusa geçmenin itici gücü olduÄŸu (…) bir yanda akla ve bilime diÄŸer yanda dinsel öğretiye dayalı öğretinin toplumda ikiliye yol açacağı kaos ve kargaÅŸa yaratacağı Tevhid-i Tedrisat Kanununun toplumu batıl inançlardan kurtaracak din adamları yetiÅŸtirmeyi amaçladığı, bu amacın imam hatip liselerinin yalnızca din adamı yetiÅŸtirilmesi için erkek öğrencilerin öğrenim görmeleri ve bunların orta öğretim sonrasında kendi alanlarında Yükseköğrenim görmelerinin amaçlandığı (…) baÅŸlangıçtaki amaçlardan sapıldığı, imam hatip liselerinin genel liselere alternatif öğretim kurumları konumuna getirildiÄŸi, ikili öğretim sistemi getirilerek laikliÄŸe aykırı uygulamalar yapıldığı…â€� vurgulanmıştır. (Ek.82)Yine Milli EÄŸitim Bakanlığı tarafından hazırlanan 14.12.2005 gün ve 26023 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren “Milli EÄŸitim Bakanlığı Açık Öğretim Lisesi YönetmeliÄŸiâ€�nin amaçlarının açıklandığı 5/a maddesinde; “İlköğrenimini tamamlayan, ancak orta öğretime devam edemeyenler ile orta öğretimden ayrılan, mezun olan ve yüksek öğretimden ayrılan veya mezun olanlara farklı alanlarda öğrenim görme fırsatı vererek eÄŸitim-öğretim imkanı saÄŸlamakâ€�, Diploma baÅŸlıklı 35. maddesinde; “Lise’den mezun olanlara, bitirdikleri program türüne göre diploma verilir.â€� Kılık ve kıyafet baÅŸlıklı 45. maddesinde “Sınavlarda kılık-kıyafetin, öğrencinin rahatlıkla tanınmasını saÄŸlayacak ÅŸekilde sade ve temiz olması esastır.â€� hükümleri getirilmiÅŸ, böylece açık öğretim kural, örgün öğretim ise istisna haline getirilerek, meslek lisesi mezunlarının (imam-hatip lisesi) çift diploma edinmeleri suretiyle üniversiteye giriÅŸte 1999 yılından bu yana meslek liseleri ve düz lise mezunları arasında uygulanan katsayı uygulamasının bertaraf edilmesi imkanı saÄŸlanmış, ayrıca öğrencilerin türbanlı, sakallı olarak derslere devam etmeleri olanağı tanınmıştır.Bahsedilen YönetmeliÄŸin bazı maddelerinin iptali ve yürütmesinin durdurulması istemiyle açılan davalar sonunda Danıştay 8’nci Dairesi, YönetmeliÄŸin baÅŸta 5’nci madde olmak üzere, 22, 45, 46/1, 35/d, ve 41’nci maddelerinin iptaline karar vermiÅŸtir. (Ek.158)Böylece; EÄŸitim sistemine dahil olup, yönlendirme suretiyle kademelerden geçerek bu haklardan yararlanmış bireylerin yeniden yararlandırılması, öncelikli olarak yararlanma hakkına sahip olan bireyler açısından eÅŸitsizlik yaratılmasına sebep olacak olan, meslek lisesi (imam-hatip lisesi) öğrencilerine çifte diploma ÅŸansı veren YönetmeliÄŸin 5’nci maddesi ile sınavlarda kılık kıyafetin öğrencinin rahatlıkla tanınmasını saÄŸlayacak ÅŸekilde sade ve temiz olmasını yeterli sayan 45’nci maddesi iptal edilmiÅŸtir.Ancak yargı kararına raÄŸmen, Milli EÄŸitim Bakanlığı, Danıştay 8’nci Dairesinin 7.2.2006 tarihinde verdiÄŸi YönetmeliÄŸin dava konusu edilen maddelerinin yürürlüğünün durdurulması kararını etkisiz kılmak amacıyla 1.3.2006 tarihinde, YönetmeliÄŸin yayımlanmasından sonra açık öğretim liselerine kayıt yaptıranların kazanılmış haklarının korunacağını duyurmuÅŸ, Yükseköğretim Kurulu BaÅŸkanlığı’nın bu idari iÅŸlemin de hukuka aykırı bulunduÄŸu gerekçesiyle yürütmesinin durdurulması ve iptali istemiyle açtığı davada Danıştay 8’nci Dairesi’nin 7.6.2006 gün ve 2006/2349 Esas, 2006/1249 Karar sayılı hükmü ile 1.3.2006 tarihli iÅŸlemin de yürütmesini durdurmuÅŸtur. (Ek.158)Adalet ve Kalkınma Partisi Hükümetleri Cumhuriyetin laiklik ilkesine, EÄŸitim BirliÄŸi Yasasına, Milli EÄŸitim Temel Kanunundaki amaç ve ilkelere aykırı olarak eÄŸitimin dinselleÅŸtirilmesi çalışmalarını geçtiÄŸimiz 5 yılı aÅŸan iktidarları süresince ısrarla sürdürmüşler, Ä°lköğretim çağındaki çocukların Kuran kurslarına devamına olanak saÄŸlayan bazı düzenlemelerin yasalaÅŸması için çaba sarf etmiÅŸlerdir.Kanuna aykırı eÄŸitim kurumu açanlara, bunları çalıştıranlara ve bu kurumlarda öğretmenlik yapanlara 6 aydan 3 yıla kadar hapis cezası ile bu kurumların kapatılmasını öngören 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 263 ncü maddesinin (29.06.2005 tarihinde deÄŸiÅŸtirilmiÅŸtir), kanuna aykırı eÄŸitim kurumlarının kapatılması yaptırımının kaldırılması, hapis cezasının alt ve üst sınırlarının indirilmesi, sadece adli para cezası verilmesi olanağının getirilmesi, izinsiz açılan eÄŸitim kurumlarında çalışan öğretmenlerin eylemlerinin suç olmaktan çıkarılması suretiyle deÄŸiÅŸtirilmesi sürecinde BaÅŸbakan Recep Tayyip ERDOÄ�AN; ''Bu milletin yüzde 99'u Müslümandır, kendi kitabını, Kuran'ını rahatça öğrenmelidir. Kaçak Kuran kursu ifadesi çok çirkindir. Kuran'ı öğrenmeye kimse suç ifadesini kullanamaz'' (Ek.130) biçimindeki sözleriyle, devletin Öğretim BirliÄŸi içinde verdiÄŸi laik eÄŸitim sistemine karşı seçenek olarak açılan, yasaya aykırı eÄŸitim kurumlarını korumuÅŸ, bir biçimde eÄŸitim sisteminde Öğretim BirliÄŸi'nin bozulması, eÄŸitimin dinselleÅŸtirilmesi çabalarını desteklediÄŸini ifade etmiÅŸ, yasaya karşı çıkanları ise Kuran ve din öğretimine karşı oldukları izlenimini yaratmaya çalışmış, bir devrim yasasını etkisizleÅŸtirirken yine dini istismardan kaçınmamıştır.Yukarıda bahsedilen somut olaylardan ve iddianame eki belgelerden de (Klasör 12-13) anlaşılacağı üzere; ilk ve orta öğretim ders kitaplarında, yardımcı kaynaklarda Milli EÄŸitim Temel Yasasının hedeflerinden sapılmış; tarih, sosyal bilgiler, din kültürü ve ahlak bilgisi gibi kitaplarda Cumhuriyet devrimleri görmezden gelinmiÅŸ, kitaplarda bir din kültüründen çok, Ä°slam’ın dinsel öğretisine ve hurafelere yer verilmiÅŸ, Atatürk sıradan bir devlet adamı gibi tanıtılmış, bazı ders kitaplarında ve sınavlarda sorulan sorularda Atatürk hakkında küçümseyici ve aÅŸağılayıcı ifadeler kullanılmıştır.Milli eÄŸitimdeki bu dinselleÅŸtirme sürecinden Dünya Klasikleri bile nasibini almış, Milli EÄŸitim Bakanlığı tarafından okullara tavsiye edilen bazı yayınevlerinin çevirilerinde orijinal metinler deÄŸiÅŸtirilerek roman ve hikaye kahramanları bile Ä°slami söylemlerle konuÅŸturulmuÅŸlardır.Ä°lköğretim çağındaki çocuklara Milli EÄŸitim Temel Kanununa aykırı olarak ve dinsel etkinlik adı altında cami ve mezarlıklara götürülmek suretiyle uygulamalı din dersleri verilmiÅŸ, gelen tepkiler üzerine buna iliÅŸkin mevzuat geri çekilmiÅŸtir. (Klasör 12-13)Milli eÄŸitimdeki dinselleÅŸtirme süreci bir çok okulun internet sitelerine ve hatta ilan panolarına kadar yansımış, davalı partinin Milli EÄŸitim Temel Yasasına aykırı tutum ve söyleminden güç alan yönetici ve öğretmenler kurumlarının internet sitelerinde ÅŸeriat propagandası yapan özel kuruluÅŸların ve yayınevlerinin internet sitelerine link (baÄŸlantı) vermiÅŸlerdir. (Klasör 12-13)Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarları zamanında devleti dinsel, teokratik bir yapıya dönüştürme kararlılığının bir sonucu olarak Devlet Planlama TeÅŸkilatı’nda oluÅŸturulan bir özel ihtisas komisyonunda bir ÅŸeriat uygulaması olan zekât sisteminin kurumsallaÅŸtırılması önerisinde bulunulabilmiÅŸtir. (Ek.155)Parti toplantılarında haremlik-selamlık uygulamasından, tarikat ÅŸeyhlerinin cenazelerine topluca katılmak, köktendinici derneklerin konferans, panel adı altında düzenledikleri toplantılarda topluca görünmek, bayan eli sıkmamak, belediye baÅŸkanı sıfatıyla Ramazan ayında cami cami dolaÅŸarak imamlık yapmak, bu suretle kutsal dinimizi istismar etmek, davalı partinin gündelik icraatları arasına girmiÅŸtir. BaÅŸbakandan belediye baÅŸkanına kadar her kademedeki Adalet ve Kalkınma Partilinin istismar yarışından cesaret alan kamu görevlileri de, “çeÅŸme açılışlarından, orman yangınlarınaâ€� kadar her konuda dinsel motiflerle süslü demeçler verip genelgeler yayınlamışlar, uluslararası havaalanlarımızın apronlarında kurban kesmiÅŸler, tarikat toplantılarına sponsorluk yapmışlardır. (Klasör 14â€"17)BaÅŸbakan Recep Tayyip ERDOÄ�AN, örnekleri yukarıda gösterilen birçok konuÅŸmasında, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının “Cumhuriyetin nitelikleriâ€� baÅŸlıklı 2. maddesinde ve baÅŸlangıç kısmında yer almamasına raÄŸmen Ä°slamiyet’i “Türk milletinin birleÅŸtirici bir unsuru, çimentosuâ€� olarak tanımlamış, laik cumhuriyetin tüm inançlara eÅŸit mesafede olması zorunluluÄŸunu göz ardı ederek sık sık Türk Halkının yüzde 99’unun Müslüman olduÄŸuna vurgu yapmış, bu suretle Ä°slamiyet’in toplum yaÅŸamında temel belirleyici olduÄŸu imaj ve algısını öne çıkarmaya çalışmıştır. (Ek.8)Davalı Partinin devleti ve toplumu teokratik bir yapıya dönüştürmek konusundaki kararlılığının bir iÅŸareti de, bazı yasadışı irticai yapılar ve cemaatler karşısında aldığı içselleÅŸtirici tavırdır. Her ne kadar AKP Genel BaÅŸkanı ve parti ileri gelenleri her fırsatta, “ deÄŸiÅŸtiklerini, Milli Görüş gömleÄŸini çıkardıklarınıâ€� ifade etseler de, laiklik ilkesine aykırı olarak ve uluslararası bazı iliÅŸkileri bile bozmak pahasına bu tür irticai örgüt ve cemaatleri desteklemekten geri durmamışlardır. “Cemaatâ€� kavramının mevzuatımızda Lozan AnlaÅŸması paralelinde, Türk Vatandaşı bazı gayrimüslim toplulukları ifade için kullanıldığı ve bu AnlaÅŸmaya hakim olan ilkeler ve Devrim Yasaları dikkate alındığında “Türk Vatandaşı ve Müslüman olan “ kiÅŸiler için cemaat tanımlamasının kullanılmasının hukuken mümkün olmamasına karşılık “demokratik yollardan devlet kademelerinde kadrolaÅŸarak, Atatürk Ä°lke ve Devrimlerini ortadan kaldırıp Å�eriat esaslarına dayalı bir devlet kurmayı ve bunu takiben Dünya Ä°slam birliÄŸini gerçekleÅŸtirmeyi hedeflediÄŸiâ€� iddiasıyla hakkında dava açılıp yurt dışına kaçan Fetullah GÃœLEN isimli tarikat liderinin yurt dışında kurduÄŸu ve faaliyetleri nedeni ile bulundukları ülke devletleri tarafından Türkiye’nin uyarılmasına neden olan okullar bir ticari ÅŸirket olarak deÄŸerlendirilip temas ve iÅŸbirliÄŸi yapılması, DışiÅŸleri Bakanlığının bir genelgesi ile Büyükelçiliklerimizden istenebilmiÅŸtir! (Ek.72)DışiÅŸleri Bakanlığı tarafından Büyükelçiliklere gönderilen bir genelge ile, Almanya ile imzalanan “Güvenlik Ä°ÅŸbirliÄŸi AnlaÅŸması’ndaâ€� köktendinci terör örgütü olarak söz edilen, ÅŸer’i esaslara dayalı devlet düzeni kurmayı amaçladığı belirtilen (Ankara 2 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi’nin 1999/37 sayılı Dava dosyası. Klasör no:17) Avrupa Milli Görüş TeÅŸkilatının yurtdışındaki vatandaÅŸlarımızın sorunları ve milli konularda dış temsilciliklerimizce gerçekleÅŸtirilen faaliyetlere katkıda bulundukları belirtilerek, bu örgütle temas ve iÅŸbirliÄŸi kurulması istenmiÅŸtir. (Ek.72)Davalı Partinin Genel BaÅŸkanı, yöneticileri ve milletvekilleri türban, eÄŸitim, özelleÅŸtirme, kadrolaÅŸma gibi konularda çoÄŸulcu demokrasiyi ve onun gereÄŸi olan güçler ayrılığı prensibini, hukukun üstünlüğünü ve yargı kararlarını hedeflerine ulaÅŸmada bir engel olarak görmüşler, yargı kararlarına yönelik söylemlerini eleÅŸtiriden öte, bir saldırı noktasına taşımışlardır. TBMM BaÅŸkanı Bülent Arınç, 01.05.2005 tarihinde konuk olduÄŸu CNN Türk'te yayımlanan "Ankara Kulisi" programında gazetecilerin sorularına; “…Bu Anayasa Mahkemesi'ni Meclis'te yapacağım bir Anayasa deÄŸiÅŸikliÄŸiyle kaldırabilir miyim? Kaldırabilirim. Avrupa ülkelerinin hiçbirinde Anayasa Mahkemesi'ne benzer bir kurum yok. (...) Bugün üye sayısını, görev sahasını deÄŸiÅŸtirebilirim. Yüce Divan yetkisini alabilirim. Her kanunun Anayasa Mahkemesi'ne gitmesini engelleyebilirim. Her ÅŸeyi yapabilirim. Ben Meclisim…â€� (Ek.58) diyerek çoÄŸulcu demokrasi ve gereÄŸi olan hukukun üstünlüğünden uzaklaÅŸması örneklerinden birisini daha sergilemiÅŸtir.Danıştay 2 nci Dairesinin türban konusuna iliÅŸkin 26.10.2005 günlü, 2004/4051 E, 2005/3366 K. sayılı kararıyla ilgili olarak; Partisinin Mersin Merkez Ä°lçe Kongresinde konuÅŸan BaÅŸbakan ve AKP Genel baÅŸkanı Recep Tayyip ErdoÄŸan; “…Bu kararı hukuk ilkeleri içerisinde tanımlayamıyorum. Tarif edemiyorum. Bu anlayış, hiçbir hukuk anlayışı içerisinde tanımlanamaz.(…) Türkiye’de kendilerine göre alanlar belirlemek suretiyle vatandaşımızın din ve vicdan özgürlüğünü kimsenin kısıtlamaya hakkı yoktur. Bu böyle biline. (…)doÄŸrusu kınıyorum. Bunu hiçbir yere sığdıramıyorum. (…) "Bunlar bu gidiÅŸle evin içine de karışacaklar. Å�öyle şöyle davranacaksınız diyecekler. Kusura bakmayın. Türkiye yolgeçen hanı deÄŸil. Herkes yerini belirlemek zorunda. (…) Birileri nemalanmasın diye sabrediyoruz. Ancak hukuk adına yargı makamını iÅŸgal edenler, bu ülkede böyle bir zemini hazırlama gayreti içine girmesinler. (…) Böyle bir kaba gürültüye de pabuç bırakma niyetinde de deÄŸiliz. Biz fani olduÄŸumuzu aklından çıkarmayan bir anlayışın mensuplarıyız. Kalıcı deÄŸiliz. Bugün varız, yarın yokuz. Baki kalan bir hoÅŸ sada... Ölümün nerede ne zaman geleceÄŸi belli mi..â€�, (Ek.42) aynı partiden Çorum Milletvekili Muzaffer Külcü; “Bu çok önceden planlanmış, tek tip toplum oluÅŸturma projesinin bir tezahürüdürâ€� …“Bu karar tek kelime ile ‘ayıp’ olarak özetlenebilirâ€� …“Zaten Danıştay, kendi kafasında kurguladığı bazı gerekçeler üzerinden karar alıyor.â€�,(Ek.122.) Sivas Milletvekili Selami Uzun “ancak dehÅŸet denebilirâ€�, (Ek.122) Adalet ve Kalkınma Partisi Kilis Milletvekili Hasan Kara’da “Böyle bir karar toplumda infiale neden olur ve vatandaÅŸlarımız üzerinde sıkıntıya yol açar. Peygamberimize yapılan hakaret tüm dünya Müslümanlarında tepki oluÅŸtururken kendi içimizde birlik olamamak çok acıâ€� (Ek.122) ÅŸeklindeki sözleriyle tepkilerini göstermiÅŸlerdir.BaÅŸbakan ve milletvekillerinin beyanlarının ertesinde bir gazetede Danıştay Kararını veren Daire üyelerinin resimlerinin yayınlanmasından kısa bir süre sonra da, 17 Mayıs 2006 günü “Alparslan Arslanâ€� adındaki bir köktendinci Danıştay’ın 2 nci Dairesine müzakere sırasında silahlı saldırıda bulunmuÅŸ, Ãœye M. Yücel Özbilgin’i öldürmüş, diÄŸer yargıçları da ağır yaralamıştır. Olayın sanıklarının yargılanıp kararın verildiÄŸi 13.02.2008 tarihli karar duruÅŸmasında sanıklardan Alparslan Arslan’a son sözü sorulduÄŸunda, “Genel Kurmay ÅŸeriatın önüne geçmeye çalışmasın, Abdullah Gül’den, BaÅŸbakan ErdoÄŸan’dan ve imanlı kiÅŸilerden Türkiye’de ÅŸeriatı ilan etmelerini istiyorum, yoksa kan dökülür.â€� DiÄŸer sanık Osman Yıldırım’da Atatürk’ü kastederek, “O Ä°ngiliz piçinin kurduÄŸu cumhuriyeti başınıza yıkacağız, benim yegane görevim cumhuriyeti yıkıp 2 nci Osmanlı Devletini kurmak.â€� ve bunun gibi sözler ve hakaretlerde bulunmuÅŸlardır.Sanıkların son duruÅŸmadaki bu sözleri bile eylemi hangi saiklerle yaptıklarını, laikliÄŸi savunanları ve laik Cumhuriyeti bekleyen tehlikeleri göstermeye yeterlidir. (Ek.176)Davalı partinin yöneticileri yargı kararlarına yönelik eleÅŸtirilerinde dinsel argümanları da referans almaktan kaçınmamışlardır. Nitekim Genel BaÅŸkan Recep Tayyip ERDOÄ�AN Ä°HAM’ın Leyla Å�AHÄ°N/Türkiye davasında türbana iliÅŸkin verilen kararı eleÅŸtirirken mahkemenin karar vermeden önce konuyu din ulemasına sorması, görüş alması gerektiÄŸini iddia ederek, “Söz söyleme hakkı din ulemasınındırâ€� (Ek 37) demiÅŸ, benzer bir konuda davalı partinin milletvekili Mehmet ÇİÇEK’ de “Hakimler Diyanetten görüş alacakâ€� (Ek.101)diyerek laik hukuku dönüştürmek konusundaki niyetlerini açığa vurmuÅŸlardır.2007 yılında 11’nci CumhurbaÅŸkanlığı seçimi arifesindeki tartışmalarda Türkiye Büyük Millet Meclisi BaÅŸkanı Bülent ARINÇ 8’nci CumhurbaÅŸkanı Turgut ÖZAL’a gönderme yaparak, onun gibi “ Sivil, dindar ve demokrat bir cumhurbaÅŸkanı’â€�(EK.68) seçeceklerini ifade etmiÅŸ, cumhurbaÅŸkanın seçilme nitelikleri arasına Anayasada sayılmayan “dindarâ€� niteliÄŸini de ekleyerek TBMM BaÅŸkanı sıfatıyla bile din istismarı yapmaktan ve laik devlet ilkesine aykırı hareket etmekten çekinmemiÅŸtir. Oysa böyle bir hüküm ancak ÅŸeriatla yönetilen bir ülkenin Anayasasında yer alabilir. (Å�eriat rejimiyle yönetilen Ä°ran Ä°slam Cumhuriyeti Anayasasının 115 nci maddesi aynen şöyledir: “CumhurbaÅŸkanı aÅŸağıdaki ÅŸartları haiz, dini ve siyasi ÅŸahsiyetler arasından seçilmelidir. Ä°ran asıllı, Ä°ran vatandaşı, tedbirli ve idareci, iyi geçmiÅŸli, güvenilir ve takva sahibi olmak, Ä°slam Cumhuriyeti’nin ve ülkenin resmi dininin ilkelerine inançlı olmak.) (Ek.68) Dindar CumhurbaÅŸkanı söylemi 22 Temmuz 2007 tarihinde yapılan genel seçimlerde davalı partililerce yoÄŸun bir biçimde kullanılmış, “Abdullah Gül’ün eÅŸinin türbanlı olması nedeniyle seçilemediÄŸiâ€� propagandası adeta bu seçimin temel malzemesi yapılmıştır.Davalı Partinin söylemleri incelendiÄŸinde Cumhuriyet devrimlerinin ve özellikle laiklik uygulamalarının “İnananlar için bir zulümâ€� olduÄŸu iddiası sürekli vurgulanarak toplumda Cumhuriyete ve devrimlerine karşı bir inancın oluÅŸturulmasının amaçlandığı görülmüştür. Oysa Cumhuriyet tarihi de, insanlık tarihi de, zulmedilenlerin köktendinciler deÄŸil, farklı bir ÅŸeye inandığı, inancının gereÄŸini yerine getirmediÄŸi ya da inanmadığı, laik hukuka göre karar verdiÄŸi, laikliÄŸi savunduÄŸu için yakılanların, öldürülenlerin, laikler olduÄŸuna tanıklık etmiÅŸtir. Ä°nsanlığın aydınlanma mücadelesi aklın ve bilimin ışığına deÄŸil, taassup ve dogmatizmin zulmüne karşı verilmiÅŸ, Batıda yüzlerce yıl süren bu mücadeleyi Türk Milleti Atatürk’ün önderliÄŸinde çeyrek yüzyıldan az bir zamana sığdırma baÅŸarısını göstermiÅŸtir. Ancak, Cumhuriyete ve onun aydınlanma felsefesine karşı olanlar, uluslararası dengelerdeki deÄŸiÅŸim ve küreselleÅŸmenin yarattığı tek kutupluluÄŸun yönlendirmesiyle Laik Cumhuriyete karşı bir rövanÅŸ arayışına giriÅŸmiÅŸlerdir. Yakın tarihimiz, bu arayışın ürünü irticai kalkışmalarla doludur. Ancak bugünkü Laik Cumhuriyet karşıtları geçmiÅŸte hiç olmadığı kadar ve üstelik bu kez uluslararası desteÄŸi de arkalarına alarak, karşı devrim fırsatını ellerine geçirmiÅŸlerdir. AKP milletvekili Abdullah Çalışkan’ın yukarıda yer verilen bir konuÅŸmasında açıkça ifade ettiÄŸi “yeÅŸil devrimâ€�, (Ek.113) laik Cumhuriyete yönelik bir karşı devrimin adıdır. Laik Cumhuriyet hiç olmadığı kadar tehlikededir. Çünkü karşı devrimci unsurlar bugün marjinal unsurlar deÄŸil, iktidardırlar.Davalı partinin devleti ve toplumu Ä°slami bir yapıya dönüştürmedeki hedeflerinden biri olan, siyasi simge sayılan başörtüsünün önce toplumun geleceÄŸi olan gençlerimizin yetiÅŸtirildiÄŸi yükseköğretim kurumlarında serbest bırakmaktaki amacı kamusal alanlara da yansımasını saÄŸlamaktır. Türbana serbesti saÄŸlayan Anayasa ve yasa deÄŸiÅŸikliÄŸi henüz partiler arası müzakere aÅŸamasında iken partili milletvekilleri, belediye baÅŸkanları, kurucuları, demeç ve söylemlerinde türbanı tüm kamusal alana yayacaklarını açıkça duyurmuÅŸlar, Partinin baÄŸlı kuruluÅŸları gibi faaliyet gösteren bazı sivil toplum kuruluÅŸları siyasal Ä°slam’ın tüm kamusal alana yayılmasının temel hedefleri olduÄŸunu ve bu yolda mücadele vereceklerini açık açık ilan etmiÅŸlerdir. (30-31 Ocak ve 1-2 Å�ubat tarihli Gazeteler)Davalı parti, iktidar olmanın getirdiÄŸi güç ve olanaklarla devleti Ä°slami bir yapıya dönüştürmeye çalışırken bürokrasi kadrolarının da siyasal Ä°slamcılardan oluÅŸturulmasına özel bir önem vermiÅŸ, Ä°slami kimlikleriyle öne çıkanları atamada özel bir gayret göstermiÅŸtir. Bu kadrolaÅŸma gayretlerinden Sayıştay gibi bir yüksek kurum bile nasibini almış, boÅŸ bulunan üyeliklere, adayları partiye yeterince yakın bulmadıklarından, 2 yılı aÅŸan bir süre seçim yapılamamıştır. Yüksek Öğretim Kurulu BaÅŸkanı atandığı gün mahkeme kararlarına uymayacağını açıklamış, bir bilim adamı kimliÄŸi ve bağımsızlığıyla deÄŸil, belirlenmiÅŸ bir düşünce yönünde çalıştığı gerçeÄŸi, kendisi ile TBMM BaÅŸkanı ve Maliye Bakanı ile bir bürokratı arasında geçen ve basına yansıyan diyaloglardan anlaşılmıştır.Devletin en önemli kadrolarını birçoÄŸu tarikatçı faaliyetleri ve kimlikleriyle bilinen yöneticilere teslim etmiÅŸtir. GeçmiÅŸte ‘laiklik ilkesinin yerini Ä°slam’la bütünleÅŸme modeline bırakmasının gerekli olduÄŸu’ yönünde makaleler yazan ve bugün de bu görüşlerinin arkasında olduÄŸunu ifade etmekten çekinmeyen kiÅŸinin BaÅŸbakanlık MüsteÅŸarlığına, bir tarikata aidiyeti fotoÄŸraflarla kanıtlanan kiÅŸiyi de tarikat ve cemaatlerin Laik Cumhuriyet aleyhine faaliyetlerini takip etmekle görevli İçiÅŸleri Bakanlığı MüsteÅŸarlığına atanmasında bir beis görülmemiÅŸtir. Devlet kadrolarının islami bir yapıya dönüştürülmesi süreci bununla da sınırlı kalmamış, Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanlığı kadrosunda görev yapan çok sayıda memur, hastane yöneticiliÄŸinden belediyelerde daire baÅŸkanlığına, ortaöğretim kurumlarında din ve ahlak bilgisi öğretmenliÄŸine kadar birçok alanda görevlendirilmiÅŸlerdir. (Klasör 11)Kamuda kadroların Ä°slami bir yapıya dönüştürülmesi sürecinde yukarıda örneÄŸi görüldüğü üzere, bir Adalet ve Kalkınma Partili belediye (Eyüp Belediyesi), açtığı zabıta memurluÄŸu sınavında, öğrenim durumu olarak yalnızca ‘imam hatip lisesi mezunu’ olma koÅŸulu getirebilmiÅŸtir. (Ek.136)Davalı Parti iktidarı döneminde siyasal Ä°slamcı kimlikleriyle bilinen kiÅŸilere Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumunda (TRT) program yaptırılmış, çerçevesi yasa ile çizilmiÅŸ yayın ilkelerine ve laiklik ilkesine açıkça aykırı yayınlar TRT ekranlarına taşınmıştır. Å�üphesiz bunlardan en çarpıcı olanı “Düşünce Ä°klimiâ€� isimli programı sunan Prof. Dr. Mim Kemal Öke’nin gazeteci Hayrettin KARAMAN ile yaptığı mülakatta görülmüştür. 20 Ekim 2005 tarihinde yayınlanan ve 27 Ekim 2005 tarihinde tekrarlanan programda Å�eriata göre miras paylaşım kuralları savunulmuÅŸ, Hayrettin KARAMAN mevcut laik düzeni kastederekâ€�…Böyle bir düzenin içinde Müslüman olarak yaÅŸamak zorunda kalırsanız. O zaman iÅŸte siz Kuran-ı Kerim’in miras ahkâmını deÄŸiÅŸtiremezsiniz. Böyle bir hakkınız yok..â€� diyerek, laik devrimin en önemli belgelerinden olan Medeni Kanunu ve laik düzeni ÅŸer’i bir bakış açısıyla eleÅŸtirmiÅŸ ve bu yayınlar Anayasanın ve Devrim Yasalarının öngördüğü laik devlet ilkeleri çerçevesinde yapmak zorunda olan devlet kurumu TRT’de gerçekleÅŸmiÅŸtir. (Ek.177)Toplumu ve devleti Ä°slami bir yapıya dönüştürmek noktasında gerekli gördükleri her alana müdahale eden davalı parti, her konuda olduÄŸu gibi yine dini referansları esas alarak, gençleri alkol ve uyuÅŸturucu maddelerden koruma bahanesiyle, fakat aslında ÅŸeriatın alkollü içki yasağı esas alınarak, alkollü içki satılması ve tüketilmesine iliÅŸkin mevzuatta da hukuka aykırı kısıtlamalara gitmiÅŸtir. 7.12.2004 günü yürürlüğe giren 5272 sayılı Belediye Kanununun 15. maddesinin 1. fıkrası “gayrisıhhî müesseseler ile umuma açık istirahat ve eÄŸlence yerlerini ruhsatlandırmak ve denetlemekâ€� görevini belediyelere, belediye sınırları dışında ise 5320 sayıl Ä°l Özel Ä°daresi Kanununun 7. maddesi mucibince “İl Özel Ä°daresiâ€�ne vermiÅŸtir. Yapılan bu düzenleme ve çıkarılan yönetmeliÄŸe aykırı genelge ile Belediyeler “ruhsat iptali, yeni ruhsat verilmemesi, eÄŸlence vergisi ve hafta tatili ruhsat harcı artırımına gidilmesi, içkili yerlerin kent dışındaki alanlarda toplanmalarına zorlanmalarıâ€� uygulamaları baÅŸlatmış, baÅŸta Ankara olmak üzere tüm AKP’li belediyeler içki içilmesi ve satılmasını adeta genel bir yasaklama uygulamasına dönüştürmüşlerdir. (Ek.153)Davalı parti hükümetlerinin laik devleti dönüştürme çabalarından cesaret alan partili belediye baÅŸkanları yukarıda belirtilen örneklerinden de anlaşılacağı üzere, belediyecilik hizmetleri kapsamında bulunmamakla birlikte dini içerikli ve birçoÄŸu din dışı hurafelerle donatılmış kitapların basım ve dağıtımını yapmışlar, bu tür bilim dışı yayınlar özellikle Ä°lköğretim çağındaki çocuklara belediyelerce bedava dağıtılmış, kadını küçümseyen, onu erkeÄŸin yanında daha aÅŸağı bir yaratık olarak tanımlayan sözde evlilik kılavuzları yeni evli çiftlere hediye olarak verilmiÅŸ, bazı belediye baÅŸkanları din istismarını çocuklara kadar indirerek, Kur’an kursu öğrencilerine bisiklet, bilgisayar, top gibi hediyeler dağıtmışlar, çocuklara hitaben yaptıkları konuÅŸmalarda yaşıtlarının Kur’an öğrenmek yerine, yazlıkta, denizde tatil yapmalarını eleÅŸtirmiÅŸlerdir. Bu suretle kutsal dinimizi siyasete alet ederek istismara yönelmiÅŸlerdir. (Klasör 16)Davalı partinin iktidarda olduÄŸu yaklaşık beÅŸ buçuk yıllık süreçte Türkiye’nin uluslararası camiadaki laik ülke imajı da erozyona uÄŸramış, Dünya ülkeleri, özellikle AB ülkeleri nezdinde Türkiye bir “ılımlı Ä°slam Cumhuriyetiâ€� modelinde algılanmıştır. Özellikle Amerika BirleÅŸik Devletleri ile olan iliÅŸkilerde ise bu bakış açısı resmi söylemlere de yansımış, baÅŸta eski ABD DışiÅŸleri Bakanı (Colin L. Powell) olmak üzere birçok ABD yetkilisi Türkiye’nin laik, demokratik ve sosyal bir hukuk devleti olduÄŸu gerçeÄŸini görmezden gelerek ülkemizi bir ‘Ilımlı Ä°slam Cumhuriyeti’ olarak tanımlamışlar, bu söylemlerindeki cüretkarlığı “bir ABD projesi olan ve kapsamındaki ülkeleri ılımlı Ä°slami rejimlerle yönetmeyi amaç edinen “Büyük OrtadoÄŸu Projesi’nin eÅŸ baÅŸkanı olduÄŸunu her fırsatta tekrarlayan Türkiye Cumhuriyeti BaÅŸbakanı Recep Tayip ErdoÄŸan’ın söyleminden ve davalı parti iktidarlarının dini istismara dayalı icraatlarından, kutsal din duygularının devlet iÅŸlerine ve politikaya karıştırmalarından devleti dini esaslara göre ÅŸekillendirme amaç ve faaliyetlerindenâ€� aldıkları gözlenmiÅŸtir.Yukarıda irdelenen tüm bu eylemler, davalı siyasi parti tarafından algılanan ve savunulan Ä°slami toplum modelinin açık bir resmidir.DiÄŸer yandan davalı parti iktidarı zamanında, iktidarın tutum ve davranışından güç alarak gerek kamuda, gerekse diÄŸer alanlarda meydana gelen, dinsel içerikli ve dini istismarı esas alan, laik devlet ilkesine aykırı eylem ve söylemlere iliÅŸkin belgeler de 14 -17 sayılı klasörlerdedir.Sonuç olarak ve yukarıda ayrıntılarıyla açıklandığı üzere:Adalet ve Kalkınma Partisinin iktidara geliÅŸinin henüz birinci yılından itibaren çerçevesi Anayasa ve Yüksek Mahkeme kararlarıyla belirlenmiÅŸ laiklik ilkesinin Anayasadaki tanımının yeterli olmadığı söylemiyle tartışmaya açarak aşındırmaya çalışılması,Laik devletin bütün inançlara eÅŸit mesafede olması, ancak dünyevi iliÅŸkilere iliÅŸkin konularda devletin akıl ve bilimin ışığında ve dinden bağımsız olarak düzenleme yapma yetkisini görmezden gelerek “ulemaya danışma (…) af yetkisi maktulün mirasçılarına aittirâ€� gibi söylemlerle dini hükümleri referans gösterme çabaları,Din ve vicdan özgürlüğünü sınırsız ve kısıtlanamaz bir hak gibi topluma benimsetilmesi ve benimsetilen bu inanç üzerinden türbanın üniversitelerde serbest bırakılması ve bu serbestinin giderek tüm kamusal alana yaygınlaÅŸtırılması için partili milletvekillerinden, belediye baÅŸkanlarına kadar ortak bir söylem kullanılmaya baÅŸlanılması,Ä°mam hatip lisesi mezunlarına üniversiteye giriÅŸte uygulanan katsayı sistemi bir hak ihlali algısıyla sürekli eleÅŸtirilerek Tehvid-i Tedrisat Yasasına ve eÅŸitlik ilkesine aykırı olarak Cumhuriyet öncesi gibi ikili bir öğretimin özendirilmesi ve bu okulları meslek okulu hüviyetinden çıkararak orta öğretimin asıl unsurları haline getirecek sosyal ve mali desteklerin saÄŸlanması,EÄŸitimin müfredat da dahil olmak üzere Milli EÄŸitim Temel Kanununa aykırı olarak dinselleÅŸtirilmesi,12 yaşın altındaki çocukların Kuran kurslarına devamını engelleyen düzenlemelerin kaldırılmasına yönelik söylem ve çabaları,Devlet kadrolarında siyasal Ä°slamcı bir yapının oluÅŸturulması, özellikle üst düzey atamalarda liyakat ve kariyer yerine dini inanç ve aidiyetin ölçüt olarak öne çıkarılması,Halk saÄŸlığı ve gençliÄŸin korunması bahane edilerek, adeta ÅŸer’i nizam uygulanırcasına alkollü içki satış ve tüketim alanlarının daraltılması ve giderek yasaklanması,Yurt içi ve yurt dışı her türlü resmi toplantı ve törenlerde laik bir Cumhuriyetin yöneticileri oldukları hiçe sayılarak, dinsel kimlik ve aidiyetlere vurgu yapılması, tanıtımlarda dini motiflerin öne çıkarılması,Dini bayram ve günlerin ulusal bayramları gölgeleyecek bir tanıtım ve gösteriÅŸ içinde kutlanması, her türlü siyasi faaliyette din ve dince kutsal sayılan ÅŸeylerin tüm parti kademelerince istismar edilmesi,ÇoÄŸulcu demokrasinin kuvvetler ayrılığı ve hukukun üstünlüğü prensibine dayandığı ilkesini gözardı ederek ve parlamento çoÄŸunluÄŸunu kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının deÄŸiÅŸtirilemez ve deÄŸiÅŸtirilmesi dahi teklif edilemez laiklik ilkesinin ortadan kaldırılmaya kalkışılması,Bu eylemlerin davalı partinin genel baÅŸkanı, genel baÅŸkan yardımcıları, milletvekilleri ile teÅŸkilatlarında ve ayrıca yerel yönetimlerde görev alan partililerin kararlı, ısrarlı ve süreklilik gösteren beyan ve fiilleri ile iÅŸlenmesi,Davalı partinin, temel hak ve özgürlüklerin geçerli olduÄŸu laik ve demokratik bir hukuk devletini deÄŸil, din kurallarının geçerli olduÄŸu, referanslarını dinden alan bir toplumsal modeli gerçekleÅŸtirmeyi amaçladığını, bu tür eylemlerin partinin genel baÅŸkanından baÅŸlayarak her kademesince kararlılık ve yoÄŸunlukla iÅŸlenmesi suretiyle laiklik karşıtı eylemlerin odağı haline geldiÄŸini ortaya koymaktadır.Davalı siyasi partinin yukarıda belirtilen beyan ve eylemlerinin bir kısmı dahi laikliÄŸe aykırı fiillerin odağı haline geldiÄŸini göstermeye yeterli bulunmaktadır.KuÅŸkusuz açıkça dini kuralların egemen kılınmasını, ÅŸeriatı hedefleyen bu beyan ve eylemler çoÄŸulcu demokrasi içerisinde bile Anayasa’nın 14 ve Ä°HAS’ın 17 nci maddeleri karşısında koruma göremez.Anayasa koyucu, siyasi partilere çalışmalarında sınırsız bir özgürlük tanımamış ve ülke zararına olabilecek çalışmaların odağı haline gelme olasılığını öngörerek, bu gibi hallerde kapatılabileceklerini kabul etmiÅŸtir."Odak olma" kavramı, 2001 yılında 4709 SK ile Anayasanın 69. maddesinin 6. fıkrasına eklenen bir cümle ile hangi hallerde siyasi partilerin "odak" haline geleceÄŸi saptanmıştır.Buna göre;" Bir siyasî partinin 68 inci maddenin dördüncü fıkrası hükümlerine aykırı eylemlerinden ötürü temelli kapatılmasına, ancak, onun bu nitelikteki fiillerin iÅŸlendiÄŸi bir odak haline geldiÄŸinin Anayasa Mahkemesince tespit edilmesi halinde karar verilir. (Ek cümle: 3.10.2001-4709/25 md.) Bir siyasî parti, bu nitelikteki fiiller o partinin üyelerince yoÄŸun bir ÅŸekilde iÅŸlendiÄŸi ve bu durum o partinin büyük kongre veya genel baÅŸkan veya merkez karar veya yönetim organları veya Türkiye Büyük Millet Meclisindeki grup genel kurulu veya grup yönetim kurulunca zımnen veya açıkça benimsendiÄŸi yahut bu fiiller doÄŸrudan doÄŸruya anılan parti organlarınca kararlılık içinde iÅŸlendiÄŸi takdirde, söz konusu fiillerin odağı haline gelmiÅŸ sayılır."Siyasi partilerin yasaklanmış eylemlerin odağı haline gelebilmesi için:1- Anayasaya aykırı fiillerin bir partinin üyelerince “yoÄŸunâ€� bir ÅŸekilde iÅŸlenmesi ve bu durumun o partinin yetkili organlarınca zımnen veya açıkça benimsenmesi.2- Anayasaya aykırı fiillerin doÄŸrudan doÄŸruya bir partinin yetkili organlarınca "kararlılık" içinde iÅŸlenmesi gerekmektedir.Yukarıda ana baÅŸlıkları belirtilen eylemler gözetildiÄŸinde:Davalı partinin geçmiÅŸte üyesi veya yöneticisi oldukları “Milli Görüşâ€� yanlısı partilerin savunduÄŸu çok hukukluluk ilkesinden ayrılamadığı, kendi hukuklarını egemen kılmak için iddianamede belirtilen yargı kararlarına raÄŸmen yüksek öğretim kurumlarında kılık ve kıyafetin serbest olduÄŸu düzenlemesini Anayasa’da hüküm altına almak amacıyla TBMM’ne verilen yasa teklifi ile açıkça ortaya çıkmaktadır.KiÅŸilerin inançlarının veya giyimlerinin ölçü alınması, bazı kesimlere toplum ve Devlet içinde ayrıcalık tanımak olur ki; bu, eÅŸitliÄŸi bozacağı gibi demokrasiye de aykırı düşer ve oluÅŸturulan farklı kimliklerin önce ayrımcılık sonra da kaçınılmaz bir ÅŸekilde bölünme nedeni olması sonucunu doÄŸurur.Davalı partinin;Belirtilen eylemleri ve özellikle Anayasa ile Yüksek Öğretim Kanunu’nda deÄŸiÅŸiklik içeren tekliflerinin, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin temel ilkelerini deÄŸiÅŸtirecek zemini oluÅŸturmak niyetini ortaya koyduÄŸu,Laik sistemlerde dini simgelerin siyasi amaçla kullanılamayacağını gözardı ettiÄŸi,Laik Cumhuriyet’i yeni bir yaÅŸam ve Devlet düzenine dönüştürme kararlılığı içinde olduÄŸu, toplumu dindar olanlar â€" olmayanlar diye ikiye ayırmaya baÅŸladığı,Ãœlkenin laik hukuk yapısını aÅŸamalı olarak yeniden biçimlendirip yönlendirmeye çalıştığı,Rejimin ve Cumhuriyet’in geleceÄŸini tartışmaya açtığı,BelirlenmiÅŸtir.Laik demokratik hukuk devletinin egemen olduÄŸu rejimlerde; yargıya, “bireyi ve demokrasiyiâ€�, sistemin sınırları dışına çıkan siyasal partilerin/iktidarların eylemlerine karşı koruma görevi de verilmiÅŸtir.Anayasanın deÄŸiÅŸtirilemez ve deÄŸiÅŸtirilmesi teklif edilemez bir hükmü olan laik ilkesi zedeleniyorsa Yargıtay Cumhuriyet BaÅŸsavcılığının rejimi koruma yetki ve görevi baÅŸlayacaktır. Yargıtay Cumhuriyet BaÅŸsavcılığının temel görevi; Cumhuriyet’i, ilkelerini ve kazanımlarını korumaktır.Davalı partiyi laiklik ilkesine aykırı eylemlerin odağı haline getiren yukarıda açıklanan fiiller ve beyanlar, siyasi partinin Anayasanın 68/4. maddesi delaletiyle 69/6. maddesi gereÄŸince kapatılmasını gerektirmektedir.4- Eylemlerin zorlayıcı sosyal gereksinim de gözetilerek hukuksal yönden irdelenmesiAdalet ve Kalkınma Partisinin iktidar partisi olması nedeniyle yukarıda belirttiÄŸimiz beyan ve eylemleri laik Cumhuriyet aleyhine giderilmesi olanaksız zararlar doÄŸurmasının kapatma yaptırımını gerektirmekte, ortaya konulan eylemler gözetildiÄŸinde kapatma yaptırımının uygulanmasında zorlayıcı sosyal gereksinim bulunmaktadır.Zorlayıcı sosyal gereksinim deÄŸerlendirilirken gözetilen uygun zaman, eylemlerdeki ağırlık, eylemlerin isnat edilebilirliÄŸi, partinin hedeflediÄŸi siyasi model, eylemlerdeki kullanılan yöntem karşısında öngörülen yaptırım eylemlerle orantılıdır.Kapatma davasının açıldığı tarihte davalı iktidar partisinin türbanın yükseköğretim kurumlarına sokulması için Anayasa deÄŸiÅŸikliÄŸi ile neden olduÄŸu toplumsal kutuplaÅŸma ve gerginlik dikkate alındığında ve özellikle demokratik toplumun düzenli bir biçimde iÅŸlemesinin saÄŸlanmaya çalışıldığı ülkemizde, laiklik ilkesinin korunması yasal ve anayasal bir zorunluluk olduÄŸu gibi, bu ilkenin korunmasında genel bir çıkar da bulunmaktadır.(RP/Türkiye Kararı)Bu nedenle, laiklik ilkesine aykırı eylemlerin odağı durumuna gelen Adalet ve Kalkınma Partisinin, bu genel çıkar da gözetilerek kapatılması, zorlayıcı sosyal gereksinim de dikkate alındığında demokratik toplum gereklerine uygundur.a- Yaptırım yasayla öngörülmüştür.Eylemler, Anayasa’nın 68 nci maddesinin 4 ncü fıkrası kapsamında “insan hakları, eÅŸitlik ve hukuk devleti ilkeleri, ulus egemenliÄŸi, demokratik ve laik cumhuriyet ilkelerine ve ayrıca herhangi bir tür diktatörlüğü savunmak ve yerleÅŸtirmeyi amaçlamanın yasak olmasıâ€� kuralına aykırılık oluÅŸturmaktadır.Bu çerçevede kapatma yaptırımı, Ä°HAS’ın 11 nci maddesinin ikinci fıkrası uyarınca “kamu düzeninin saÄŸlanması, baÅŸkalarının hak ve özgürlüklerinin korunmasıâ€� ilkeleri kapsamında, demokratik toplum ilkelerine uygun ve yasa ile öngörülmüş bir yaptırımdır.Davalı siyasi parti, laiklik karşıtı eylemlerinin kapatma yaptırımı gerektirdiÄŸini öngörebilecek ve bilebilecek durumdadır. Anayasa ve Siyasi Partiler Yasası’ndaki kurallar da Ä°HAS’nin öngörülebilirlik ve bilinebilirlik ölçütlerine uygundur. Davalı partinin laiklik karşıtı eylemleri nedeniyle bu eylemleri suç oluÅŸturmasa bile, parti hakkında Anayasa’da öngörülen kapatma yaptırımının uygulanabileceÄŸi bilinebilir niteliktedir. Laiklik karşıtı eylemlerin, ceza yasalarında suç olarak tanımlanmaması Anayasa ve SPY gözetildiÄŸinde sonuca etkili deÄŸildir (RP/Türkiye Kararı).b- Kapatma yaptırımı yasal bir amaca dayanmaktadır.Adalet ve Kalkınma Partisi’nin laikliÄŸe aykırı eylemlerin odağı haline gelmesi, Anayasa’nın 68 nci maddesinin dördüncü fıkrasındaki siyasi partilerin eylemleri “insan haklarına, eÅŸitlik ve hukuk devleti ilkelerine, ulus egemenliÄŸine, demokratik ve laik cumhuriyet ilkelerineâ€� aykırı olamaz ve ayrıca “herhangi bir tür diktatörlüğü savunmayı ve yerleÅŸtirmeyi amaçlayamazâ€�, suç iÅŸlenmesini teÅŸvik edemezâ€� kapsamında kapatma yaptırımını gerektirmektedir.(ANY.Madde:68/4, 69/9, SPY.Madde: 101/1/b, 103, 95)GeniÅŸ anlamda laiklik karşıtı eylemler olarak nitelenen yukarıda ve 11-17 sayılı klasörlerde gösterilen ve deÄŸerlendirilen eylemler, Anayasanın 68 nci maddesinin dördüncü fıkrasında belirtilen hükümlere aykırılık oluÅŸturmaktadır.Å�öyle ki, laiklik karşıtı eylemlerin odağı olarak ılımlı Ä°slam yoluyla ÅŸeriatı amaçlayan bir siyasi partinin bu model projesi gerçekleÅŸtiÄŸinde, evrensel insan hakları ve çoÄŸulcu demokrasi hiçbir boyutuyla söz konusu olamayacak, iktidar ÅŸeriat çerçevesinde hareket edecek, ÅŸeriatı benimsemeyenler sisteme ve kurallarına tabi kılınacak ve eÅŸitlik ilkesi de yaÅŸam alanı bulamayacaktır. Yine ÅŸer’i modelde, dinsel kurallar ölçü norm olarak kullanılacağından, hukuk devletinden de söz edilemeyecektir. EgemenliÄŸin kaynağı ve tüm referanslar din ve Tanrıya dayanacağından, ulus egemenliÄŸi de söz konusu olmayacaktır. Sonuçta ÅŸeriatın demokrasiyle ve laiklikle baÄŸdaÅŸmazlığı karşısında, demokratik ve laik düzen ortadan kalkacak, dine dayalı ve bunu zorla benimseten bu yönüyle bir dikta rejimi ortaya çıkacak, demokrasiye, insan haklarına aykırı, ancak ÅŸeriata uygun eylem ve suçlar hoÅŸ görülüp teÅŸvik edilecektir.Türkiye Cumhuriyeti Devleti, ÅŸeriatla yönetilen ve başında Ä°slam ÅŸeriatını da simgeleyen halifenin bulunduÄŸu bir modele karşı verilen mücadele sonucu ortaya çıkmıştır. Türk Ulusunun 20 Yüzyılın başında verdiÄŸi kurtuluÅŸ mücadelesi sadece yabancı iÅŸgal güçlerine karşı yürütülmemiÅŸ, mandacılara, iÅŸgalcilerle iÅŸbirliÄŸi yapanlara, isyan ve kışkırtmalarla kurtuluÅŸ ve kuruluÅŸu baltalayan mollalara, ÅŸeyhlere ve her türlü din bezirgânlarına karşı da verilmiÅŸtir. Ulusal KurtuluÅŸ Savaşımızda mandacıların ve iÅŸbirlikçilerin tenkit edilecek tarihi hatalarını gerçekleri çarpıtarak saptırmaya çalışanlar bugün de dini ve dince kutsal sayılan ÅŸeyleri istismar ederek ve dine, dini inanca en büyük kötülüğü yaparak özgürlük ve insan hakları gibi aslında hiçte ilgili olmadıkları kavramları kullanarak yeni bir teslimiyetçiliÄŸin yolunu açmaktadırlar. Å�er’i bir düzene ve onun yerleÅŸik deÄŸerlerine karşı verilmiÅŸ bir mücadelenin sonucu olarak benimsenen ve önemi nedeniyle Anayasada deÄŸiÅŸtirilemez ve deÄŸiÅŸtirilmesi teklif edilemez bir biçimde yerleÅŸtirilip kabul edilen laiklik ilkesi, bu nedenle Türkiye Cumhuriyeti için diÄŸer çaÄŸdaÅŸ ülkelerden daha fazla önem arz etmekte, uygulamasında Batı ile aramızda farklılıklar oluÅŸmaktadır. Çünkü ülkemizde ÅŸeriat düşüncesi ve özlemi komÅŸu ülkelerde uygulama örnekleri de bulunduÄŸundan henüz çaÄŸdaÅŸ ve uluslararası hukuk karşıtı olduÄŸu düşüncesi kategorisine girmemiÅŸ, hatta serbest seçimler yoluyla iktidar bile olabilmiÅŸtir.Bu nedenle; Ä°HAS’ın 11 nci maddesinin ikinci fıkrası gereÄŸince “ulusal güvenliÄŸin, kamu güvenliÄŸinin, kamu düzeninin korunması, kargaÅŸa ve suçun önlenmesi ve baÅŸkalarının hak ve özgürlüklerinin korunmasıâ€� kapsamında, laikliÄŸe aykırı eylemlerin odağı olmuÅŸ davalı siyasi partinin kapatılmasını haklı kılmaktadır(RP/Türkiye Kararı).c- Kapatma yaptırımı demokratik toplum gereklerine uygundur.Davalı partiye kapatma yaptırımının uygulanması, çoÄŸulcu demokrasinin gereklerine uygundur. Çünkü yukarıda sayılan eylem ve söylemleri gözetildiÄŸinde, çoÄŸulcu demokrasi içerisinde, ancak bu demokrasinin olanaklarından hareketle, sonuçta çoÄŸulcu demokrasiyle baÄŸdaÅŸmayan ve onu ortadan kaldıran bir sistemi amaçlamaktadır. Oysa çoÄŸulculuk prensibi olmadan demokrasiden bahsedilemez (RP/Türkiye Kararı). ÇoÄŸulcu demokrasi, güçler ayrılığına ve hukukun üstünlüğüne dayanır. Hukuk ise, temelini insanlığın aydınlanma mücadelesinde bulan, akla ve bilime dayanan, ortak aklın ürünü, evrensel kabul gören, dinamik kurallar bütünüdür. Å�eriatın kuralları bu tanımın çerçevesine girmez. Å�eriat özünde demokrasiye kapalı bir yönetim biçimi olup totaliterdir. Dini kurallara dayalı bir rejimin çoÄŸulcu demokrasi ile baÄŸdaÅŸabileceÄŸini iddia etmek en hafif deyimiyle insanlığın aydınlanma mücadelesini ve sonrasındaki kazanımlarını inkâr etmektir. Ortaya çıktığı çağın ve coÄŸrafyanın sosyal ve ekonomik, kültürel deÄŸerleriyle biçimlenmiÅŸ statik bir düşüncenin insanlığın tüm çaÄŸlarına hükmetmesi anlayışı bilimsel deÄŸildir, dolayısıyla yüzlerce yıllık mücadelenin ve aklın ortak deÄŸerleri olan insan hakları ve demokrasi kapsamında savunulamaz, koruma göremez, kısıtlanabilir.KuÅŸkusuz Ä°HAS ile de korunan din ve vicdan özgürlüğü demokratik bir toplumun da gereklerindendir. Anılan özgürlük farklı dinsel deÄŸerlere inanmak yanında inanmamak özgürlüğünü de içermektedir. Bu baÄŸlamda çoÄŸunluÄŸu Müslümanlardan oluÅŸsa bile, farklı inanışlara sahip olan kiÅŸilerin korunması anlamında, din ve vicdan özgürlüğüne de sınırlandırmalar öngörülmüştür. Bu manada devlet, dini inançlar konusunda yansız kalmalı, dini inançların meÅŸruiyetinin deÄŸerlendirilmesinde tarafsız olmalı, karşıt inanışlar arasında hoÅŸgörüyü tesis etmelidir (RP/Türkiye Kararı). Bu baÄŸlamda devletin kamu alanında, üniversitelerde türban takarak dini inançların sergilenmesine kısıtlama getirmesi veya programlarında Ä°slam dinine iliÅŸkin konulara ağırlık veren ve kuruluÅŸ amacı yalnızca din görevlisi yetiÅŸtirmek olan Ä°mam Hatip Liseleri mezunları için üniversiteye giriÅŸ sınavlarında katsayı esasının uygulanmasını öngörmesi; baÅŸkalarının hak ve özgürlüklerini korumak, kamu düzen ve güvenliÄŸini saÄŸlamak amacı taşıdığından, din ve vicdan özgürlüğünün özüne aykırı deÄŸildir. Aksine, davalı partinin bunlara aykırı eylemleri özendirmesi, destek yaratması ve teÅŸvik etmesi, demokratik toplum gereklerine açıkça aykırılık oluÅŸturmaktadır.Ä°HAS’ın 9 ncu maddesinde de koruma gören din ve vicdan özgürlüğü, bir din tarafından yönlendirilen her hareketi korumaz, bu kapsamda Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanlığı Din Ä°ÅŸleri Yüksek Kurulu tarafından türbanın dinin gereÄŸi olduÄŸunun belirtilmesi, bu örtünme biçiminin laik hukuk düzeninde korunma göreceÄŸi sonucunu doÄŸurmaz, aksi düşünce, dinin gereÄŸi olduÄŸu tartışma götürmeyen Ä°slam ÅŸeriatının miras, devletler, aile, ceza hukuku gibi konulardaki bazı kurallarının da uygulanmasına kapı açar. Oysa davalı partinin eylemleri, bu saptamayla açıkça çeliÅŸmektedir. Ä°HAM tarafından da vurgulandığı üzere, laikliÄŸe saygı gösterilmemesi biçimindeki bir tutum, din ve vicdan özgürlüğü kapsamında hiçbir biçimde koruma göremez (RP/Türkiye Kararı). Bu nedenle bir taraftan laikliÄŸi savunur gibi görünmek ve bunu ifade etmek, diÄŸer taraftan giderek yoÄŸunlaÅŸan eylemlerle laikliÄŸe aykırı bir model yaratan davalı siyasi partinin eylemleri, Anayasa, Siyasi Partiler Yasası ve Ä°HAS yönünden koruma göremez.Ä°HAM’a göre bir siyasi parti, mevzuatın veya yasal ve anayasal yapının deÄŸiÅŸtirilmesini iki koÅŸula baÄŸlı olarak önerebilir: Bunlardan birincisi, kullanılan bütün yollar her bakımdan yasal ve demokratik olmalıdır. Ä°kincisi ise, önerilen deÄŸiÅŸikliÄŸin kendisi temel demokratik prensiplerle baÄŸdaÅŸmalıdır. Bu kuraldan hareketle, sorumluları ÅŸiddete baÅŸvurmayı teÅŸvik eden veya demokrasinin temel prensiplerine saygı duymayan, demokrasinin bir veya birçok kuralına uymayan veya demokrasiyi yıkmayı amaçlayan ve de demokrasinin tanıdığı hak ve özgürlükleri tanımayan/yok etmeyi amaçlayan siyasi bir projeyi önerenâ€� partinin, bu nitelikteki eylemleri, kapatma yaptırımına konu olabileceÄŸi gibi, bu nedenle uygulanacak yaptırıma karşı da ilgili siyasi parti Ä°HAS korumasından yararlanamaz. Ä°HAS ve demokrasi arasındaki oldukça açık iliÅŸki karşısında, hiç kimse demokratik toplumun ideallerini ve deÄŸerlerini yok etmek amacıyla Anayasa ve Ä°HAS hükümlerine dayanamaz. Bu baÄŸlamda siyasi partiler biçiminde örgütlenen totaliter hareketlerin, demokratik rejim içerisinde güçlendikten sonra, bu kimliklerini ön plana çıkararak demokrasiden kurtulmak amacı güdebilmeleri söz konusudur. (RP/Türkiye, Emek Partisi/Türkiye Kararları).Davalı siyasi parti bu deÄŸerlendirmelere açıkça aykırı hareket ettiÄŸi gibi, eylemleriyle sadece Ä°slam dininin moral deÄŸerlerini ifade etmeyip, bu dinin dünyevi yaÅŸama iliÅŸkin gereklerine yönlendirme ve Ä°slam dinine (inanç ve ibadet ötesinde bütünüyle) tabi kılma amaç ve iradesi taşımaktadır.d- Eylemlerin isnat edilebilirliÄŸiDavalı siyasi partinin amaç ve eÄŸilimlerini ortaya koyabilmek için tüzük ve programına dayanarak sonuca gidilemez. Çünkü gerçekte amaçladığı modeli gerçekleÅŸtirene kadar, laikliÄŸe aykırı eÄŸilimlerinin resmi metinlerine yansımayacağı; geçmiÅŸte bu amaca yönelik eylemlerde bulunan partilerin kapatıldığı hususu gözetildiÄŸinde karşılaşılabilecek bir durumdur. Bu baÄŸlamda, davalı siyasi partinin tüzük ve programı ile dava konusu edilen eylemleri arasında belirgin bir aykırılık göze çarpmaktadır.Bir genel baÅŸkanın açıklama ve eylemleri partiyi tartışmasız olarak baÄŸlayıcıdır. Çünkü genel baÅŸkan partinin simgesel figürüdür. Siyasi Partiler Yasasına göre partiyi temsil yetkisine sahip olan genel baÅŸkan, merkez karar ve yönetim kurulunun da baÅŸkanıdır. Genel baÅŸkanın siyasi veya hassas konularda açıkladığı düşüncelerinin, kiÅŸisel görüşü olduÄŸu vurgulanmadığı sürece, kurumlar ve kamuoyu tarafından partinin görüşünü yansıttığı biçiminde algılanır ve partiye isnat edilebilir. Genel baÅŸkan için var olan isnat edilebilirlik, genel baÅŸkan yardımcıları içinde geçerlidir. Aynı durum partili baÅŸbakan ve bakanlar yönünden de söz konusudur.Bir iktidar partisi yönünden hükümetin icraatları, siyasi parti söylemiyle biçimlendiÄŸinden, bu baÄŸlamdaki iÅŸ ve iÅŸlemler de siyasi partinin eylemi olarak, o siyasi partiye isnat edilebilecektir. Bu baÄŸlamda, yukarıda belirtilen yasa, yasa teklifleri ile diÄŸer düzenleyici iÅŸlemler siyasi partinin kapatmaya konu olan eylemlerinin yöneldiÄŸi amacı gerçekleÅŸtirmeye veya kolaylaÅŸtırmaya yönelik olduÄŸundan, bu düzenlemeler de siyasi parti eylemi olarak o siyasi partiyi baÄŸlamaktadır. TBMM’nde çoÄŸunluÄŸu oluÅŸturan siyasi parti yönünden, bu düzenlemelerin eylem olarak isnadiyeti için, Ä°HAM kararlarında da açıklandığı üzere, yasalaÅŸtırılmalarını beklemek zorunluluÄŸu bulunmamaktadır. Çünkü bu eylemlerin yasalaÅŸması yani somuta indirgenmesi, yasama organın da çoÄŸunluÄŸa sahip bir iktidar partisi yönünden her an için olasıdır. Ä°snat edilebilen eylem niteliÄŸindeki bu tasarıların yasalaÅŸması da, eylemin yasama organı iÅŸlemi niteliÄŸine geldiÄŸinden bahisle, siyasi partiye isnadiyeti ortadan kaldırmamaktadır. Aksine, siyasi partinin eylemini sürdürmesi niteliÄŸindedir.TBMM BaÅŸkanı ve BaÅŸkanvekillerinin de konumları itibarıyla, eylemlerinin mensubu oldukları siyasi partiye isnat edilebilirliÄŸi önem taşımaktadır. Anayasa’nın 94 ncü maddesinin altıncı fıkrasına ve SPY’nın 24 ncü maddesinin ikinci fıkrasına göre, “TBMM BaÅŸkanı ve BaÅŸkanvekilleri, üyesi bulundukları siyasi partinin ve parti grubunun Meclis içinde veya dışındaki faaliyetlerine; görevlerinin gereÄŸi olan haller dışında, Meclis tartışmalarına katılamazlar; BaÅŸkanı ve oturumu yöneten BaÅŸkanvekili oy kullanamazlar.â€� Ancak TBMM BaÅŸkanı ve BaÅŸkanvekillerine yönelik bu düzenleme, BaÅŸkan ve BaÅŸkanvekillerinin hiçbir eyleminin siyasi partiye isnat edilemeyeceÄŸi sonucunu doÄŸurmamaktadır.Yukarıda gösterildiÄŸi üzere TBMMâ€�nin 22 dönem BaÅŸkanlığını yapan Bülent Arınç’ın eylemleri, bu kuralı da ihlal ederek, açıkça mensubu olduÄŸu siyasi partinin eylem ve söylemiyle örtüşmektedir. Siyasi partinin gerçekleÅŸtirmek istediÄŸi projeyi ifade ve bu projeye destek anlamında diÄŸer parti mensupları gibi hareket etmektedir. Görevi süresince yaptığı bu eylemler, mensubu olduÄŸu davalı parti tarafından destek görmüştür. Bu nedenle Bülent Arınç’ın beyan ve eylemleri Adalet ve Kalkınma Partisi’ne isnat edilebilir niteliktedir.Davalı partinin amaç ve eÄŸilimlerini sergileyen, yaratmak istedikleri toplum modeline iliÅŸkin imajı yansıtan beyan ve eylemler, milletvekilleri veya yerel yönetimlerde görev üstlenen üyeler tarafından iÅŸlendiÄŸinde de partiye isnat edilebilir. Bu tür beyanlar soyut programlara göre potansiyel seçmenler üzerinde daha etkilidirler. Bu nedenle, eylemleri yukarıda sıralanan milletvekilleri ve yerel yöneticilerin beyan ve eylemleri de partiyi baÄŸlamaktadır.Ayrıca partili milletvekilleri tarafından sunulan ve kapatmayı konu alan modeli gerçekleÅŸtirmeye yönelik olan yukarıda gösterilen yasa teklifleri de, bu tekliflerin yasalaÅŸmaları beklenmeksizin, yasama organında çoÄŸunluÄŸu oluÅŸturan davalı siyasi partiye isnat edilebilir niteliktedir. Anayasa’nın 83 ncü maddesinin birinci fıkrası, yasama çalışmaları kapsamında ortaya çıkan bu eylemler nedeniyle siyasi partinin sorumlu tutulmasını bertaraf etmemektedir. Bireysel anlamda mutlak dokunulmazlık yaratan madde kapsamındaki eylemler, siyasi parti yönünden bu maddenin koruma alanı dışındadır.Siyasi partinin genel merkez organlarının (SPY md 13), il ve ilçe teÅŸkilatlarının (SPY md 19,20), TBMM grup genel kurulu ve grup yönetim kurulunun (SPY md 24, 25), üyelerinin (SPY md 12) eylemleri; Adalet ve Kalkınma Partisi’nin, yasa, Anayasa ve Ä°HAS tarafından korunmayan, hedeflediÄŸi amaç veya siyasi projeyi gerçekleÅŸtirmek, kolaylaÅŸtırmak, altyapı hazırlamak veya bunları ifadeye yönelik olup, bu eylemler de davalı partiye isnat edilebilir niteliktedir.Bu noktada ÅŸunu da belirtmek gerekmektedir ki, partiyi temsil eden organlarca gerçekleÅŸtirilen eylem veya söylemlerin, partinin deÄŸil kendi kiÅŸisel görüşleri olduÄŸu açıklanmadıkça, bu söylem ve eylemler de partiye isnat edilebilecektir. Ancak, siyasi partiyi sorumluluktan kurtarmak adına, siyasi partinin amaç ve hedefleriyle örtüşen eylem ve söylemlerin, kendi kiÅŸisel görüşleri olduÄŸunun açıklanması da, yoÄŸunluk ve sıfatlara bakıldığında, (çok sayıda milletvekili ve belediye baÅŸkanı tarafından) kuÅŸkusuz siyasi partiyi sorumluluktan kurtarmayacaktır.Davalı partinin çoÄŸulcu demokrasi ilkelerine aykırı olarak, zaman zaman milletvekillerine ve diÄŸer partililere konuÅŸma yasağı getirmesi de, bu yasaÄŸa raÄŸmen en yetkili konumda bulunan milletvekillerinin dahi açıklama yapmayı sürdürmeleri gözetildiÄŸinde, yasaklamanın partiyi sorumluluktan kurtarmaya yönelik aldatıcı bir tavır olduÄŸunu ortaya çıkarmaktadır.Ä°ktidarda bulunan her siyasi parti, kuÅŸkusuz kendi kadrolarını da, (bir örnek olarak bakan düzeyinde) devlet birimlerine taşımaktadır. Bu noktada, siyasi parti mensuplarına devlet mekanizması gereÄŸi yakın planda çalışan, böylece siyasi partililerle yakın ve/veya yoÄŸun iliÅŸkide bulunan kamu görevlilerinin eylemleri önem kazanmaktadır. 3046 sayılı Yasa’nın 21 nci ve 22 nci maddeleri de bu irdelemeyi zorunlu kılmaktadır.Devletin idare mekanizması, söz konusu görevlinin bulunduÄŸu makamın ışığında, ancak dar bir yoruma tabi tutulmaktadır. Bu baÄŸlamda, devlet birimlerinde siyasi parti mensuplarına yakın planda çalışan müsteÅŸarların ve müsteÅŸarların bakış açılarını yansıtan müsteÅŸar yardımcıları ile genel müdürlerin eylemlerinin, siyasi sorumluluÄŸu Bakan ve dolayısıyla BaÅŸbakan’a aittir. Bu siyasi sorumluluk, yukarıda gösterilen eylemlerin parti politikaları doÄŸrultusunda biçimlenmesi, partinin amaçlarını gerçekleÅŸtirmeye yönelik olması karşısında anılan bürokratların iktidar partisinin bakış açısına göre biçimlenen eylemlerinden, iktidarı yöneten partinin dolayısıyla Adalet ve Kalkınma Partisi’nin sorumluluÄŸu söz konusudur.Yine 5442 sayılı Yasa’nın 9 ncu maddesinin birinci fıkrasına göre, il’lerde hükümetin ve her bir bakanın temsilcisi ve siyasi yürütme organı olan valiler ile bu Yasa’nın 31/A maddesine göre kaymakamların, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kapatmaya konu modeli gerçekleÅŸtirme anlamındaki uygulamalarına göz yummalarından, desteklemelerinden ve bu eylemleri uygulamalarıyla kolaylaÅŸtırmalarından, parti kaynaklı çıkış noktası uyarınca bakan, baÅŸbakan ve hükümet siyasi yönden sorumludur. Buradaki siyasi sorumluluk, iktidarın siyasetini belirleyen davalı Adalet ve Kalkınma Partisi’ni de sorumlu kılmakta ve baÄŸlamaktadır.Yukarıda anlatılan eylemlerde bulunan bürokratların bu davranışları, bütünüyle siyasi iktidar çıkışlı ve iktidarın bakış açısıyla biçimlenmiÅŸtir. Bu yönden, siyasi sorumluluk iktidara aittir. Bu siyasi sorumluluk hükümet siyasetini yönlendiren Adalet ve Kalkınma Partisi’nden biçimlendirildiÄŸine göre, kuÅŸkusuz davalı partinin sorumluluÄŸu söz konusudur. Çünkü iktidardaki siyasi partinin amaçladığı modeli gerçekleÅŸtirmek için, bir bütünlük içerisinde ve bir bütünün parçalarını oluÅŸturmak adına bu eylemler ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla devlet kadrolarında yer alan anılan görevlilerin (MüsteÅŸar, MüsteÅŸar yardımcısı, genel müdür, vali, kaymakam, baÅŸtabip, belediye baÅŸkanı, okul müdürü, vb.) eylemleri de, siyasi partinin bakış açısına ve bunun da bir gereÄŸi olarak ortaya çıkması ve biçimlenmesi nedeniyle siyasi partiye isnat edilmesi gerekmektedir.Bu baÄŸlamda 22 Temmuz 2008 Genel Seçimi ile Adalet ve Kalkınma Partisinden milletvekili seçilen BaÅŸbakanlık Eski MüsteÅŸarı Ömer Dinçerâ€�in müsteÅŸarlığı dönemindeki konumu nedeniyle anılan kiÅŸinin bu dönemdeki iÅŸ ve iÅŸlemleri, ayrıca önem taşımaktadır. Bürokrasinin en tepesinde bulunduÄŸu sırada bu kiÅŸinin de etkisiyle yapılanan kadrolarla, iktidar partisinin laikliÄŸe aykırı eylem ve söylemleri gerçekleÅŸtirilmekte ve dile getirilmekte, siyasi parti kendisini sorumlu kılmamak adına, devlet mekanizması gereÄŸince yakın iliÅŸkide bulunduÄŸu bu kadrolardaki kiÅŸilerin, siyasi parti tarafından da benimsenen iÅŸ ve iÅŸlemleri, tartışmasız olarak siyasi partiyi baÄŸlamaktadır.Siyasi partinin hedef ve amaçlarıyla baÄŸdaÅŸmayan eylem veya söylemler nedeniyle, ilgili kiÅŸilerin eleÅŸtirilmemesi ve haklarında disiplin soruÅŸturmasının baÅŸlatılmaması, bu eylem ve söylemlerin o siyasi parti tarafından benimsendiÄŸi anlamındadır.Siyasi partinin hedef ve amaçlarıyla açıkça örtüşen eylem ve söylemler nedeniyle siyasi partinin bu eylem veya söylem sahiplerini eleÅŸtirmesi veya haklarında soruÅŸturma yapması, sadece partinin kendisini bu eylemlerden sorumlu kılmamak amacına yönelik olduÄŸunda, bu eylem ve söylemler de siyasi partiyi sorumluluktan kurtarmamaktadır. Göstermelik olarak baÅŸlatılan, sonuçsuz kalan veya öngörülenden daha az yaptırımla sonuçlanan soruÅŸturmalar da, o siyasi partiyi sorumluluktan kurtarmamaktadır (RP/Türkiye Daire Kararı). Bu nedenle yukarıda irdelenen eylemlerin soruÅŸturma konusu olması, bu eylemlerin Adalet ve Kalkınma Partisi’ne yüklenmesine engel deÄŸildir. (Ek.129)e- Eylemlerdeki “yönteminâ€� hukuksal yönden irdelenmesiDavalı partinin din ve dince kutsal sayılan ÅŸeyleri istismar ederek, ancak “mutabakat süreçleriâ€� olarak adlandırdıkları yöntemle toplumun Ä°slami bir yapıya doÄŸru evrimleÅŸmesini saÄŸladıktan sonra ÅŸeriatı egemen kılacakları gerçeÄŸinden hareketle ve ÅŸeriatın tüm toplumu Ä°slami bir düzene kavuÅŸturmayı esas alan ‘cihat’ boyutu ile davalı partinin halen iktidar partisi olması gözetildiÄŸinde; laik rejimi deÄŸiÅŸtirmek noktasında maddi güç kullanması ve bu tehlikenin uzak olmadığı bir gerçektir. Nitekim Adalet ve Kalkınma Partisi Genel BaÅŸkanı Recep Tayip ErdoÄŸan ve diÄŸer partililerin demokrasiyi çoÄŸulcu deÄŸil, “çoÄŸunlukçuâ€� olarak algıladıklarını gösteren eylem ve demeçleri olası bir “çoÄŸunluk diktasınınâ€� açık iÅŸaretleridir.Davalı siyasi partinin ortaya konulan eylemlerinin laik bir hukuk düzeniyle baÄŸdaÅŸmadığı yukarıda açıklanmıştır.Laik hukuk düzeniyle baÄŸdaÅŸmayan eylemlerin odağı durumuna gelen siyasi parti için, kapatma yaptırımı dışında ara çözüm ve yaptırımların uygulanabilmesi; gerek eylemlerdeki yoÄŸunluÄŸun ulaÅŸtığı boyut, gerekse iktidarı çoÄŸunluk olarak elde etmeleri karşısında, ortaya çıkan somut ve açık tehlike, gerekse mevzuat gözetildiÄŸinde, söz konusu olamaz.Davalı siyasi parti, demokratik düzende faaliyette bulunarak, Anayasa ve SPY’ye aykırı olarak, demokrasi ötesi bir sisteme ulaÅŸmaya ve bu sistemi gerçekleÅŸtirmeye çalışmaktadır. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin, demokratik sistemin saÄŸladığı serbestilerden hareket ederek amacına ulaÅŸmaya çalışması, gerek Anayasa’nın 14 ncü maddesi, gerekse Ä°HAS’ın 17 nci ile BM KiÅŸisel ve Siyasal Haklar SözleÅŸmesi’nin 5 nci maddesi gözetildiÄŸinde koruma göremez.Davalı siyasi parti, bu eylemlerini gerçekleÅŸtirirken, çoÄŸunluk iktidarına sahip olmanın avantajlarını da kullanmaktadır. Öncelikle yaratılan kadrolaÅŸma boyutuyla, kamuda laik hukuk düzeninin gereklerini yerine getirenler sindirilmekte ve baskı uygulanmaktadır. Mevcut kadrolaÅŸmayla, yukarıdan aÅŸağıya doÄŸru bir yapılanmaya adım atılmaktadır. (Ek. 164, 174)LaikliÄŸe aykırı bir sistemi, öncelikle toplumsal, sonrasında hukuksal modelle gerçekleÅŸtirmek söz konusu olduÄŸuna göre, “amaç sisteminâ€� içeriÄŸinin irdelenmesi gerekmektedir.Amaçlanan ÅŸer’i sistem ve son noktada ÅŸeriat, kuÅŸkusuz cihadı da içinde barındırmaktadır. Demokratik bir sistem, Nazi Almanya’sı örneÄŸinde olduÄŸu gibi demokratik yolları kullanarak iktidarı ele geçirip demokrasiyi ortadan kaldırılabileceÄŸi gibi, demokratik olmayan yöntemlerle de ortadan kaldırılabilir. Davalı partinin amaçladığı rejimi demokratik yollardan gerçekleÅŸtirememesi durumunda, ÅŸeriatın gereÄŸi olan cihadın devreye girmesi söz konusu olabilecektir. Dolayısıyla gerektiÄŸinde cihada, yani ÅŸiddete baÅŸvurulması olasıdır.Bir iktidar partisinin, iktidar olanaklarından hareketle hukuksal yollardan ya da cihat yoluyla amacına her zaman ulaÅŸması olanaklıdır. Ãœlkemizde ÅŸeri sistem, ancak bir devrimle tasfiye edilmiÅŸtir. Bu devrim öncesinin ÅŸeriat uygulamalarından günümüze miras kalan kültür ve o kültürün yeÅŸerdiÄŸi dinsel iklim gözetildiÄŸinde ilk etapta ÅŸiddete baÅŸvurmadan bile ciddi bir ÅŸeriat yanlısı taraftar kitlesi bulmak mümkündür. Çünkü din istismarı yoluyla kolayca harekete geçirilebilecek bir tabanın her zaman mevcut olduÄŸu yakın tarihsel deneyimlerle kanıtlanmıştır. Bu nedenle, egemen olan dinsel inancın (ÅŸeriatının) içeriÄŸi ve tarihsel deneyimler gözetildiÄŸinde laiklik ilkesinin korunmasıanlamında Türkiye’nin daha hassas davranması zorunluluÄŸu doÄŸmakta ve bu durum ülkemizin takdir hakkını geniÅŸletmektedir.Eylemleriyle ve özellikle laiklik ilkesini dolaylı yoldan bertaraf edecek Anayasa’nın 10’ncu ve 42’nci maddelerinin deÄŸiÅŸtirilmesi, Yüksek Öğretim Yasasının Ek 17’nci maddesinde düşünülen deÄŸiÅŸiklik ile Ä°slami modeli gerçekleÅŸtirmeyi açıkça ortaya koyan siyasi partinin kapatılmasının zorlayıcı sosyal gereksinim ve demokratik toplum gereklerine aykırı, soyut, uzak ve gerçekleÅŸemez olduÄŸu ileri sürülemez. Çünkü iktidar olanaklarını kullanan bir siyasi parti için, bu konuların somutlaÅŸması demek, zaten demokratik sistemin ortadan kaldırılmasıyla eÅŸ anlamlıdır. Dolayısıyla, ÅŸeriatın yani ÅŸiddetin somutlaÅŸması durumunda, ortada kendini korumaya çalışacak bir demokratik sistem de söz konusu olmayacaktır.Dini esaslara dayanan bir devlet sistemi kurmaya (Å�eriata) aÅŸama aÅŸama geçilmesi karşısında, iktidar açıkça ÅŸiddete baÅŸvurmadığı, bu nedenle kapatılmasının söz konusu olamayacağı ileri sürülemez. RP/Türkiye kararı da bu konuya iÅŸaret etmektedir. Kaldı ki, davalı siyasi partinin, hoÅŸgörünün olmadığı ve ayrımcılığın ön planda tutulduÄŸu bir sistemi hedeflediÄŸi ve bu doÄŸrultuda eylemlerde bulunduÄŸu açıktır. Zaten iktidar olmanın avantajları ile ve demokratik yöntemi kullanarak hedefe ulaÅŸma olanağı elde edilmiÅŸse, bu aÅŸamada ÅŸiddet kullanmanın gereksizliÄŸi de ortadadır. Kapatma yaptırımı, son aÅŸamada ÅŸiddet ve ÅŸiddet çaÄŸrısını amaçlayan bir modeli engellemeye yönelik olması nedeniyle hukuka uygundur.Kaldı ki davalı partinin sahip olduÄŸu iktidar olma çerçevesinde amaçladığı yasa dışı siyasi modele yönelik eylemleri karşısında, iktidar gücünden çekinen ve sessiz kalan büyük bir kitle de söz konusudur. Bu durum bile davalı partinin hedefine ulaÅŸmasını kolaylaÅŸtırmaktadır.f- Kapatma yaptırımının zamanlama açısından gerekliliÄŸiDavalı siyasi partinin izlediÄŸi politikanın ortaya çıkardığı tehlike belirgin ve yakındır. Medeni barışa ve ülkenin demokratik rejimine zarar verebilecek somut adımlar atılmıştır. Önce, bu adımların engellenmesi gereÄŸi ortaya çıkmaktadır. Ulusal iradeyi oluÅŸturmak amacıyla iktidara gelerek devleti yönlendiren davalı siyasi parti yönünden, çoÄŸulcu demokrasiyle baÄŸdaÅŸmayan projesinin ancak kapatma yaptırımıyla engellenecek olması karşısında, kapatma davasına baÅŸvurulması gerekli ve iktidar olanaklarının kullanıldığı dönemi yansıtan tablo gözetildiÄŸinde zorunludur.Evvelce de belirtildiÄŸi üzere olayda kapatma yaptırımı uygulanması, çoÄŸulcu demokratik sistemde yapılması gereken ve hukuksal yoldan uygulanabilecek amaca uygun ve orantılı tek seçenektir.Ä°ddianamemizde ve ek klasörde gösterilen davalı siyasi partinin eylemleri, Anayasanın 68. maddesinin 4. fıkrası kapsamında “insan haklarına, eÅŸitlik ve hukuk devleti ilkelerine, millet egemenliÄŸine, demokratik ve laik Cumhuriyet ilkelerine aykırı bulunmaması ve ayrıca herhangi bir tür diktatörlüğü savunmayı ve yerleÅŸtirmeyi amaçlamanın yasak olmasıâ€� kurallarına aykırılık oluÅŸturmaktadır. Kapatma yaptırımı, Ä°HAS’ın 11. maddesinin 2. fıkrası gözetildiÄŸinde “kamu düzeninin saÄŸlanması, baÅŸkalarının hak ve özgürlüklerinin korunmasıâ€� ilkeleri çerçevesinde demokratik toplum ilkelerine uygun ve yasa ile öngörülmüş bir yaptırımdır.ÇoÄŸunluk iktidarına sahip davalı siyasi partinin eylemlerinin yoÄŸunluÄŸu gözetildiÄŸinde, onu amacından alıkoyacak ara yaptırımlar ve ara çözümler, somut duruma göre olanaklı deÄŸildir. Bu nedenle kapatma yaptırımı, dava yönünden radikal olmayıp, olaya uygun ve orantılı bir yaptırımdır.Olayda, laik hukuk düzenine aykırı eylemlerin odağı olan bir siyasi partinin söz konusu olması karşısında, üstelik bu partinin de çoÄŸunluk iktidarına sahip olduÄŸu gözetildiÄŸinde, amaçlanan modelin gerçekleÅŸtirilmesi anlamında bir tehlikenin var olduÄŸu ve tehlikenin de yeterince yakın olduÄŸu, davalı partinin eylemlerinin öngördüğü toplum modelini oluÅŸturmaya elveriÅŸli bulunduÄŸu, iktidarları süresince her geçen gün riskin arttığı görülmektedir. Kamusal alanda ve TBMM’nde de türbana serbestlik saÄŸlanmasına yönelik beyanlar ile imam hatip lisesi mezunlarına uygulanan katsayı sisteminin kaldırılması giriÅŸimleri bu tehlikeyi daha somut ve yakın kılmaktadır. Davalı Partinin, toplumsal barışı tehlikeye düşürene ve öngördüğü modeli gerçekleÅŸtirene kadar beklenilmesi doÄŸal olarak söz konusu olamaz.Bu noktada davalı siyasi partiyi amacından uzaklaÅŸtıracak ve sosyal yönden de gereksinim duyulan tek ve zorunlu yöntem, yalnızca kapatma yaptırımı olup, toplumu karşılaÅŸtığı bu tehlikeden baÅŸka türlü korumanın olanağı kalmamıştır.5- Kapatma yaptırımının orantısallığıSiyasi parti kapatma yaptırımı, bir siyasi partiye uygulanabilecek en radikal ve en ağır yaptırımdır. Bu nedenle, kapatma yaptırımı en ciddi ve en ağır durumlarda uygulanmalı, eylemlerle arasında orantısal bir denge bulunmalıdır.Adalet ve Kalkınma Partisi’nin laiklik karşıtı eylemlerin odağı durumuna gelmesinden baÅŸka, söz konusu eylemlerdeki yoÄŸunluÄŸun ve kararlılığın düzeyi gözetildiÄŸinde, eylemleri toplumu çok ciddi ve ağır sonuçlarla yüz yüze bırakmaya elveriÅŸlidir. Cumhuriyetin kurulmasıyla terk edilen bir sistemin deÄŸerlerinin gündeme getirilmesi, demokratik sistem ve toplum yönünden laik düzenin tesisi ve korunmasında kaçınılmaz olarak çok ağır sonuçlara neden olacaktır.Bu baÄŸlamda davalı siyasi partinin kapatılması; dava konusu eylemler ile uygulanacak kapatma yaptırımının sonuçları ve yaÅŸanan tarihsel koÅŸullardan kaynaklanan ihtiyaçlar gözetildiÄŸinde; orantısız ve radikal bir yaptırım olmayıp, uygun, gerekli ve orantılı bir yaptırımdır.6- Eylemleriyle siyasi partinin kapatılmasına neden olan (kurucu dahil) üyeleriKapatma yaptırımını gerektiren davaya konu eylemler gözetildiÄŸinde, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kapatılmasına beyan ve eylemleriyle neden olan kurucu dahil üyelerinin belirlenmesi, bu kiÅŸilere Anayasa’nın 69 ncu maddesinin dokuzuncu fıkrası ve SPY’nın 95 nci maddesi uyarınca uygulanacak önlem (yasaklılık) yönünden önem kazanmaktadır.Anılan önlemin uygulanabilmesi için, eylem ile önlem arasında, “ilgili ve yeterli olmaâ€� ölçütlerinin gerçekleÅŸmesi gerekmektedir. Bu anlamda iddianamede irdelenen, kararlılık ve yoÄŸunlukla iÅŸlenen eylemler gözetildiÄŸinde; aÅŸağıda sıralanan kiÅŸiler ve eylemleri, kapatma yaptırımı ile doÄŸrudan ilgili olup, eylemlerinin boyutu ve niteliÄŸi itibarıyla, Anayasa ve SPY’da belirtilen önlemin uygulanmasını zorunlu kılmaktadır. Eylemlerin boyut ve niteliÄŸi itibarıyla, söz konusu önlemin uygulanması da somut olay yönünden yeterlidir.Davalı partinin laikliÄŸe aykırı eylemlerin odağı haline gelmesi ile ilgili olarak fiil ve beyanları bulunan:1-Recep Tayip ErdoÄŸan2-Bülent Arınç3- Abdullah Gül4- Hüseyin Çelik5-Ömer Dinçer6- Fahri Keskin7-Burhan Kuzu8-Eyüp Fatsa9- Nihat Eri10-Eyüp Sanay11-Tayyar Altıkulaç12-Ömer Özyılmaz13-Sadullah Ergin14-Cavit Torun15-Asım Aykan16-Ä°rfan Gündüz17-Mehmet Çiçek18-Ä°dris Naim Å�ahin19-Binali Yıldırım20-Akif Gülle21-Hasan Kara22- Fehmi Hüsrev Kutlu23-Musa Uzunkaya24-Mehmet Aydın25-Güldal AkÅŸit26-Ersönmez Yarbay27-Ahmet Faruk Ãœnsal28-Mehmet Elkatmış29- Abdullah Çalışkan30-Nihat Ergün31- Bülent Gedikli32- Egemen Bağış33- Resul Tosun34- Hayati Yazıcı35- Sadık Yakut36- Abdurrahman Kurt37- Muzaffer Külcü38-Selami Uzun39-Fatma Seniha Nükhet Hotar Göksel40-Dengir Mir Mehmet Fırat41-Mehmet Zafer Ãœskül42-Hüseyin TuÄŸcu43- Mehmet Cemal Öztaylan44-Hüsnü Tuna45- Fatma Å�ahin46- Muzaffer Gülyurt47- Muhyettin Aksak48-Bekir BozdaÄŸ49-Nurettin Canikli50-Mustafa ElitaÅŸ51-Recep AkdaÄŸ52- Cevdet Erdöl53- Hüseyin Tanrıverdi54-AyÅŸe Böhürler55- Hasan Cüneyt ZAPSU56- Hasan BALAMAN57- Ali UÄŸurlu58- Kamil Ãœnal59- Mustafa Burna60- Ali Tekin61- Süleyman KALDIRIM52- Mustafa TARLACI63- AyÅŸe YÃœREKLÄ°TÃœRK64- Ahmet GENÇ65-Mehmet Demirci66- Ahmet Misbah DEMÄ°RCAN67-Hüseyin Turan68- Ä°brahim KaraosmanoÄŸlu69-Alaaddin Yılmaz70-Ä°brahim HALICI71- Ahmet Å�ükrü Kılıç,haklarında; Anayasa’nın 69 ncu maddesinin dokuzuncu fıkrasında ve SPY’nın 95 nci maddesinde belirtildiÄŸi üzere, “kapatmaya iliÅŸkin kesin kararın, Resmi Gazete’de gerekçeleri olarak yayımlanmasından baÅŸlayarak beÅŸ yıl süreyle bir baÅŸka partinin kurucusu, üyesi, yöneticisi ve deneticisi olamayacaklarına da“ hükmedilmesi gerekmektedir.E- SONUÇYukarıda açıklanan nedenlerden dolayı;a- Adalet ve Kalkınma Partisi’nin, laikliÄŸe aykırı eylemlerin odağı durumuna geldiÄŸinin tespiti ile eylemlerinin ağırlığı da gözetilerek, Anayasa’nın 69 ncu maddesinin altıncı fıkrası ve 2820 sayılı Siyasi Partiler Yasası’nın 101 nci maddesinin b bendi uyarınca kapatılmasına,b- Davalı Partinin Genel BaÅŸkanı Recep Tayip ErdoÄŸan’dan baÅŸlamak üzere yukarıda isimleri sayılanların Anayasa’nın 69 ncu maddesinin 9 ncu fıkrası ve 2820 sayılı Siyasi Partiler Yasası’nın 95 nci maddesi uyarınca temelli kapatılmaya iliÅŸkin kararın Resmi Gazete’de yayınlanmasından itibaren beÅŸ yıl süreyle bir baÅŸka siyasi partinin kurucusu, yöneticisi, deneticisi ve üyesi olamayacaklarına,karar verilmesi kamu adına arz ve talep olunur.Abdurrahman YALÇINKAYAYargıtay Cumhuriyet BaÅŸsavcısıEKÄ°: 1 sayısından 178 sayısına kadar delil numaralarına göre sıralanmış belgeleri içeren 10 adet klasör ile ek belgeleri kapsayan 7 klasör olmak üzere toplam 17 klasör.
Hakkın rahmetine kavuşan Muammer beyin eşi için bir fatiha ile katili insan kasabı abla katili cani TC 14588401494 kimlik nolu Süleyman Aslan it'ini ortaklarını lanetlemenizi dileniyoruz.Allah razı olsun.Bu aile destekli çalıp,çırpmada dolandırmada,aldatmada hasta halden istifade etmede,taşınmaz ve para yürütmede Allah'tan korkmadan kuldan utanmadan insan öldürmede usta,abla katili çakala sırada kim var diye soruyoruz.Buket Turkay,secretaryship
18 Ağustos 2009 Salı
BUGUN DOGMAMIS BEBEKLERIMIN,KIRKBIN INSANIMIN KATILI ELI KANLI BOLUCU PKK TEROR ORGUTUNE TESLIM OLAN ISTEMLERINE DEVLET POLITIKASI KOSTUMU GIYDIREREK ULKEMIZIN BOLUNMESININ ONUNDEKI ENGELLERI BIR,BIR KALDIRAN BUNU IS EDINEN BIR PARTIYI SABIKALI YAPAN I
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.